Pazar “Amerika’da kampanyanın adı ‘Anneni Dinle’, anneler der ya ışığı kapa, su niye açık diye”

“Amerika’da kampanyanın adı ‘Anneni Dinle’, anneler der ya ışığı kapa, su niye açık diye”

28.10.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü Mikdat Kadıoğlu mesleğini, kentsel dönüşümü ve iklim değişikliğini anlattı: “Herkes her yere arabaylan gidiyor. Ankara’ya uçak yerine trenle git. Annenin sözünü de dinle”

“Amerika’da kampanyanın adı ‘Anneni Dinle’, anneler der ya ışığı kapa, su niye açık diye”

Mikdat Kadıoğlu, fıkra anlatmayı çok seviyor. “İşte Türkiye’nin durumu” diye anlattığı bir fıkrayla başlayalım:
Bir Oflu, bir Bayburtlu ve bir Rizeli apartman yapıyor. Sabah bir bakıyorlar ki apartman yıkılmış! Bayburtlu başlıyor ağlamaya, “Gitti kumum, çakılım” diye... Rizeli de ağlıyor “Gitti demirim, çeliğim” diye. Oflu rahat, bacak bacak üstüne atıyor: “Ulan iyi ki çimento koymadım yoksa ha bunlar gibi oturup ağlardım!”

Haberin Devamı

“İstanbul’a selden kaça kaça geldik”

Trabzon-Maçkalısınız... Doğduğunuz coğrafyanın meslek seçiminize etkisi oldu mu?

1929’da Trabzon Sürmene, Çay, Of’da büyük bir sel olmuş. Dedem gitmiş Maçka’da Sürmene Köprübaşı’na aynen benzeyen bir yer bulmuş. Zigana’ya doğru Bağışlı köyü. Maçka’da da büyük sel oldu. Genlerimizde var bir sululuk. İstanbul’a selden kaça kaça geldik.

Peki meteoroloji mühendisi olmaya bu sellerden kaçarken mi karar verdiniz?

İstanbul’da İnşaat Teknik Lisesi’nde yatılı okuyordum. Çok anarşi vardı, okulun önünde tank, asker vardı. İlk yıl Sakarya İnşaat’ı kazandım... Bildiğiniz Laz mesleği, müteahhit olacaktım. Sonra İTÜ Meteoroloji’yi kazandım, okudukça hoşuma gitti. Hep devlet tarafından okutuldum ABD’de master ve doktora da burslu.

Haberin Devamı

Amerika’ya gitmek neyi değiştirdi?

Çok şey. Türkiye’de okusaydım bu kadar meteoroloji ve medyayla ilgili olmazdım. Meteorolojinin medyaya yüzünü ben açtım diyebilirim. Hava durumunu konserve olmadığını oturtmaya çalıştık. ABD’de dünyaya bakış, bilim, insan ilişkileri çok farklı. İnsanlar birbirine yüzde 100 güvenle yaklaşıyor. Bizde tam tersi. Zaman kavramı da farklı. Burada öğrencilere hayatta zamanında işini yaptıramıyorum. Çalışma disiplini de farklı. Orada bir yere çalışmadan gelemezsin.

“Öğrenciyken hortum avına çıkardık”

Mesleğinizde ilerlediğinizde, Maçka’daki çocukluğunuzla bağlantı kurdunuz mu?

Hep havaya meraklıydım. Bulutlar nasıl oluyor da havada duruyor, elektrik şimşek nedir diye. Doğa çok şaşırtıcı. Güzel meslek. Yüksek teknoloji kullanıyorsun. Tam 21’inci yüzyıl mesleği.

İklim değişikliğine ilginiz nasıl başladı?

1985-91 arasında ABD’deydim. Üniversiteye gelen hocaların tartışması oluyordu, takip edin derlerdi.
Ben ilk o zamanlarda ilgi duydum. Doktorayı bitirir bitirmez Türkiye’ye döndüm, iş teklifi olduğu halde.

Bilim insanları kalmayı tercih ediyor...

Altı buçuk yıl Türkiye’ye hiç gelmedim. Bir kızım vardı, ikinci kızım orada doğdu. Hep güzel tarafıyla hatırlıyordum. Bir tatile gelseymişim, dönmeyebilrdim. Geldik ama gelir gelmez şoke olduk. Çocuklar sıvasız binaları görünce ağlamaya başladı... Gemileri yakmıştık bir kere. Orada süper bilgisayarla modelleme yapıyordum. Buraya geldik, normal PC yoktu. Bir bilgisayarın başında sıra vardı. Baktım olacak iş değil... İstanbul, Ankara’nın 60-70 yıllık sıcaklık verilerini döktüm. Böylece ilk iklim çalışmalarına başladım.

Haberin Devamı

Afet yönetimi çalışmalarına nasıl başladınız?

99’daki depremden sonra da afet yönetimiyle ilgilenmeye başladım... Amerika’da öğrenciyken hortum avına çıkardık. Dünyada 31 doğal afet var, bunun 28’i havayla ilgili. Üniversitenin FEMA (Federal Emergency Managment Agency) eğitimine başvurdum. Klasik dersleri vermeyi bıraktım, meteorolojik afetler, fırtına, sel dersine başladım.

“Ders alacak bir beyin, sistem yok!”

20 yılda afet bilinci açısından ne değişti?

Maalesef değişen çok şey olmadı.

Çok felaket yaşadık, ders olmadı mı?

Ders alacak bir beyin, sistem yok. Gündelik işlerde kaybolunmuş. İllerde afetle ilgili vali yardımcıları var. Bunların eğitimi yok, işi işte öğrenmeye çalışıyorlar. Bürokrasinin çoğu, konusunda eğitim almamış insanlardan oluşuyor. Bu da Türkiye’yi yerinde saydırıyor. Afet yönetimine bilim olarak bakılmıyor.
Bir de şova kaçıyoruz...

Haberin Devamı

Nasıl?

Afette bir bebek kurtarıp destanlar yazıyoruz.
Ama 20 bin kişi ölmüş, onu unutuyoruz. Türkiye’de afet yönetimini arama kurtarma problemi olarak görüyoruz. Oysa bir kalkınma problemidir. Kalkınmakta olan ülkeleri yoksulluk tuzağına düşürür. Öncelik riski azaltmaktır... Mesela İstanbul’da 50 bin binanın çökmesi bekleniyor. Buna hazırlanalım diyen adam yalan söyler, çünkü 50 bin tane arama kurtarma ekibi yollayamazsın.

Kentsel dönüşüm bu anlamda işe yarayacak mı?

Kentsel dönüşüm değil, kentsel yenileme şu anda. Bütün bakılmıyor, büyük fırsat kaçırılıyor. Seller oluyor, TOKİ’nin evleri dahil yepyeni evler su altında kalıyor. Kentsel dönüşüm içinde sosyoekonomik şeyler var, biz sadece fiziksel tarafına bakıyoruz. Yenileme yapılırken sadece deprem değil, seli, heyelanı, yangını dikkat alsak büyük kazanç. Çürük binayı yıkıp aynı yere sağlam bina yapsanız da sel riskini değiştirmiyor. Geç kalmış bir şey ama kapsamı dar. Fazla zamanımız yok...

Haberin Devamı

Ne yapılabilir peki?

Önce riski azaltmak lazım. Riski yönetilebilir seviyeye indireceksin ve hazırlık yapacaksın. Bunu depremden sonra yapmak lazım; şimdi unutuldu, hassasiyet azaldı. Geç kalındı. Türkiye’de bir medeniyet gerilemesi var. Hazine malına, dere yatağına ev yapmak, kat yapmak filan. En büyük problem; inşaat sektöründe düzenleme yok. 1400’lerde Kanuni “İstanbul’da her çekici alan inşaat yapmasın” diye ferman çıkarmış.
Şu anda herkes müteahhit! İnşaat kalfasına diploma gerekmiyor. Mesela Ihlamur Kasrı var... Merdivenlerle çıkıyorsun. Onu yapanın bilgisayarı da diploması da yoktu. Ama sel yatağı olduğunu biliyor. Şimdi civardaki binalara bak; sıfır giriş yapıyor.

Bizi bekleyen en büyük tehlike sizce ne?

Milli Güvenlik’in kırmızı kitabı var ya... Türkiye’nin kırmızı kitabı olsa, birinci sırada İstanbul depremi olurdu. Ülkenin ekonomisi, milli güvenliğine, her şeyine daha büyük bir tehlike yok. Aslında Marmara depremi gerçekten ilahi bir uyarıydı. Belediye hâlâ iskan, ruhsat veriyor. Binalar çürük. Böyle bir belediye, devlet olmaz. Marmara Adası’nı sel basmış haberi vardı. Ada ne demek? Böyle bir yerde su kolayca denize akar, Konya Ovası değil burası. Böyle bir
yerde sel oluyor! Bunu nasıl başarıyoruz yani? Beşiktaş’ta bile su denize ulaşamıyor... Çin Seddi var! Karadeniz Otoyolu, aynı şekilde. Kırmızı kitabın ikinci sırasında iklim değişikliği var.

Yıldırımlı havada maç yapılır mı?

Salı günü mesela 35 bin kişi stadyumda, açıkhavada duruyor. Çarpma tehlikesi çok yüksek. Bilgisizlik, kültürsüzlük bir angaryadır gidiyor. İnsanların deprem bilgisi yaptığınızla ölçülür. Evinde ne kadar hazırlık yapmış? Biliyor ama yapmıyorsa kıymeti yok. Konferanslarda soruyorum yatağınızın yanında gardırop var mı diye. Sabitlediniz mi? Yok!
Onu da mı ben yapacağım? Sonra dalga geçiyor “Hocam o tarafta eşim yatıyor” diye.

“İnsanlar kendi karbon ayak izinden sorumlu olduğunu, günah olduğunu bilmeli. Öteki tarafta karbon ayak izinden hesap sorulacak”

İklim değişikliğini yıllardır anlatıyorsunuz... Var mı bir bilinç değişikliği?

İnsanların davranışlarını belli bir yaştan sonra değiştiremiyoruz. İklim değişikliğini şöyle anlıyor: Kutupta bir ayı, üzerine çıkacak buzul bulamıyor... Millet bunu anlıyor. Pencereden bakınca anlamıyor. Birey olarak ne yapacağını bilmiyor. Magazin malzemesi görüyor. Devlet de böyle. Bakıyorsun yeni yapılmış yolu su basıyor. Adam drenaj sistemini
50 yıl öncesine bakarak yapıyor. Oysa yağış aynı değil, dikkate almıyor. İklim değişikliği bu. Soruyorum mesela en temiz enerji hangisidir? Rüzgar, güneş, sayıyorlar. En temiz enerji, kullanılmayan enerjidir. Mesela kışın eve gidiyor, içerisi havasız, sıcak.
Herkes ilk iş camı açıyor. İstediğin kadar anlat, gündelik hayat aynı. Bizim hanım da. Bulaşığı illa akar suda yıkayıp makineye koyacak.

E çıkmıyor o kirler!

O zaman durgun kapta çalkala! Herkes her yere arabayla gidiyor. Ankara’ya uçak yerine trenle git...

Bu kadar küçük şeyler fark yaratıyor mu?

Şimdi bizde ısraf kültürü kalmadı. Amerika’da yeni kampanyanın adı “Anneni dinle”. Anneler der ya “ışığı kapa, su niye açık” diye. İnsanlar kendi karbon ayak izinden sorumlu olduğunu, günah olduğunu bilmeli. Öteki tarafta karbon
ayak izinden hesap sorulacak.

Kutsal kitaplarda boyle bir şey yazmıyor ama!

Karbon ayak izi diye yazmıyor, ama israf var. Doğaya verdigimiz tahribat, canlılara verdigimiz eziyet de hesaba dahil. Kötülük sadece çalma çırpma değil. Kutsal ekoloji bu. Eskiden Maçka’da sel olan bir boğaz vardı. Burası beddualı derlerdi ve kimse orada ağaç kesmezdi. Van’da Muradiye Nehri vardır. İnci kefalleri girer, yumurtlar geri döner. Eskiden ‘Balıklar şeyhine gidiyor,
günahtır’ derlerdi. Böylece kimse balıklar yumurtlayacağı zaman dokunmazdı.

“Müdahale zurnanın son deliği. 20 bin kişi ölecek, 200 kişiyi nasıl kurtarırız? Mantık, mantık değil”

* İklim risk yönetimiyle ilgili BM’ye iki tane rapor hazırladım. İlki Türkiye’de afet riski azaltma ihtiyacı. Bizde tüm konuşmalar müdahale üstüne. Müdahale, zurnanın son deliği. 20 bin kişi ölecek, 200 kişiyi nasıl kurtarırız? Mantık, mantık değil. Bunları söyleyince de kızıyorlar.

* Türkiye’deki afet yönetimi tecrübesi bu, enkaz kaldırmak. Adam deprem olan bir ilde çadır dağıtıyor. Sonra bu adam afet yönetimini bilir diye kurumların başına getiriliyor. Anlat anlatabilirsen, afet yönetimi
bu değildir diye!

“Riske hazırlanırken bilgiden, bilimden yararlanmıyoruz”

* Türkiye, 2005’te Japonya’da belirlenen çerçeve eylem planını benimsemiş. Kanun hükmünde bir belge ama bilmiyor bürokratlar. Buradaki beş eylem önceliğine göre Türkiye’nin eksikliklerini çıkardık afet riski zararını azaltmak için. Türkiye müdahale ve iyileştirmede iyi durumda. Ama bu kriz yönetim kısmı. Başarılı olabilmek icin risk yönetimi yapmak lazım. Biz riske hazırlanırken bana göre, sana göre yapmaya çalışıyoruz. Bilgiden, bilimden yararlanmıyoruz.

* Sağlık Bakanlığı mesela ilk raporda ‘bizden bahsetmediniz’ diye kızdı. Helikopter alıyorlar. Ama halkı, afette ne yapacağı ile ilgili bilgilendirmiyor. Afette en önemli şey nedir biliyor musun? Doktorlar, askerler, valilik değil. Kendisi! Afet anında istersen başbakan ol, tek başınasın! Hazırlık toplumsaldır. Türkiye’de tam tersi... Afet anında İstanbul’da bir milyon kişiye yardım gerekecek, deniyor.
Nasıl ulaşacaksın? Eğer insanları hazırlamazsan afete, altından
kimse kalkamaz.

“İklimi ne kadar bozarsan o kadar elektrik ihtiyacı doğar”

* Küresel iklim değişikliği demek, tüm parametrelerde uç değerlere kaymak demek. Ya hiç yağmıyor uzun süre, kuraklık oluyor ya da yağınca çok şiddetli yağıyor. Toplumda orta direk var ya, onun kaybolması gibi düşünün.

* İki derece artacak deyince “Aman hocam boşver kışın iki derece artsın
ne olacak?” diyor. İki derece artış afetlerde kat kat fark eder. 1960’larla 2000’i karşılaştırdığında meteorolojik afetler üç kat artmış. Ekonomik kayıplar 9 kat, sigorta kayıpları 15 kat arttı.

* İklim değişikliğinin nedeni sera gazları, petrol, kömür, doğalgaz... Türkiye bunlara bağımlı. Cari açığın bir kısmı da bundan kaynaklanıyor. Yatırım yapılıyor, ne kadar cok kullanırsak iklimi bozuyoruz. İklimi ne kadar bozarsan o kadar çok elektrik ihtiyacı doğuyor. Bu ekonomik kararsızlık oluşturuyor. Şeytan üçgeni gibi. Tükettiğinle ürettiğini eşitlemek gerekiyor. Zor ama öyle. Şu anda
1 Türk, 1.5-2 gezegen tüketiyor.

* Türkiye’de ezberler var.
“Sel olacak İstanbul’da vatandaşların dikkatli olması rica olunur” diyorlar mesela. İyi de vatandaşa selde ne yapacağını öğrettik mi biz? Hangi kitapta var? Hayat bilgisi kitabında hayata dair hiçbir şey yok! İncik boncuk!
Bir yıldırımda nasıl korunulur? Futbol federasyonu da bilmiyor, hükümet de bilmiyor.

“Akıllı bina var, akıllı insan yok!”

Samsun’un eski köylerinde evler direkler üzerine yapılır, üstte oturulur.
Bu damdan düşmeleri yabancılara anlatamıyoruz. Eskiden güne bakan diye bir kulübe varmış. Kapıları, gece rüzgarın estiği yöne çevrilirmiş. Ordan gelen rüzgar evde doğal bir sirkülasyon sağlıyormuş. Geleneksel mimari, bilgi, kültür yok oldu. Karadeniz’de gençler ev yapacağı zaman köyün yaşlıları gelip yer tespiti yapardı. Bakmayın akıllı telefonlarımız, akıllı evlerimiz var... Ama akıllı insan yok! Sürekli bir hafıza kaybı var, sürekli deneme-yanılma yöntemiyle öğreniyoruz.