Pazar "Artık çıtayı yükseltmeye hakkım var"

"Artık çıtayı yükseltmeye hakkım var"

01.07.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Büyüyorum ve değişiyorum" diyen Özcan Deniz yeni albümü "Ses ve Ayrılık"ı füzyon olarak tanımlıyor. Oyunculuğu ile ilgili olarak da "Artık diziden sıkıldım. Birkaç tane daha çekip bırakacağım" diyor

Artık çıtayı yükseltmeye hakkım var

"Füzyon müzik yapan" Özcan Deniz: Her şey Denizle yeni albümü "Ses ve Ayrılık" üzerine konuşmak için Seyrantepedeki stüdyoya gitmemizle başladı. Burada hem şarkıları canlı canlı dinleyecektik hem de arkada sazlarla, vokallerle fotoğrafları çekecektik. Şahane bir görüntü yani. Ama olmadı. Çünkü benim makinem "delirip" fotoğrafların çoğunu flu çekti. Özcan Deniz bize poz verdi, kıpırdamadı, orkestrayı durdurdu, çekime yardım etti. Yok, mümkün değil. Neyse ki ertesi gün için tekrar randevu koparabildik.Ertesi gün oldu. Bu sefer de önce foto muhabirimizin makinesi bozuldu. Hemen gazeteden ikinci bir makine getirtik. Makine geldi. Evet, o da bozuldu. Ben çantamdan kendi fotoğraf makinemi çıkardım. Onun da şarjı bitti. Aslında Özcan Denizin arabasında bir makine varmış ama vermedi, "Siz şimdi bozarsınız!" dedi.Fotoğraf çekimi zorlu, röportaj kalabalık geçti. Çünkü prova yapmak için röportajın bitmesini beklemekten sıkılan saz ekibi de bizimle oturdu. Böylece 20 kişi ile birlikte yaptığımız söyleşide Özcan Deniz yeni albümü "Ses ve Ayrılık"la birlikte, kendi ayrılık hikayelerini, eski hatalarını ve yeni projelerini anlattı. Once bir soru; Bir Özcan Deniz röportajında kaç fotoğraf makinesi bozulabilir? Bizimkinde dört makine gitti de. Aman, böyle olsun, boşver. Koşuşturalım daha iyi. Her şey peş peşe geldi. İşlerin aralarına da duraklamalar almadım bu sene. Üç senedir falan bu böyle. Ben sizi hiç boş vaktinizde yakalayamayacağım galiba. Bundan önceki, "Asmalı Konak" dönemindeki röportajımızda da sürekli böyle oradan oraya koşuşturuyordunuz. Hak getire, ne tatili? Nerenin kazası o? Tatil de yok yani. "Bu saatten sonra kimse bana yorumculuğu öğretemez" İki seneden fazla. Bu arada üç tane film çektim. O yoğunlukta bir de albüm hazırlayamazdım. Bu albümün sadece stüdyo çalışması bile dokuz ay sürdü. Bu zamana kadarki stüdyo çalışmalarım içinde en uzun olanı. Üstüne üstlük Arkeoloji Müzesinde yeni şarkılarımla verdiğim konserin kayıtlarını dinledikten sonra yaptıklarımızı beğenmedim. Tekrar stüdyoya girdik. Bir önceki albümünüzden beri ne kadar zaman geçti? Tabii tabii. Sinmese hayatta çıkarmazdım. Şimdi içinize sindi mi? İlk defa yapımcı baskısı altında olmadan albüm yaptım. Çünkü yapımcılar para yatırdıkları albüme müdahale ederler. Piyasa kriterlerine göre bir albüm beklerler. Bu anlayış amatörler için uygundur. Ben 14 senemi verdim bu işe. Yanımda birini eğitirim artık. Aslında ben son birkaç albümdür kendi borumu öttürüyorum. Değişik şeyler yaptım ve bu bir risktir. Ama artık risk almaya, yeni şeyler yapmaya, çıtayı yükseltmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Böyle bir kredim var. Bu albümünüzün diğer albümlerinizden farkı ne sizce? Backgroundumdan dolayı. Birikimim var. 10 yıl öncesinde zaten istemediğim çok şey yaptım. Artık parayı pulu düşünmüyorum. Ciddi bir yol aldım birkaç yıl içinde. Bu yolculuğu müzikal kariyerimle de desteklemek istiyorum. Nerden edindiniz bu krediyi? Yok öyle bir şey. Saçmalık. Bir kere ben yorumcuyum. Bana kimse yorumculuğu öğretmez bu saatten sonra. Bana biri bir şey verir, ben onu okurum. Bazı besteciler okuyuşundan emin olmadıkları insanlara beste verdiklerinde giderler stüdyoya. Ama bu benim için geçerli değil. Nazan da zaten söyleyebileceğine inandığı insana şarkı verir. Sadece sözlerin ağzıma oturup oturmadığına bakmak için bir ön okuma yaptık sadece. Albümden önce dedikodular çıktı. Güya Nazan Öncel, şarkısını okuma biçiminizi beğenmemiş ve stüdyoda sürekli size müdahale ettiği için kavga etmişsiniz. Türk Sanat Müziği gibi yüksek sanatlarda bile toplumun her kesiminden beslenirsiniz. Bu bir şarkı. Ve orada böyle konuşmak icap ediyor. Sinirli bir ifade lazım orada. Edebiyat kitabı değil bu. Halk dilinde de kullanılıyor bu tarz. Tam da "ağza oturmak"tan bahsederken... "Canım" şarkısının nakaratında "Öldürcen mi, yapıcan mı" diyorsunuz. Bu "Kırıcan mı belimi?"den sonra yeni moda oldu galiba. Bu tarz şarkı söylemek sizin ağzınıza ne kadar oturuyor? 600 bin sattı. Tutmadı değil. Sadece çok popüler bir iş yapıyorduk ve onun altında ezildi, o kadar. Her pazartesi gündeme oturan ve en az yüzde 30 reyting alan bir dizi yapıyorduk. Onun altından o albümü yukarılara çıkarmak için de hiç uğraşmadım. Bir klip çekip bıraktım zaten. Bundan önceki albümünüz ne kadar sattı? Bildiğim kadarıyla fazla tutmadı. Hayır. Ama tutmadı da denilemez. Şu an bile ortalığı kasıp kavuran albümlere bakarsanız o tiraja ulaşmış değiller. Peki, 600 bin, Özcan Deniz albümleri satışları için iyi bir rakam mıdır? "Sezenin de Tarkanın da müziğine isim veremezsiniz" O "Hadi Hadi Meleğim" dönemindekiler gibi arabesk falan. Ben de her şeyle birlikte değişiyorum. Zaman geçiyor, buna ayak uyduruyorum. Bir de büyüyorum, artık 32 yaşındayım. Anlayışlarım değişiyor. Aslında ilk üç albümde de piyasadakilere göre farklılıklar vardı. "Meleğim" zamanında herkes darbukalarla, teflerle şarkı söylerken biz "club şarkısı" yaptık. Unkapanında beni dövüyorlardı, "Ulan, kendini doğmadan öldüreceksin" diye. Sizin klasik dinleyicileriniz sizden eskisi gibi bir albüm istiyor olabilir mi? Şu anda sadece benim değil kimsenin tarzına bir isim konamaz. Çünkü herkes değişiyor. Sezen Aksunun yaptığı müziğe de, Tarkanınkine de bir isim veremezsiniz. Pop diyemezsin, arabesk motifleri var içinde. Rock müzik de arabeskin başka bir tarafı mesela. Nil Karaibrahimgilin müziğinin üstüne Müslüm Babayı koyarsan Müslüm Gürsesin tarzının aynı olur. Ama Nil okuyunca başka bir lezzette oluyor. İnsanlar o albüme ne diyeceklerini bilemiyorlar. Yuvarlama isimlerle, pop diye geçiriyorlar. Ama bence pop değil o albümler. Çünkü pop hafif bir şey. Hemen tüketiliyor. Patlamış mısır gibi. Eskisi gibi değilseniz artık, sizin tarzınız şimdi ne peki? "Seymen Ağayı da bu şarkıları da ortaya ben çıkardım" Doğru. Artık arabesk denen şey de kalmadı. Orhan Abinin albümünü dinliyorum. O bile klasik arabesk tarzını Batı müziğiyle beslemiş. Yani bu bana mahsus bir şey değil. Dünyada böyle. Benim albümümü en iyi ifade eden şey füzyon kesinlikle. Peki arabesk de tüketilen bir şey değil midir? O şarkılardan da bir sürü yapıldı ama çok azı hatırlanıyor şimdi. Satar tabii. Ucuzunu yapan çok olduğundan itilen kakılan bir müzik oldu. Fakirlik ve delikanlılık edebiyatı çok yapıldı. O yüzden biraz itici geliyor. Ama Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay arabeskine şapka çıkarmak lazım. Eskisi gibi ağır arabesk albüm yapılsa satmaz mı şimdi? Orhan Gencebaydan "Dil Yarası". Peki sizin en sevdiğiniz arabesk şarkı hangisi? 14 yıllık bir müzikal geçmişin ardından birkaç yıldır oyunculuk kariyerim var. Seymen Ağa sendromu bitmedi mi artık? Geçti gitti. O kişileri de, şarkıları da ortaya ben çıkardım. İkisi de benim ama tabii müzik benim için öncelikli. Ayrıca artık sıkıldım dizi yapmaktan. Birkaç tane daha yapıp bırakmak istiyorum. Oyunculuğunuz çok ön plana çıktı. Şarkıcılığınızın onun gerisinde kaldığını, biraz üvey evlat muamelesi gördüğünü düşünüyor musunuz? "İmajımla oynama derdim yok, zaten Michael Jackson da Madonna da hep aynıdır" İyi ki bir sakal bıraktım kardeşim. Ne imaj değiştirmesi? İmajınızı değiştirdiğiniz söyleniyor da ortada bir şey yok. Çizgi bir sakal bırakmışsınız sadece. Hiç öyle bir derdim yok. Tam tersine hep aynı kalmayı severim. Jean Reno mesela... Bildim bileli aynı ama 50 tane kılıkta izliyoruz. Michael Jacksonın kaç kere bıyık bıraktığını gördünüz. Ebediyete kadar aynıdır. Madonna hep aynıdır. Sting, İbrahim Tatlıses hep aynıdır. Ama hiç sıkılmazsınız onlardan. İmajla uğraşmak gibi bir derdimiz yok galiba. Tebrik ederim, "Kilo aldın" diyen tek kişisin. Geçen ay 74 kiloydum. "Abi iskelete dönmüşsün" diye üstüme geldiler. Bunalıma girdim. Kilo alayım dedim. Şimdi de kilo aldım. Bunun arası yok herhalde. Ben şu anki halimle çok iyi hissediyorum kendimi. Bu arada sanki biraz kilo almış gibisiniz? Kısa kısa boşluklar oluyor ya, o zamanlarda ben hep spor yaparım. Mesela asansöre binmem, merdivenleri kullanırım. Evin içinde de koşu bandım, ağırlıklarım var, onlarla çalışıyorum. Turneye gittiğimde de sabahları odada mekik, şınav çekerim. Yoksa hantallaşırım. Ayrıca her akşam sahnede iki saat performans sergiliyorum. Kollarınızdan belli, spor yapıyorsunuz galiba. Bu tempoda nasıl zaman ayırıyorsunuz spora peki. Her zaman. Diyet hep var artık hayatımda. O kepek ekmeğini hep yiyeceksiniz, o da günde dört dilimi kesinlikle geçmeyecek. Diyet yapıyor musunuz peki? Onlardan kurtuldum artık. Yağdan uzak duruyorum. Tatlıdan da... Tatlı ihtiyacımı meyveyle gideriyorum. Bol bol su içeceksin, hareket edeceksin. Bunlar hayatımın bir parçası oldu artık. Yanına da kibrit kutusu kadar beyaz peynir mi? "Ezel beni yanlış anladı, filmi komedi yaptı" Doğru. Absürd bir komedi oldu o. Aslında filmi izlediğinizde çok acı şeyler var. Ben kendi adıma konuşayım; o olayları yaşarken çok da keyif almadım. Ama izlerken gülüyorum şimdi. "Neredesin Firuze" projesinden ilk bahsedildiğinde şöhret olmak isteyen birinin acı hikayesiyle karşılaşacağımızı sanmıştım. Yani bir dramla. Ama ortaya bir komedi filmi çıktı. Tabii. Ezel Akay beni yanlış anladı, filmi komedi yaptı. İsteseydiniz dram da olabilirdi yani? Bıçak sırtı bir projeydi. O kadar çok yazıldı ki; herkeste filmle ilgili bir fikir vardı. Ben oyunculuğum anlamında elimden geleni yaptım. Filmin içinde reji anlamında hatalar var. Bunu da kabullenmek lazım. Çok konuşulan iki film yaptınız biri "Asmalı Konak". Her şeyin ardından film için ne düşünüyorsunuz? İçinize sindi mi? "Üç tane film projem var. Birinin hikayesi bana ait" O içime sindi. Ama o da çok uzun bir film oldu. Daha derli toplu olsaydı çok iyi bir film olacaktı. Yine de seyirci eğlendi. Ya "Neredesin Firuze"... Değerlendirdiğim üç film var. Biri Sinan Çetin ve Ali Poyrazoğlu projesi. Diğeri Tunç Okanın İtalyada çekeceği bir film. Diğeri de benim kendi projem. Başka sinema projeleri var mı? Yok, hiç bilinmeyen dönemimi. En öncesini anlatıyor. Yine kendi hikayeniz mi? O neyi anlatıyor? Bu sefer de Unkapanı sonrasını mı yazacaksınız? (Kahkahalar) Hayır, ana rahmini. Ceninken başımdan geçenleri anlatıyorum. Orada yaşadığım bir şey vardı, hiç unutamıyorum. Çok sulu bir hikaye. Şaka bir yana, bu seferki benim hayatım olmayacak. Bana ilham veren bir şeyi anlatıyor. Ama komedi değil. Doğumunuzu yani? "Ayrılık acılarımı şarkı yapıp onlardan para kazanıyorum" Çünkü albümün bütün şarkıları ayrılık üzerine. Albümün en neşeli şarkısında bile ciddi bir ayrılık anlatılıyor çünkü. Albümünüzün adı neden "Ses ve Ayrılık"? Ne diyorsun? Var mı yaşamayan? Tabii ki yaşadım. Siz hiç böyle ağır ayrılık acısı yaşadınız mı? Psikopatın teki olurum, öldürürüm adamı. (Gülüyor) Nasıl olursunuz ayrılınca? "Ayrılığın ardından ilk bir ay hiçbir şey anlamam, sonradan kor bana" İlk bir ay hiçbir şey anlamam. Tınlamam. Sonra kor bana. (Şarkıya başlıyor "Sonradan kooor...") Şöyle bir şey düşünün: Çok sevdiğiniz birisi tarafından gece terk edildiniz. Ertesi sabah uyandığınızda, o ilk gününüzde ne hissedersiniz? Ben yoğun bir tempo içinde çalıştığım için ilk bir ay çok fazla depresyon yaşamıyorum. Kafamı işime veriyorum. Dizi, albüm, konserler... Her gün başka bir şehirdeyim, başka konserdeyim. O heyecan, öyle bir ayrılık yaşadığını unutturuyor. Elinde telefonla da dolaşamıyorsun çünkü telefonun asistanlarında oluyor. Gelen mesajları okuyamıyorsun... O bir ay nasıl geçiyor peki? Ta ki işler biraz hafifleyip evime döndüğümde, koltuğuma oturduğumda, kendimle baş başa kaldığımda, onun eşyalarını evde gördüğümde dank ediyor. Benim için aşk her şeyi paylaşmak üzerine kurulu. Bir şeyi paylaşmak istediğinde ve paylaşacak kimseyi bulamadığında, onu aramak istediğinde ama ayrı olduğunuz için aramaman gerektiğini anladığında, telefon elinde kaldığında başlıyor ayrılık acısı. "Ana, ne oluyor?" diyorum. Ta ki... Şarkılar yazıyorum, paralar kazanıyorum. O acıyı nasıl yok ediyorsunuz? Bir senemi alır. Ne kadar zamanda toplarsınız kendinizi? Çok aşık olmak ne demek bilmiyorum. Çünkü aşkın ölçüsü yok. Çok aşık olduğunuzu zannediyorsunuz, başkası çıkıyor karşınıza, ona daha da çok aşık oluyorsunuz. Sonra başkası çıkıyor, "İşte buymuş" diyorsunuz ve ona daha da fazla aşık oluyorsunuz. Hiç bu dediklerinizi yaşayacak kadar çok aşık oldunuz mu? Yok, değil. Tavanı yok aşkın. Ucu açık. Hissedebileceğin kadar gidiyorsun. Yanabildiğin kadar yanıyorsun. Aşkından kendini öldürenler de, hiç umursamayanlar da var. Ama ikisi de acı çekiyor. Pardon ama bu biraz ayran gönüllülük. (Uzun süre düşünüyor) Öyle diyelim, öyle olsun. Ama bence birine gerçekten aşık olursanız başka hiç kimseye aynı şeyi hissedemezsiniz. Siz hiç gerçekten aşık olmamışsınız galiba.