Pazar Almanya ve biz

Almanya ve biz

18.11.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tarihi Türk-Alman dostluğu boş bir laftır. Bu, Alman birliğinin kurulmasıyla Bismark ve II. Abdülhamid arasında oluşan dostluktan ileri gelir. Bugün ise Almanya ile işimiz zor

Almanya ve biz

Almanya ve biz

Tarihi Türk-Alman dostluğu boş bir laftır. Bu, Alman birliğinin kurulmasıyla Bismark ve II. Abdülhamid arasında oluşan dostluktan ileri gelir. Bugün ise Almanya ile işimiz zor

Almanya tarihte dağınık toplulukların coğrafyasıydı. Alman denilen kimlik, eski Yunanlı siteler ve Hellen adaları veya eski Arap kabileleri kadar dahi bir birlik ifade etmezdi. Siyasi Alman Birliği’ne ortaçağlardan beri "Mukaddes Roma Germen İmparatorluğu" denirdi. Yani Voltaire’in hınzır zekasıyla "Ne Mukaddes, ne de Roma İmparatorluğu, sadece bir alay Alman" dediği birliğin içindeki serbest şehir ve prenslik sayıca kalabalıktı. Avusturya’nın bir yanı birlikteydi, öbür yanı ise birlikle itişecek politikalar güderdi. Eyalet eyaletle, manastır manastırla bir savlet (saldırı) ve münaferet içindeydi. Daha garibi bu hantal, yumuşak gövdenin başındaki Habsburg Hanedanı, yani Avusturya büyük dükaları da hep Alman İmparatoru seçilirdi. Bizim mektep tarih kitaplarımızda 16 ve18’inci asırlar boyu savaştığımızı tekrarladığımız Avusturya İmparatorluğu (böyle bir siyasi terim ve unvan o zaman yoktu) Almanya’nın ve Alman İmparatorluğu’nun ta kendisidir. Demek ki tarihi Türk-Alman dostluğu boş bir laftır. Bu, Alman birliğinin kurulmasıyla Bismark ve II. Abdülhamid arasında oluşan dostluktan ileri gelir. Berlin Kongresi sonrası II. Abdülhamid kurnazca bu ittifakı dışarıya karşı kullanıyordu. Mamafih Jön Türkler bu kadar kurnaz değildi; nitekim Alman dostluğu I. Dünya Savaşı’na ait abartılı bir slogandır, bunun o zaman nasıl işlediğini günden güne daha iyi öğreniyoruz. 1933’ten sonra Hitler Almanya’sının zulmünden kaçan Alman aydınları (ki bunlar dünya çapında insanlardı) önce burada, sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde bilimsel bir rönesans başlattılar. Almandan göreceğimiz nimet de yurdundan kovulan bu muhterem muhalif aydınlar sayesinde oldu. Bruno Taut’u, Landsberger’i, Eberhard’ı, Frank’ı, Süssheim’ı, Hirsch’i, Zuckmayer’i hiçbir zaman unutmayız.
Almanya bugün Orta Avrupa ve Balkanlar’a, yani eski kültürel, iktisadi, siyasi nüfuz alanına iniyor. Polonya, Çekya, Macaristan, Bulgaristan; Avrupa Birliği’nden çok Almanya’nın otağına giriyorlar. Bu ülkelerin aydınları, Alman hayranlıkları ve aksanlı Almancalarıyla onları bekliyor. Ama Balkanlar’da kendisine sempati duyulan biri daha var. Bu, iktisadi yönde güçlü bir ülke olmasa da, kültürel bağlarıyla onlardan olan biri, yani Türkiye... Nihayet aynı durum Kafkasya’da söz konusu; Gürcistan’da Almanlar var, ama aynı yerde ticarette, diplomaside hatta kültürel hayatta, ülkenin bünyesiyle daha bir uyum içinde olan Türkiye de var. İki ülkenin bu alanlarda müttefikçe davranmadıkları, davranamadıkları açık.
Almanya artık 19. asırdaki icatçı, inatçı mühendislerin yükselttiği bir sanayi ülkesi değil. Yaşlı nüfuslu, ama halen nitelikli teknisyenlerin sürüklediği, bazı dallarda rakipsiz bir sanayi devi... Zenginlik, sosyal demokrat politikaların bir asrı geçmesi nedeniyle (Nasyonal Sosyalizm de demokrasisiz olarak bu politikaları sürükledi) dengeli biçimde dağılmış. Almanya’da çalışan insanlar her zaman kendinden emin; ama işini kaybedeceğini hissederse de canavar. Nazizm’i işsizler ordusunun değil, işini kaybetmekten korkan küçük burjuvalar ordusunun destekleyip iktidara getirdiği bir tarihi gerçek.
Almanın uluslararasındaki üslubu modern dünyaya ayak uyduracak gibi değil, gazeteleri Anglo-Sakson ve Fransız meslektaşları gibi değil, daha katılar. Ama asıl beteri; aceleci, saldırgan ve gürültücü bir üslupları var... Teferruatla (ağaçla) genelin (ormanın) bağlantısını kuramıyorlar. Ankara’ya gelen Alman diplomatların düşündüklerine ve önyargılarına öbür Avrupalı meslektaşları da sahip. Ancak berikiler diplomat; Alman diplomatlar ise hep yüksek sesle düşünüyor, o yüzden söylediklerinin aksini görmek istemiyorlar ve yanlıştan da dönemiyorlar. Bir konudaki çözümsüz girişimi başka çözümsüzlük yaratarak bastırmak istiyorlar. Üstelik bazı aydınlarımız için entelektüel bir merci rolündeler. Oysa insan hakları ve hürriyetin çatısını herkes kendi çatmak zorundadır. Şurası gerçek ki, diplomat memurdur, bağımsız aydın kişilik ve eylemle diplomatlık zor bağdaşır. Ayıp değil, işin icabı budur. Avrupa Birliği’ne yelken açarken de sefaretler personelinden başka pusulalar kullanalım...
Almanya ile işimiz pek zor. Bugünkü diyalog düzenimiz; onların üslubu, bizim de "ne olursa olsun Avrupa" tavrımız, porselen dükkanı ve fili çağrıştırıyor...




PAZAR