Pazar ‘Anlam, cevapta değil sorularda’

‘Anlam, cevapta değil sorularda’

09.12.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:

Bu hafta Kemal Hamamcıoğlu’yla yeni kitabı “Aşk Hikayesiyle Gelir” i konuşmak için buluştum. “Hayat, ‘Neden yaşıyorum?’ la başlıyor. ‘Bu şey neden hayatımda?’ ya da ‘Bu şey neden hayatımdan gitti?’ diye devam ediyor. Soruları arıyorum hayatta bu yüzden. Anlam cevapta değil sorularda” diyor.

‘Anlam, cevapta değil sorularda’

‘Anlam, cevapta değil sorularda’
İstanbul’da köpeğiyle yaşayan yalnız bir adam o… Yalnız dediysem aslında belki de hepimizden çok daha kalabalık. Onunki seçilmiş bir yalnızlık. Kemal Hamamcıoğlu kitaplarda, tiyatro oyunlarında, aşkı ve hayatı anlattığı videolarında kalabalıklaşıyor. Yeni romanı “Aşk Hikayesiyle Gelir”de de bir apartmanda yaşayan insanların hikayesini anlatıyor bize… “Hayat anlam arayana hep cevap verir” diyor Hamamcıoğlu ve yaptığı her işle biraz daha çoğalmak ve içindeki iyiliği yaymak istiyor anladığım. “Ben hayvanlar için ne yapıyorum, imza günlerinde köy okullarındaki çocuklar için ne kadar kitap toplamışım bunun derdindeyim. Hayallerim benden büyük anlayacağınız. Yaşatmak için kurulu bütün hayallerim” diyor ve “Aşkın hakiki olduğu bir dünya” arayışında olan insanların hikayesini anlatıyor.

Haberin Devamı

-Yeni çıkan kitabınız “Aşk Hikayesiyle Gelir” ne anlatıyor?

Roman bir odaya, bir sokağa, bir şehre, bir anıya sıkışanların birbirlerini teğet geçen hikayelerini anlatıyor. Yaşama özlem duyan “Özlem” bir ışık huzmesi içerisinde tekinsiz bir gece göğe çekiliyor, doğayı kalbinde taşıyan bir dünyanın içine düşüyor böylece. O düşüşün ardından birbirini teğet geçenler, çarpışarak iç içe haykırmaya başlıyorlar özlemlerini.

-Özlem kocasına aslında sandığı kadar yakın olmadığını, onu bir yabancı gibi hissettiğini anlayınca mı uzaya kaçırılıyor? Farkındalıkla başlıyor sanki bu uzaya kaçırılma hikayesi?

Özlem hayatı boyunca kendini bir yere ait hissetmemiş. Uykuya aç her gece yatağından koparılmayı ve başka bir dünyada hayatına devam etmeyi arzulamış. Hayat, boşluğunu kabul ettiğinde ona cevap veriyor. Hayat, anlam arayana hep cevap verir.

Haberin Devamı

‘Anlam, cevapta değil sorularda’

-Nasıl bir dünya peki Özlem’in aradığı bu dünya?

Aşkın hakiki olduğu bir dünya...

-Aşkı burada, bu dünyada hakiki yaşamıyor muyuz o zaman?

Yaşıyor muyuz ki, aşkı yaşayalım? Yaşatan aşkı yaşar, yaşatan çarpar ve yaşayana kavuşur.

-Neden bu kadar çok aşkı anlatıyorsunuz? Sosyal medyada yayınladığınız videolarınızda da aşık olma halinden kesitler var hep…

Aslında ben birçok konuyla ilgili yazdım ve yazıyorum. Ama aşk demek ki güçlü ve çoğunluğun aradığı, arzu duyduğu bir mesele ki ona odaklanıyorlar. İnsan neye açsa onu odağı yapıyor. Yoksa öteki olmak üzerine “Garaj” diye bir oyun yazdım. Hayvan hakları üzerine “Baldan Karanlık” diye bir oyun yazdım. Bir kadının yıkımı üzerine “Kaplan Sarılması” diye bir oyun yaptım. Asker olmak ve şiddetin her hali üzerine “Kabin” diye bir oyun yaptım. Bunların hiçbirinde esas mesele aşk değildi. “Birini Pencere Kenarına Çiçek Koyacak Kadar Sevmek Lazım” romanında da esas mesele yalnızlıktı. Yeni romanımda da, çocuk olmak, eşcinsel olmak, anne olmak, aldatılmak, doğanın yok edilişi, insanın hainliği, sokağın yalanları gibi bir sürü konu başlığı var. Görmek isteyen görür. Bende sırf aşkı görene bu yüzden körkütük aşk dilerim.

Haberin Devamı

-Sevgili olma halinde yaşanan fiziksel dokunuşları, bir saç okşamasını, el ele tutuşmayı bile çok dokunaklı anlatmışsınız. Yaşarken de anlattığınız kadar hissederek mi yaşıyorsunuz?

Yaşarken de öyle. Zaten yaşarken güçlü hissetmeyen yazamaz. Hissetmeyen, hissetmeyi reddeden andan anı yaratamaz.

-Bu kadar duygu yoğunluğuyla yaşamak da yük değil mi?

Şuursuz bir halde yazmıyor ve yaşamıyorum. Sağlıklı bir kalple yazıyor ve yaşıyorum. Başka türlüsünü bilmiyor, başka türlüsünü merak da etmiyorum. Sefillerin uzağında seçilmiş yalnızlığımda çok mutluyum.

“Göz göze öpüşebiliyorsan eyvallah”

-Aşkı tutkudan ayıran ne?

Aşk her teni çekmez, ama tutku yaşam açlığından bazı tenleri arzulayabilir ama orada sancı hiç yoktur, uyuşma ihtiyacı vardır. Ben hayata merakla bakan, hayata bir şey sunan, hayattan aldığı şeyi büyüterek hayata verene aşık oluyorum. Tutkulu çok az insan var, sevmeye ve sevişmeye hazır çok az insanın olduğu gibi.

‘Anlam, cevapta değil sorularda’

-Ne gibi?

Göz göze öpüşebiliyorsan eyvallah ama gözün ve ışıklar kapalıyken sevişiyorsan orada masal yok.

Haberin Devamı

-Siz masalsı bir şey arıyorsunuz o zaman?

O çarpışmayı arıyorum… Benim her yazdığım oyunda, romanda çarpışma vardır. Birisi birisiyle çarpışır devrilir ve devrildiği yerden kendi ayakları üzerinde kalkmak zorundadır. Ben hep kendi başına ayağa kalkmaya çalışan ve ayakta durmaya çalışan insanların hikayesini takip ettim.

-Yaşamlarındaki bir boşluğu doldurmak için hayatına olur olmadık kişileri alanları dışarıda bırakıyorsunuz bir bakıma?

Evimde hakiki mutluluklar yaşıyorum. Boş, gündelik kalabalıklarda mutluymuş gibi yapacak zamanım yok. O daha büyük bir yalnızlık. Ben koltuğumda çok kalabalığım köpeğim yanımdayken, pencerem açıkken, soğuk kahvemi içerken…

-Bu kadar iddialı hikayeler yazıp, duygulara hitap ederken aslında insanları sarsıp kendine mi getirmeye çalışıyorsunuz? Videolarınızda da özellikle sarsıcı bir taraf var.

“İnsanlar ne der?” ya da “İnsanlar nasıl bulur?” diye hiç yazmadım. Ben kendi sarsıntılarımı, inandığım sabahları yazdım. Kalbin kalbi gördüğü yerde beraber sarsıldık.

Haberin Devamı

“İnsan bekletir, hayvanlar ve doğa bekler”

-Kitabınızda da geçiyor “Evi kalbinde” diye. “Evi kalbinde” olmak ne demek?

Bir seyahatte çıkmıştı evin kalbi. Mülteci bir kadın çarşafla çocuğunu sırtına bağlamış, elleriyle diğer iki çocuğunu tutmuş yağmur altında dimdik yürüyordu. Dedim ki o an; evi aslında kadının kalbinde, evini kalbinde taşıyarak yürüyor. Benim hikayelerim dimdik yürüyenlerin yağmurunda ıslanıyor.

-Bir kedi ve kedinin mandalina kabuklarını burnuyla itelemesi de hikaye ediliyor kitapta. “Bunu ancak anlamak isteyenler anlar” diye de devam ediyor. Nedir o anlayamadığımız?

Kitaptaki kedi Sıdıka’nın hikayesinde ona bakan yaşlı kadın daimi olarak mandalina yiyor ve sürekli onunla aynı koltukta baş ucunda oturuyor Sıdıka. Ve kadın bir gün koltuğunda kucağında mandalina kabuklarıyla öldüğünde ardından geriye bir tek mandalina kabukları kalıyor. Kedi de evde unutuluyor. Kadından ona kalan tek koku, tek doku o mandalina kabukları. Bu bana çok acı geliyor, bir kedinin mandalina kabuklarını odadan odaya taşıyarak sahibini beklemesi… Hayat çok sert!

‘Anlam, cevapta değil sorularda’

-Kedi bekler mi sahibini?

İnsan bekletir. Hayvanlar ve doğa ise her zaman bekler. Eşya da bekler.

-Eşya da mı?

Bardağım da, koltuğum da, sardunyalarım da eve hep geri dönmemi bekledi. Onlar kadar beni uzun süre bekleyen olmadı. Doğruya doğru…

-Her şeyde bir anlam arıyorsunuz anladığım…

Hayat bir anlam arama meselesi. Hayat, “Neden yaşıyorum?” la başlıyor. “Bu şey neden hayatımda?” ya da “ Bu şey neden hayatımdan gitti?” diye devam ediyor. Soruları arıyorum hayatta bu yüzden. Anlam cevapta değil sorularda.

-Sosyal medyada paylaştığınız videolar peki?

Kimi dergide, kimi kitapta, kimi internette ürettiklerini yayınlıyor, ben de ürettiklerimi oyuncu arkadaşlarımın performanslarıyla video olarak sosyal medyada paylaşıyorum.

-Sinema eğitiminiz var zaten değil mi?

Sinema okudum, sinema üzerine yüksek lisans yaptım, doktoram devam ediyor, üniversitede hocalık yapıyorum. Yaratıcı yazarlık atölyeleri veriyorum. Öğrenerek ve öğreterek üretiyorum.

-Sosyal medya aşkı, aşka bakışımızı insanlara bakışımızı değiştirdi mi? Başka bir forma dönüşecek mi duygular ileride sizce?

Teknoloji sana diyor ki “Bu zaman senin zamanın ister bana teslim olursun, ister yaşama teslim edersin kendini”. Onun dengesini kurmak herkesin kendi seçimi. Neyi seçersen, seçtiğin kaderin oluyor. Ben göz göze, ten tene ve ışıklar açıkken gözlerini kaçırmadan kurulan ilişkilerde varım.

“Hayallerim benden büyük”

-Siz oyunlar da yazıyor ve sahneliyorsunuz… Yeni oyun var mı yakın gelecekte izleyebileceğimiz?

Yeni oyun olacak… Toy İstanbul’da geçen sene “Baldan Karanlık” oyununu yaptım. Oyun ormana atılan bir köpeğin hikayesini anlatıyordu. Metin Akdülger sağ olsun, o terk edilişi şahane oynadı. Ormanda kelimelerim onun sesinde, bedeninde nefes aldı. Oyuna sokak hayvanları için kolilerce mama gelmişti. Mamaları ormana terk edilen köpeklere götürdük Metin’le. İyi ki dediğim işler ürettim hep. Ben hayvanlar için ne yapıyorum, imza günlerinde köy okullarındaki çocuklar için ne kadar kitap toplamışım bunun derdindeyim. Hayallerim benden büyük anlayacağınız. Yaşatmak için kurulu bütün hayallerim. Yeni oyunumun meselesi de aşktan öte bir aşk olacak. Aşk hep olacak! Ve aşk hep hikayesiyle gelecek…