Pazar Almanya ve Türkiye

Almanya ve Türkiye

18.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Almanya ile Türkiye arasındaki sorunlar bir başka platforma sıçrıyor. Gelecekte Almanya ile ilişkilerin kırılma noktaları sadece sanayi ve ticaret alanında değil, asıl etnik-tarihi sorunlar konusunda olacak

Almanya ve Türkiye

Almanlar 9'uncu asra kadar birbirleriyle anlaşamadıkları yerel diller konuşan edebiyatları sınırlı kabileler topluluğuydu. Ancak kurulan krallıkla doğuya doğru genişlediler.II. Abdülhamid Alman ittifakını bir gösteriş aracı olarak kullanmıştır; gelen askeri uzmanlar İttihat ve Terakki'nin başındakilerin aksine Rusya ve İngiltere'ye karşı bir gösteriş olarak kullanılıyordu. II. Abdülhamid için Hindistan yolunda bulunan başta Mısır olmak üzere Arap yarımadasında ve Basra Körfezi'ndeki bir alay İslam ülkesine, İngiltere'nin nüfuz etmeye çalışması ve kısmen de buralarda tutunması bir faciaydı. Almanya ile ilişkilerimiz tarihin son 140 yılını kapsar; bu süre içinde bir askeri ittifak ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra da sıcak bir tarafsızlık politikası söz konusudur. Versailles Antlaşması'ndan sonra Bismarck'ın öncülüğünde ilan edilen yeni Alman imparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu ilk anda içi boş ama gösterişli ittifak safhasına girdi. Sanıldığının aksine 1878 Berlin Kongresi'nden sonra bütün maddi kayıplarına ve askerlerini harcamasına rağmen, Rusya büyük kazanç elde edemediğinden, hatta en başta kurtarıcısı olduğu Bulgaristan'ın Almanya-Avusturya blokuna meyil etmesinden dolayı, çar hükümeti Türkiye ile savaşçı politika gütmekten vazgeçti. Türk imparatorluğunun savunması sanıldığından daha üstün çıktı, üstelik Hamidiye döneminin İslamcılığı da dışarıya karşı olduğundan daha güçlü bir görünüm verebiliyordu. III. Aleksandr Rusya'sı demiryollarını, fabrikaları ve maarifi geliştirmeyi tercih etti. Bismarck, II. Abdülhamid için "Şarkın en kurnaz politikacısı ve diplomatı" derdi. Galiba padişah Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkacak asıl kuvveti doğru saptamıştı, yani İngiltere'yi. Ama İngiltere'ye karşı Almanlarla birlikteliğin dozunu kaçırmak dünya politikasından anlamayan Genç Türklerin olmuştur. Padişah Alman ittifakının gösterişi üzerinde duruyordu ama Alman komutanların orduya sızmasına çok önem vermiyordu. Türkiye'yi Alman genelkurmayına teslim ederek I. Dünya Savaşı'na girenler İttihatçılardır. Dünya savaşının olumsuzlukları ve kötü anılar bu müttefikin yer yer gösterdiği ihanet bir nesli Almanya'ya karşı soğutmuş ve ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir. Zaten cumhuriyeti kuran subay grubu daha başından Alman ittifakına karşıydı. O nedenledir ki Hitler Almanya'sına karşı ihtiyatlı, sadece ticari ilişkilere dayanan bir politika güdüldü. Hatta Almanya'ya karşı çok ilginç bir politika da solcu ve Yahudi Alman akademisyenlerin 1930'lardan itibaren mülteci olarak kabulüdür ki, bu zümrenin akademik ve kültürel hayatımıza büyük katkıları olmuştur. Doğru bir saptama II. Dünya Savaşı'ndan Almanya bir noktada kârlı çıktı. İngiltere ve Fransa'nın aksine yıkılan sanayiini en modern yöntemlerle yeniledi. Eski teknisyenler, akademik kadroları ABD'ye taşınmıştı. Almanya eski aydın akademik sınıfını bir daha kuramadı. Birtakım insanları Doğu Almanya'da kalmıştı. Buna karşılık teknik donanım ve yaşam tarzı Amerika'dan sızmaya başladı. Kalkınan Almanya efsanesi 1950'lerdeki Türkiye'yi çok etkilemişti ama antipatinin tohumları da orada ortaya çıktı. Adnan Menderes hükümeti Adenauer ve onun iktisat bakanı Erhard ile çekişmeye başlamıştı. Karşı taraftan para değil, nasihat geliyordu. Şimdi de Almanlar burada bir üniversite kuracaklarmış, ama para değil know-how verebilirlermiş!1960'larda Almanya'ya yabancı işgücü başlığı altında Türkler gitmeye başladı. İlave işgücüne ilk ihtiyaç duyan endüstriyel ülke Almanya oldu. İthal proletaryanın yarattığı sorunları Almanlar abarttılar; Türklerin bir kısmı da onların Batı medeniyetine intibak edemeyişinden (?) veya dini, imanı korumaları için kendilerine kimsenin destek olmadığından şikâyet etti, durdu. Türkiye'yi etkileyen efsane Oysa bu kitle aile bağları kuvvetli taş gibi bir halktı. Çok çalışıp, çok yiyip az harcayan, bol biriktiren, polis karakollarından çok Alman bankalarına muhatap olan bir kitleydi. 40 senenin içinde özel teşebbüs saflarını da tutmaya başladılar. Derken başka sorunlar çıktı, yerli işçi sınıfının rakipleri yerli küçük teşebbüsün rakibi olmaya başladı. Bugün Almanya ile Türkiye arasındaki sorunlar bir başka platforma sıçrıyor; yeniden inşa edilen Almanya'ya Türk firmalarını sokmaya niyetli değillerdi ama ticari kurallar kaçınılmaz. Az zamanda daha ucuza çok işler yapanlar inşaat sektörünü doldurmaya başladı. Kafkasya'da ve Orta Asya'da Federal Alman sermayesi yanı başında Türk girişimcileri gördü. Almanların köşesinden bakalım, keyif kaçırıcıyız. Sosyal demokratı veya Hıristiyan demokratı, solcusu ve sağcısı ile Alman politikacıları Türkiye'yi Avrupa'dan uzak tutmaya çalışıyor ama itmek de olmuyor. Bu arada Almanya 19'uncu asırdaki dış politika mantıksızlıklarını tekrarlıyor. Balkanlar'a sızıyor. Oysa böyle bir camia Türkiye'nin ekonomisine büyük bir katkı sağlamaz ve Avrupa'nın içine girdiklerinde de Türkiye'nin dış politikasını baltalar. Yunanistan bunun ilk örneği oldu. Türk dış politikasına rakip olan ama gerçekte böyle bir rekabet potansiyeli taşımayan unsurlar sadece bölgedeki ülkelerle kurmak istediğimiz ilişkileri engeller. Almanya şu anda sanayi-ticari ilişkilerimizde birinci yeri işgal ediyor. Kültürel ilişkilerimiz ise mazidekinin aksine çok gerilemiştir. Çağdaş Alman kültürü yeni Türkiye için fazla bir renklilik göstermiyor. Dış politikada ise aynı kulvarda rahatça yüzemezsiniz. Sık sık ülkenin hayati noktalarına Alman müdahaleleri olduğu açıktır. Tarihten gelen sosyal ve psikolojik sorunlarını halledemeyen bir kitle ile anlaşmak kolay değildir. Bu konudaki çekişmeler alelade dış politika oyunlarını da aşar ve gelecekte Almanya ile ilişkilerin kırılma noktaları sadece sanayi ve ticaret alanında değil, asıl etnik-tarihi sorunlar konusunda olacaktır. Keyif kaçırıyoruz