Pazar “Araba koleksiyonu yapmak yerine iş hayatında bir şey başarmayı tercih ederim”

“Araba koleksiyonu yapmak yerine iş hayatında bir şey başarmayı tercih ederim”

08.08.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Otomotiv sektörünün önemli isimlerinden Jan Nahum: “İlk lüks arabamı 42 yaşımda aldım. O yaşa kadar yerli arabaları kullandım. Yerli otomobil şirketlerinde müdürken yabancı arabaya binmek olmazdı çünkü”

“Araba koleksiyonu yapmak yerine iş hayatında bir şey başarmayı tercih ederim”

Jan Nahum çok iyi bir hikaye anlatıcı. Her ne kadar çocukları
o uzaylılar hakkında konuşmaya başladığında bulundukları odadan tüymeye çalışıyorsa da (Nahum’un yalancısıyım!) ben onu hipnotize olmuş bir halde dinliyorum.
Otomotiv sektörünün duayenleri arasına giren Nahum, Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç’un ortağı ve en yakın dostu Bernard Nahum’un oğlu. Bize önceden “Söyleşi ve fotoğraf çekimi için sadece bir saati var” tembihi yapılmış olsa da yarım saat daha çalıyoruz Nahum’un zamanından. “Çalıyoruz” dedim çünkü Hexagon Yönetim Kurulu Başkanı ve Karsan Murahhas Azası olan Nahum’a 24 saat az geliyor. Eskiden ona üç saat uyku yeterken şimdi bu süre beş saate uzamış. Nahum “Mükemmelliyetçilik çok vakit alıyor. O yüzden çok çalışmak zorundayım” diyor. Uyku saatini ertelemek için röportaj boyunca, gün sonunda 20 fincana tamamlayacağı kahvesinden içiyor.

Haberin Devamı

Babanız Koç Holding Otomotiv Grubu Başkanı iken siz aynı grupta genç bir mühendis olarak çalışıyordunuz. Babanızla iş konusunda çok kavga eder miydiniz?
Levent’teyken şirketten çıkıp öğle yemeklerine Ulus’taki evimize giderdik. Babam, ben ve abim. Öğle yemeğinde işle ilgili kavga etmediğimiz gün enderdir. Bir gün onun iftihar ettiği yöneticilerden bir tanesini abimle paraladık, “Yanlış yapıyor” diye söylendik hakkında. Neredeyse kan gövdeyi götürecekti. Annem “Bir daha eve yemeğe falan gelmeyin. İstemiyorum sizi” derdi. Bıkmıştı kavgalarımızdan.

Siz “Bir işkoliğim” diyorsunuz. Babanıza mı benziyor bu huyunuz?
Hayır. Akşam 8 gibi eve geldiğinde onun için iş bitmişti. Benim için bitmez.

Nasıl bir öğrenciydiniz?
Abim bir defa okur ve öğrenirdi, benim yedi kez okumam gerekirdi. Çok fazla zeki olmadığım için eksiğimi çalışarak kapatıyordum. Hem çalışırdım hem de haylazlık yapardım. Bogaziçi Üniversitesi’nde okurken sınıftan atıldım. Sınıfı öyle birbirine katardım ki! Gençken biz de dağıtırdık. Gece kulüplerinde sabahlardım. Otomobil yarışı yapardım. Bunlara rağmen üniversiteden sıkı bir ortamayla mezun oldum, 3,42 ile.

Oyuncak arabaları parçalayıp tekrar birleştirmeye çalışan bir çocuk muydunuz?
Evet. Motorlarını parçalayıp tekrar takardım. Babamın yurtdışından getirdiği Popular Mechanics ve Popular Electronics dergilerini karıştırırdım. 1950’li yıllarda Ankara’dan İstanbul’a gitmek 12 saatlik bir yolculuk demekti. Ailecek Ankara-İstanbul hattında çok yolculuk yaptık. Abimle yolun ilerisinde beliren arabaların modelini, üretim tarihini tahmin etmeye çalışırdık. Babamla birlikte, Koç Grubu’nun Ankara’daki Ford işinin tamirlerinin yapıldığı garaja teftişe giderdik. Arabaya kim çarpmış, ne olmuş, parçası geldi mi gelmedi mi? O yıllardan içime işlemiş demek ki. Onun için mühendislik eğitimi aldım. Onun için abim motor tasarımı okudu, ben ise gövde tasarımı okudum.

Hâlâ üç saat mi uyuyorsunuz?
Hayır daha fazla, 5 falan. Dokuz saat uyuduğum günler de oluyor artık. Bu işe çok canım sıkılıyor ama. Daha az uyumanın yolunu arıyorum. Mükemmelliyetçiyimdir. Mükemmelliyetçilik çok vakit alıyor.
O yüzden çok fazla çalışmak zorundayım.

“Karım kişisel asistanım gibi. Bankaya gitsek beni değil, karımı tanırlar”

Bu kadar işle başa çıkarken kendinizi nasıl şarj ediyorsunuz?
Ailem beni inanılmaz dinlendiriyor. Allah’a şükür ev ortamım huzurlu. Kimi “Biz evde televizyonu açmayız” der. Bizde tam tersi. Hani bir reklam var, adam maç izliyor. Evin her yerine TV yerleştirmiş. Buzdolabına bile. Bizimki de üç aşağı beş yukarı öyle bir ev. Buzdolabındaki hariç tabii. Dizi ve film seyrederek kafamı dağıtırım çünkü. “CSI” ve “Law&Order”ı izlerim örneğin. Hafta sonları bulaşık yıkarım, yemekten sonra sofrayı toplarım. Bu işler de beni rahatlatır.

Karınız bu temponuza katlanmakta zorlanmadı mı başlarda?
Karım çok anlayışlı, destekleyici bir eş. Hep öyleydi. Her şeyimi o yapıyor.

Bir kişisel asistan gibi mi?
Fazlası. Bana bugün gelse dese ki
“20 gün tatile gidiyorum”, resmen kitlenirim. Bankaya gidip para çekecek olsam beni tanımazlar. O işleri de karım halleder. Ben bir tek işimle uğraşırım, geri kalanları da karıma bırakırım.

“Araba koleksiyonu yapmak yerine iş hayatında bir şey başarmayı tercih ederim”


“Oğlum ‘Annem olmadan seninle arabaya binmem’ dedi”
Üç oğlunuz var. Aranızdaki ilişkiyi mesafeli olarak mı tanımlarsınız, yoksa samimi mi?
Büyük oğlum ben 34’ümdeyken doğdu. O yıllarda Otokar’da genel müdürüm. Bana Koç’taki yöneticiler demişler ki “Git elini taşın altına koy, boyunun ölçüsünü al.” Ben de onlara göstereceğim hırsıyla çok çalışıyorum.
O kadar ayrı kalmışım ki çocuktan... Bir hafta sonu bir şey almak için dışarı çıkacağım, “Can benimle gelsene” dedim. Bana “Annem olmadan seninle arabaya binmem” dedi.

“Ben uzaylılara merak sarınca çocuklarım benden uzaklaştı”
O an bu kadar çok çalıştığınızdan ötürü oğlunuza karşı büyük bir pişmanlık duymadınız mı?
Ben onun için bir yabancı gibiydim. Benim içimi yaktı bu olay. Ama şimdi çocuklarla çok yakınız. Can’dan dört yıl sonra iki oğlum daha oldu, ikizler. Çocuklar 12-13 yaşlarına geldiğinde Bursa’da Tofaş basket takımı kurulmuştu, onunla ilgili işlere gidiyordum. Çocuklara da benimle gelmelerini teklif ettim. “Haydi basket maçlarını izleyelim” derken müthiş bir ilişki başladı aramızda.

Oğullarınız da sizinle aynı sektörde mi farklı bir sektörde mi çalışmayı tercih ettiler?
Oğullarım da benim gibi mühendislik okudu. Biri sistem mühendisi, biri teknolji mühendisi, biri de çevre mühendisi. Bu üçlü, ben sekiz-dokuz yıldır uzaya merak sarınca benimle alay etmeye başladılar. Ve de benden uzaklaşmaya...

Neden, siz uzaylıların varlığına inanıyorsunuz onlar inanmıyor diye mi?
Daha önce uzaylıların dünyaya geldiğine ve yine geleceğine inanıyorum. Bununla ilgili hikayeleri anlatmaya başlayınca çocuklar yavaş yavaş odadan sıvışıyorlar. Biri “Ben tuvalete gidiyorum” diyor, diğeri “Bir şeye bakacağım”. Anlayacağınız sporla yakınlaştık, uzaylılarla uzaklaştık onlardan.


“Gençken de işte bugünkü kadar iddialıydım”
New York taksi ihalesine girdiğiniz Karsan taksi yıllar önce geliştirdiğiniz Çağdaş adlı otomobilden yola çıkılarak hazırlanmış. Çağdaş’ın o yıllarda üretime geçmesine babanız onay vermemiş. Hikayeyi anlatır mısınız?
1976’da abimle birlikte Koç Holding’de Araştırma ve Geliştirme Merkezi’nde çalışıyordum. Otosan’ın üst yönetimi piyasadaki diğer arabalarla rekabet edemeyen Anadol için farklı
bir model arayışına girdi. Bertone’ye yeni bir model siparişi verildi. Adı FW11 olacaktı. Biz de Koç Holding’in Araştırma ve Geliştirme Merkezi olarak “Biz yaratalım yeni modeli” dedik.

Hemen “Tamam siz yapın” diye teslim ettiler mi görevi size?
Hayır. Yönetim bize güvenmiyordu. Genciz, tecrübemiz yok. “Peki siz de yapın. İkisinden birini seçelim” dediler.

Bir yanda genç ve tecrübesiz bir ekibin tasarladığı Çağdaş, bir yanda Bertone tasarımı FW11. Sizin proje direkt çöpe mi gitti? Şans verdiler mi?
Kararı Koç Holding Otomotiv Grubu Başkanı babam Bernard Nahum verecekti. Bizim arabayı beğendiler. Bir yanda ortağın arabası bir yanda AR-GE ekibinin. Yöneticiler aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumundaydılar. Sonunda Anadol’u modernleştirmeme kararı aldılar. Çünkü bu iki arabayı geliştirmek de yüksek maliyet istiyordu.

“Babam ‘Böyle araba olmaz’ diyerek tekme attı”

27 yaşında yaşadığınız hayal kırıklığı bugünkü Jan Nahum karakterinin oluşmasını nasıl etkiledi?
Biz AR-GE ekibi olarak genellikle yapılanı tenkit eder, “O böyle olmaz, böyle olur” derdik. Herkesi karşımıza alırdık. Biz genç mühendisler olarak
o dönemde yöneticilerden inanılmaz dayak yedik. Sözleriyle dövdüler bizi. Babam dahil! O oğullarını kayırıyor gibi görünmemeye her zaman dikkat etti. Katiyen teşvik görmedik. Çağdaş’tan sonra Anadol’u tekrar değiştirmek istediler. Prototip yaptık. Ben proje sorumlusuydum. Babam prototipi görür görmez “Böyle olmaz” diye arabaya tekme attı. Bunlar olurken çok gençtim ama bugünkü kadar iddialıydım yaptığım işte. “Her şeye rağmen ben yapacağım” hırsını o günlerde yakalamaya başladım.

Otomobil sektörü geçmişiniz
neredeyse 40 yıla yaklaştı. Peki otomobil koleksiyonu yapıyor musunuz?
Hayır. Koleksiyonculuğu sevmiyorum. “Benim şu koleksiyonum var” demek yerine “Ben iş hayatımda şunları yaptım, ettim” demek daha çok hoşuma gidiyor.

Lüks araba merakınız var mı?
Bizim ailenin ilk arabası Anadol’du. Abim İngiltere’ye okumaya gidince onun Anadol’u bana miras kaldı. Ben ilk lüks arabamı, ki ikinci el Range Rover lüks sayılırsa, 1992’de, 42 yaşındayken aldım. Bu tarihe kadar hep Tofaş ve Otosan’ın ürettiği yerli arabaları kullandım.
Meslek icabıydı biraz. Yerli otomobil şirketlerinde müdürken yabancı arabaya binmek olmazdı.


“Orhan Pamuk’un babasından fırça yedik”
“Koç Araştırma ve Geliştirme’yi kurduğumuz 1970’lerin başında her Koç şirketi gidip kafasına göre bilgisayar alıyordu. Biz de böyle bir anarşi olacağına tek bir merkezi sistem kurulsa, standartize etsek diye düşündük. Koç Holding’in Stratejik Planlama Teşkilatı’nın başında Orhan Pamuk’un babası Gündüz Pamuk vardı, planlama koordinatörüydü. Takdimimizi ona yaptık. Gündüz bey sabırla dinledi bizi. Biz susunca fırça atmaya başladı. ‘Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Dev aynasında mı görüyorsunuz kendinizi? Çıkın gidin odadan’ diye bağırdı. Şaşkınlıktan küçük dilimizi yutacaktık. Pılımızı pırtımızı toplayıp kaçtık gittik.”