Pazar “Atölyeden Kurt Cobain olarak çıktım, kendimi gazetede Muazzez Abacı olarak buldum”

“Atölyeden Kurt Cobain olarak çıktım, kendimi gazetede Muazzez Abacı olarak buldum”

31.01.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Haluk Akakçe dar bir çevrenin tanıdığı, başarılı bir sanatçıydı. Sonra ilginç kıyafetleri ve ünlü arkadaşlarıyla görüldü. Şimdi bu “magazinel şöhretle” baş etmeye çalışıyor

“Atölyeden Kurt Cobain  olarak çıktım, kendimi gazetede Muazzez Abacı olarak buldum”

Haluk Akakçe’yi çağdaş sanatla ilgilenenler iyi tanıyordu ama bir gün gazetelerde beyaz bir perukla boy gösterince “çılgın ressam”, “sıra dışı sanatçı” olarak daha geniş bir kitleyle buluştu.
Bu kitle onun işleri dünyanın prestijli koleksiyonlarında, müzelerinde yer alan başarılı bir sanatçı olduğunu bilmiyordu. Kimi böylece öğrendi, kimi de Tuba Ünsal’ın, Eda Taşpınar’ın, Deniz Seki’nin arkadaşı olarak aldı onu kişisel arşivine.
Hayran olduğu Andy Warhol’un “Bir gün herkes
15 dakikalığına ünlü olacak” vecizesini hayata geçirdi bir anlamda. Ama onun şöhreti sergi açılışında giydiği geniş vatkalı, pırıltılı kıyafet; birlikte görüntülendiği asistanının koruması sanılması derken
15 dakikayı epeyce geçti.
Biraz üzülüyor böyle anlamsız bir şöhretle buluşmasına ama işine devam ediyor. New York’ta yaşıyor zaten, birkaç gün sonra oraya dönecek ve bütün bunlar unutulup gidecek. Yine onu “gerçek kimliğiyle” tanıyanlarla devam edecek hayatına.
Bir sürü hayali, yapmak istediği işler var. Ama üç proje hedefliyor uzun vadede: Bir film, bir kitap ve de yalnızca bir ay açık kalacak bir kulüp. İçerikleriyle ilgili “Alır yaparlar” korkusuyla konuşmuyor.


Şöhretle aranız nasıl?
Şöhret başa bela.

Neden?
Çünkü kontrol etmesi zor. Daha önce insanların benim hakkımda yaptığım işlerden dolayı bilgileri vardı. Şimdi beni çevreleyen kapsamın çok dışında bulunduğum bir saniyede fotoğraflanınca, bir anda sanki bütün yaşamımı öyle yaşıyormuş gibi bir imaj oluştu.

Hangi fotoğraf karesinden söz ediyoruz?
Söylemeyeceğim çünkü çok kötü görünüyorum o fotoğrafta. Şimdi onu alıp basarsınız. Peruklu bir fotoğraf... Ben atölyemde sabaha kadar çalışıyorum, özellikle hafta sonları çok uğrayan oluyor. Ben de bazen ara vermek için bir içki içmeye çıkıyorum. Bir gün bir arkadaşım geldi, yanında da renk renk peruklar vardı. Onları denedim, çıkarken de kafamda tuttum. Paparazziler de beni genelde fotoğraflamadığı için aklıma bile gelmedi. Niye biri benim fotoğrafımı çeksin ki? Bana bir sürpriz ve ders oldu. Bu kadar emeğin sonunda “peruk takan adam” diye tarihe geçeceğim.

Size uyanan ilgiyi kaşımayı düşünüyor musunuz?
Tabii, ben çok güzel ortalığı karıştırırım. Benimle peruk taktı diye dalga geçtiklerinde “Eyvah, çıkarayım şunu” demiyorum, daha da büyük bir peruk takmak istiyorum. Doğam böyle.

Zaten sergi açılışınıza da Atıl Kutoğlu’nun çok konuşulan bir kıyafetiyle gittiniz.
Uzun bir gömlekti sadece... Sonra kadın elbisesi diyorlar. Bir tek omzunda vatkaları vardı, bir de rengi yanar dönerdi. Bu, buradan çok önce başlayan bir şey benim için. New York’ta sabah sigara almaya kafamda bina şeklinde kocaman bir şapkayla giderim. Gizemi seviyorum. Siyah bir maske ve pelerinle manava gitmek hoşuma gidiyor. New York’ta bu daha kolay, kimse sokaklarda fotoğraflarınızı çekmiyor. “Türkiye’de ünlü olmak kolay mı?” diyorlar. Orta yaşlı, kısa boylu, şişman bir adam kafasına bir peruk takıp bütün gazetelere kapak olabiliyor. Gerisini siz düşünün.

Herkes 15 dakikalık şöhret hakkını kullanıyor yani.
Türkiye’de o 15 dakika katlanıyor devamlı. O peruğun gücü durdurulamıyor! Bir de çok kötü açılardan çekiyorlar o fotoğrafları. Atölyeden o perukla Kurt Cobain olarak çıktım, kendimi gazetede Muazzez Abacı olarak buldum.

Burada fotoğraflarınızın çekilmesi popüler arkadaşlarınızdan mı kaynaklanıyor?
Ne yapayım, insanlar tanışmak istiyor benimle. “Pardon sen bir mankensin, seninle arkadaş olamam” mı diyeyim?

Söylendiği gibi “sosyetik ressam” mısınız?
Ne demekse! Yoldan geçerken de uzaylı diyorlar. Çünkü ilk geldiğimde astronot kıyafetiyle geziyordum burada.

“Dikkati göbeğimden şapkaya çekiyorum”

Neden böyle kılıklarla geziyorsunuz?
İnsanların laf atmasını seviyorum. En beklemediğiniz diyaloglar böyle ortamlarda çıkıyor. Bir şapkayla bir yere girdiğiniz zaman herkes sizinle konuşuyor. Çok garip gelebilir size ama ben çok utangaç bir insan olduğum için bunları yapıyorum. Bir şeylerin arkasına gizlenmek gibi. Dikkati göbekten şapkaya doğru taşıyorum! Şapka taktığımın ertesi günü de yok olmak istiyorum, “Eyvah ben bunu nasıl yaptım?” diye.

Neden hep şapka ya da peruk?
Yürürken başımın üstünde bir çatı
olması hoşuma gidiyor. İki sene önce
New York’ta bir astroloji uzmanına gittim. Kafamda şapka filan da yoktu. Bana “Sizin şapka obsesyonunuz mu var?” dedi, “Daha önceki yaşamlarınızda sihirbazdınız ve sihirbazların kafasında hep şapka olur”. Doğru mu değil mi bilmiyorum.

Benimsediniz mi bu fikri?
Destekleyen başka faktörler oldu. Çok fantastik olaylar yaşadım diyebilirim. İnsanların yaşamda geldikleri noktanın altında yatan bir geçmiş var. Benim fazla geniş bir hayal gücüm vardı. Şimdi 39 yaşında süperkahraman olacağım diye sokaklarda maske ve pelerinle geziyorsam, bunun bir geçmişi var.

“Kendimi peygamber zannediyordum”

Nedir o geçmiş?
4 yaşına kadar peygamber olduğuma, özel bir amaçla dünyaya gönderildiğime inanıyordum. Gizli bir amacım olduğuna emindim. Şunu düşünüyordum hep: Bu büyük fedakarlıklar gerektirecek. Sonra yavaş yavaş herhalde ben bir meleğim diye düşünmeye başladım. Kimseye de söylemiyordum. Okula giderken otobüste “İnsanlar acaba biliyorlar mı melek olduğumu?” diye düşünüyordum. Sonra insan büyüdükçe ve yaşamın sihri yok oldukça hayal kırıklığı başlıyor.

O çocuk duvara mı çarptı büyüdükçe?
Çarpmadı. Ben hep çok çalıştım. Bütün okullarıma birinci olarak girdim ve birincilikle mezun oldum. Çok da zor olmadı bir yeteneğim olduğuna kendimi inandırmak... Ben özel bir misyonla geldim ve bunu anlamaya çalışıyorum.

O misyonu değişik yerlerde aradınız mı, yoksa doğrudan hedefe mi gittiniz?
Doğru zamanlarda doğru insanlar karşıma çıkıp bir şeyleri anlamama yardımcı oldular. Bir de şöyle bir yeteneğim vardı benim, yıllar sonra “Secret” diye bir kitapta çıktı. Bir şeyi gerçekten istiyorsam resmini panoma asardım ve o olurdu. Mesela Art Institute of Chicago’nun broşürünü bulmuştum. Bir fotoğrafını panoma astım, 1,5 sene sonra o fotoğraftaki masada ben oturuyordum.

Seçilmiş biri olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Seçilmiş doğru kelime değil bence.
Özel ve elitist gibi düşünmenize neden olabilir. Ben seçilmiş gibi hissetmedim, sadece her zaman yalnız olmadığımın farkındaydım. Kanallarım açık.


“Babam baletti, ‘Etek giyiyor’ diye dalga geçerlerdi”
Çocukken anne babanız sizin düşündüğünüz gibi özel bir çocuk olduğunuzu düşünüyorlar mıydı?
Her annenin ve babanın düşündüğünden fazla düşündüklerini zannetmiyorum. Biraz kavgalı bir evdi bizimki. Ben 12 yaşındayken ayrıldılar. Annem iki erkek çocukla tek başına bir hayat mücadelesi verdi. TRT’de haber ve çocuk programlarında çalışıyordu.

Babanız baletmiş. Pek rastlanan bir durum değil...
Seçebileceğiniz bir şey de değil. Okulda “Babası etek giyiyor” diye dalga geçen zorba çocuklar vardı. Bu dar mantalite şimdi de benim için “Peruk taktı”, “Kadın elbisesi giydi”, “Annen üzülüyor mu” diye saçma saçma konuşuyor. MTV’de müzik videosu seyretmiyor musun, millet kıçını açıyor. “İşine bak” diyorlar. Daha ne kadar işime bakabilirim bilmiyorum.

Neden resim değil de iç mimari okudunuz?
Annem kolunda bir bileziğin olsun dedi. Resim o dönemlerde... Biliyorsun, insanlar kulaklarını kesiyorlardı... Bir mesleğin olsun, sonra hâlâ sanat okumak istiyorsan okursun dedi.

Anneniz hayatınıza çok müdahil mi?
Müdahil olsa ben böyle olur muyum?

“Arkadaşıma hediye ettiğim işim müzayededen çıktı. Artık kazak hediye ediyorum”
Artık Türkiye’de misiniz?
Hayır, bir hafta sonra New York’a gidiyorum. Yaşadığım yer orası. Orada çok entellektüel bir arkadaş grubum var; konuşulacak çok konu, öğrenilecek çok şeyin olduğu bir yerde yaşıyorum. Burada çok dedikodu var. Beşinde New York’a gidiyorum, sonra iki ay Tokyo’da olacağım.

“Mesaiye kalan asistanlara desen yapıp veririm”

İşlerinizin fiyatları epeyce yüksek. Bu çok para kazandığınız anlamına mı geliyor?
Kesinlikle hayır. Hiç para kazanmıyorum. Çünkü masrafları fazla. Atölyenin masrafı, asistanlar, sigortalar... Bir resmi bitirmemiz haftalar sürüyor. Üç arkadaş bana yardım ediyor.

Kendi koleksiyonunuzda kimler var koleksiyonunuzda?
Çoğunlukla arkadaşlarım... Jim Lambie, Jane ve Louis Wilson, Michael Craig-Martin, Yaşam Şaşmazer, Leyla Gediz... İş değiş tokuşu yaparak birbirimize bir emeklilik fonu yaratmaya çalışıyoruz.

Arkadaşlarınıza işlerinizi hediye eder misiniz?
Birkaç kere ettim henüz okuldayken, sonra baktım ki kaybetmişler. Bir tanesi de hediye ettikten iki ay sonra müzayedede çıktı. O yüzden kazak filan alıyorum artık. Çok sevdiğim arkadaşlarıma o an içimden gelirse iş yapıyorum. Mesela buradaki asistan arkadaşlarıma her geç kaldıkları gece birer desen yapıp veririm. Çok geç kalındığı için onların da artık bir koleksiyonu var diyebilirim. Bir de herkesin üstünü başını boyuyorum; ceketler, pantolonlar, şunlar bunlar...


Haluk Akakçe kimdir?
1970 doğumlu Haluk Akakçe, Ankara Bilkent Üniversitesi İç Mimarlık bölümünü bitirdi. Londra Royal College of Art ve The School of the Art Institute of Chicago’da sanat yüksek lisansı yaptı.
Aralarında Whitney Museum of American Art (New York), Museum für Gegenwartskunst (Basel), Tate Britain (Londra), Kunstwerke (Berlin) ve PS-1 Contemporary Art Center’ın (New York) da bulunduğu önemli sanat kurumlarında sergiler açtı. Türkiye’de Galerist ile çalışıyor.
“Moving Through the Looking Glass” isimli video enstalasyonu Louis Vuitton’un Champs Elysees’deki mağazasının vitrininde sergilendi.
New York’ta yaşıyor; şu sıralar Londra’daki Alison Jacques Gallery’de ve 2010 sonbaharında Viyana’nın önde gelen çağdaş sanat galerisi Christina König Galerie’de açacağı kişisel sergileri için hazırlanıyor.


“Atölyeden Kurt Cobain  olarak çıktım, kendimi gazetede Muazzez Abacı olarak buldum”