Pazar “Artık zeytinyağcılık konusunda iddialıyım”

“Artık zeytinyağcılık konusunda iddialıyım”

13.03.2011 - 01:00 | Son Güncellenme:

Gazetede 20 yıl önce yaşanan büyük kırılmayı kendi bakış açısından anlattığı “Benim Cumhuriyet’im” kitabını çıkaran Emine Uşaklıgil: “O kapıyı kapattım, bir daha geri bakmadım. Başka işler yaptım”

“Artık zeytinyağcılık konusunda iddialıyım”

1991 dünyada pek çok kişi ve kurum için kimbilir hangi vesilelerle milattır. Cumhuriyet gazetesi için ise, Hasan Cemal’in tabiriyle “vazonun kırıldığı” yıldır. Gazetede yıllardır süren çekişmeler, parçalanmayla son bulur ve Cumhuriyet’i kuran Yunus Nadi’nin ailesi yıllar içinde künyeden silinir. Basın dünyası bu parçalanmayı konuşur durur.
O dönemde yaşananların önde gelen aktörleri İlhan Selçuk, Hasan Cemal ve Emine Uşaklıgil’di. Cemal olan biteni 2005’te yayımlanan “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabında anlattı. İlhan Selçuk suskunluğunu ölene dek korudu. Uşaklıgil ise gazeteden ayrılışından 19 yıl sonra bir kitapla çıkageldi: “Benim Cumhuriyet’im”.
Cemal’in kişisel notlarından oluşan kitabından farklı bir anlatımı var Uşaklıgil’in. Yunus Nadi’nin yetiştiği ortamdan başlayarak tarihin perspektifinde anlatıyor kendi Cumhuriyet’ini: “Bu kitap, Cumhuriyet gazetesini anlayabilmek için geçmişe dönük bir yolculuktur.”
Bu yolculukta yalnızca Nadi ailesi yok üstelik. Emine Uşaklıgil’in soyadını aldığı büyükbabası Halid Ziya da var, Cumhuriyet’in koridorlarında gezmiş nice isim de...


n Kitapta temel bir sorunuz var: Nadi ailesi mi Cumhuriyet gazetesini yok etmişti, gazete mi aileyi? Cevabı nedir?

İkisi de birbirini. Bir kere çok baskın bir kadın var ailenin başında: Nazime hanım. Kocası Yunus Nadi 1945’te vefat etmiş, gazeteyi ele alıyor. Hayatı boyunca hep en büyük oğlunu, Nadir’i baş tacı etmiş. Diğer çocukları önünde el pençe divan dururlardı, hayret ederdim. Aile içi kavgalar yaşanıyor ve aile birbirini parçalıyor. Sebebi de Cumhuriyet gazetesi. Ailede hep tuhaf çelişkiler ve çekişmeler vardı. O çekişmeler olmasaydı gazetede bunlar yaşanmazdı.

* Siz Cumhuriyet’ten ayrılalı neredeyse 20 yıl oluyor. Bu kitabı neden şimdi yazdınız?
Epey bir zaman oldu. Kapattım o kapıyı ve geriye de bakmadım. Başka işler yaptım, çeşit çeşit... Çiftçilik bile yaptım. Her konuda gayet mütevazıyım ama zeytinyağcılık konusunda çok iddialıyım. Son yıllarda Türkiye’nin ve medyanın içinde bulunduğu durumda Cumhuriyet gibi bir gazetenin önemli bir işlevi olurdu diye düşündüm. Bugünü anlamanın tek yolu geçmişi bilmek. Çökmekte olan bir imparatorlukta, Fethiye’nin ücra bir köyünden bir Yunus Nadi çıkmış. Nasıl? İşte o nasılı anlayarak başladım. Bu kitap çok daha uzun olabilirdi ama okur bin sayfa bir kitapla ne yapardı bilmem.

“Cumhuriyet’te siyasi mücadele değil, iktidar kavgası vardı”
* Kitabın Yunus Nadi dışında da çok kahramanı var. Nadir ve Berin Nadi, İlhan Selçuk, Hasan Cemal...
Kitabın çok kahramanı var, en az kahraman benim. Esas kahraman ise Cumhuriyet. Cumhuriyet gazetesini anlayabilmek istedim. Ve niye olmadığını...

* Niye olamadığını buldunuz mu?
Hayır. Tamam, kriz adım adım geldi. Tabii ki bu krizin aktörleri vardı, ama mesele kişiler düzeyindeki sürtüşmeler değildi. Hayret verici olan şu. Bir araya gelmiş bu kadar akıllı insan nasıl olup da bu kadar hatayı işleyip -ki bunlara ben de dahilim- bu kırılmayı engelleyemedi?

* Bu kırılmayı hazmedemiyor musunuz?
Hayır, anlayamıyorum. Mesela bir arkadaşımın görüşü çok net: “Aksi mümkün değildi, Cumhuriyet er geç parçalanırdı.” Ben buna tam inanamıyorum; şu ya da bu şekilde çözüm bulunabilmeliydi. Başka da bir görüşüm var. Ki kitap sayesinde bu görüşe varmadım, olsa olsa kitap bu görüşümü pekiştirmiştir. Evet, öne çıkmış olan siyasi görüş farklılıkları oldu ama aslında yaşanan, bir iktidar kavgasıydı.

* Siyasi bir iktidar mı kişisel iktidar mı?
Bayağı iktidar; “Cumhuriyet benim olsun”. Hatta kitabın bir yerinde diyorum: “Küçük olsun, benim olsun”.

* Bu, İlhan Selçuk’un cümlesi...
Evet. Ya da ona atfedilen cümle. Fakat 1972’de yaşanan olay sonucunda Nadir Nadi ayrılıyor, sonra geri geliyor ve tiraj belirli bir hızla yükseliyor. İlhan Selçuk ve ekibi 1992’de gidip yeniden döndüklerinde bunun tekrarlanacağını düşündüler ama olmadı. Okur kavgaya çok ortak edildi. Olan biteni anlamadı ve anlamayınca da bir bölümü geri gelmedi. Vahamet orada.

“1992’den beri ne İlhan Selçuk’u gördüm ne de Hasan Cemal’i”
* Kitabı yazarken İlhan Selçuk’la da görüştünüz mü?
Maalesef görüşemedim. Kabul eder miydi bilmem ama kitap için hazır noktaya geldiğimde o artık hastalanmıştı.

* Peki “vazonun kırıldığı” 1992’den bu yana hiç görüştünüz mü?
Hiç. Bir yerde, ortak bir dostumuzun düğününde karşılaştım. Beni görmezlikten geldi.

* Ya Hasan Cemal’le?
Onunla da görüşmedim.

* Hasan Cemal’in “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim” kitabını okudunuz mu?
Tabii ki. Okuyunca inanamadım. O üslupta bir kitap beklemiyordum. Bu kadar zaman geçti aradan, ona daha mesafeli olmayı yakıştırırdım. Ben de kızmadım mı bazı insanlara? Kızdım. Ama benimki öfkeli bir kitap değil. Biz daha geniş bir olayın parçasıydık, o yüzden de kitabı tarihi perspektifte yazdım.

* “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim”in sizin kitabınız yazılmasında etkisi var mı?
Muhtemelen. Beni düşünmeye yönlendirdiği kesin... O ara herkes “Ben de Cumhuriyet’i yazacağım” diye ortaya atılmıştı. Zannedersem ben bile!

“Mirasla değil, hisse satın alarak hissedar oldum”
* Cumhuriyet’in etrafında dönen tartışma çok ilginç. Herkes ona sahip olmak istiyor ama olamıyor. Yaşanan kriz kitaplara ilham veriyor. Nasıl açıklarsınız bunu?
Gerçekten herkes böyle mi dedi acaba? En azından ben öyle bir düşünceyle hareket etmedim. Ben ailenin arasında mirasla değil de, fiilen birinden hisse alıp hissedar olan tek kişiyim. Şunu istedim, hâlâ da umuyorum ki bir gün gerçekleşir: Günün koşullarına göre kendini hep yenileyecek, hep genç kalacak bir gazete... O nedenle bir vakfın kurulmasını çok önemsedim ama maalesef olamadı. Benim hedefim Cumhuriyet’in doğru raya oturmasıydı. Ama gazeteyi kendi etkisi altına almak isteyenler oldu. Tabii İlhan Selçuk bunu istedi. Paylaşamadılar. Kişilikler de devreye girdi. Mesela Berin Nadi çok daha yapıcı bir rol alabilirdi. Ya da kılıçların çekildiği o yayın kurulu toplantısında İlhan Selçuk toplantıyı tatil edebilir, sakinleşilmesini sağlayabilirdi. Ama galiba inceldiği yerden kopması tercih edildi.

“Sakin kalmak için gazeteleri sabah değil geç saatte okuyorum”
* Kitapta görüyoruz ki gazetenin ve ailenin tarihinde hep yol ayrımları var. Mesela Doğan Nadi daha parlak bir yönetici olduğu halde Nadir Nadi’de ısrar edilmesi. Bir nevi Şehzade Mustafa örneği...
Yönetimde Doğan Nadi olsaydı ne olurdu bilmiyoruz. Gençliğinden beri bir alkol sorunu vardı fakat çalışmasını aksatmazdı. Kitap için Orhan Erinç’le sohbet ediyordum, o da Doğan Nadi’nin çok parlak bir yönetici oluğunu söyledi.

* İkinci bir kırılma noktası... Nadir Nadi yayın yönetmenliğine Hasan Cemal yerine Altan Öymen’i seçseydi...
İlhan Selçuk, Altan Öymen’i seçseydi desek daha doğru. Bu soruları çoğaltmak mümkün. Bilmiyorum. Tarih yeni baştan yazılamaz.

“Yönetimde olmadan bu işi yapmak pek hoşuma gitti”
* Size dair de bir yol ayrımı var. Nadir dayınız size gel demeseydi belki de gazeteci olarak bambaşka bir kariyer yapmış olacaktınız.

K
eşke öyle olsaydı. Yaptığım iş ilginçti kuşkusuz. Fakat benim gazetecilik damarım da kuvvetli. Zaten ayrıldıktan sonra Yeni Yüzyıl’da, NTV’de gazeteci olarak çalıştım. Ve herhangi bir yönetim sorumluluğu olmadan bu işi yapmak pek hoşuma gitti.

* Peki 1992’den sonra Cumhuriyet okumaya devam ettiniz mi?
Okudum tabii.

* Şu anda bir Cumhuriyet okuru musunuz?
Evet. Ama bir süredir yalnızca Cumhuriyet’i değil bütün gazeteleri sabahları değil geç saatlerde okuyorum. Ki daha sakin kalabileyim.

“Aşk-ı Memnu dizisi için epey düşündük”
* Ailenizin hep Nadi kanadından söz ediyoruz. Ama diğer kanat da azımsanmayacak bir isim taşıyor: Uşaklıgil. Kitapta çok ilginç bir şey anlatıyorsunuz. İlhan Selçuk size geliyor ve şöyle diyor: “Damarlarında akan Halid Ziya Uşaklıgil’in kanı, neyse ki Yunus Nadi’nin kanıyla dengelenmiş”.
Hâlâ bugün bile tam ne demek istediğini düşünmüyor değilim. Kast ettiği bozuk kan, Tanzimat. Oysa Yunus Nadi Aydınlanmacı. Aslında iki büyükbabam da gayet iyi geçiniyorlardı. İlhan Selçuk’un nasıl olup da Halid Ziya’yı böyle sınıflandırabildiğine hayret etmiyor değilim. Bir de o dönemde Hanzade Sultan’ın oğlu Ahmed’le evliydim. “Nereden çıktı bu kız başımıza?” diye düşünüyordu herhalde.

* Çok ilginç bir hayat hikayeniz var ve ama kitapta kendinizi sakınmışsınız.
Evet, kitabın ancak üçte birlik bölümünde varım.

* Önce bir Osmanlı prensiyle evleniyorsunuz; sonra bir Marksistle, Asaf Savaş Akat’la...
Arkasından da bir İngilizle...

“Halid Ziya Uşaklıgil ile ilgili karar mercii biziz”
* Evet. Hatta basın tarihinin en büyük dedikodularından biri son eşiniz David Tonge’un ajan olduğudur.
Hâlâ mı? Yok canım, bitti artık o laflar. Ama daha beterini de duydum. En komiği... Sencer Divitçioğlu “Ne idüğü belirsiz İngiliz” diyordu. Bir ara Berin hanım benim bu konuda hiç tutarlı olmadığımı da söylemişti, “Hiç değilse bir çizgin olsun” diyordu.

* Uşaklıgil ailesi bugün geniş bir aile mi?
Hayır, maalesef. Çok azız. Ben, ablam Zeyneb ve halamın kızı Ayşe Berker.

* Halid Ziya ile ilgili telif sahibi siz misiniz? Yani sözgelimi dizi için sizin onayınız mı isteniyor?
Evet. Karar mercii biziz. “Aşk-ı Memnu”nun bugüne uyarlanmasının doğru olup olmadığını da epeyce düşündük açıkçası onaylamadan önce. Neticede kitapları çok iyi sattı. Çünkü bence herkes dizinin sonunu merak ediyordu.

Gazetenin eski binalarında
Emine Uşaklıgil’le fotoğraf çektirmek için -tabii ki- eski Cumhuriyet binasına gittik. O sarı binanın da öncesi vardı: Kırmızı Konak... Şimdi metruk, yıkıldı yıkılacak haldeki konak.
İki binanın da içine girdik. “Şurası Nadir Nadi’nin odası, burası Oktay Akbal’ın”...
Tasfiye edildikleri gazetenin bir süre ev sahibiydi Nadi’ler. Şimdi o bağ da yok. Binanın içinde dolaşırken Emine Uşaklıgil’in yüzünde gördüğüm biraz kızgınlık, bolca da küskünlüktü.