Pazar Avrupa ve Türkiye

Avrupa ve Türkiye

24.04.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Avrupa'nın dinler üstü, insancıl ve üniversalist bir camia olduğunu sanıyoruz. Acaba öyle mi?

Avrupa ve Türkiye

18'inci asırda Fransız Akademisi adına Mousnier, Avrupa'yı; "ilerleyen, değişen ve bu değişimi de bilinç ve bilgideki ilerlemesiyle sağlayan" bir camia olarak ilan eder. Akademinin gözünde, "dünyanın bütün öbür bölgeleri atalet ve durgunluk içindedir". Hiç kuşkusuz Mousnier gibilerinin bu ilerleyen Avrupa'dan kastı; Fransa, Almanya, İngiltere, bugünkü Orta Avrupa'nın Çekya ve Macaristan, kuşkusuz Avrupa'nın anası İtalya, haydi haydi İspanya ve henüz küçümsenen İskandinav ülkeleridir. Doğu Avrupa ve Balkanlar'ın sakinleriyse Hıristiyan da olsalar, bu dünyada pek kabul görmezler. Hoş zaten coğrafi bilgisi güçlü okumuşlar zümresi dışında halkın çoğunluğu hatta biraz mektep medrese görenler dahi onların ne olduğunu bilmez. Mesela 18'inci asırda taşra Avusturyalılarının gözünde "sarıklı ve cübbeli tip" temsili olarak "Türk yahut Yunanlı" diye adlandırılıyor ve de çok kötü betimleniyor. Bulgarlar ise o devirde çok kimse için Hellen inançlı ve Hellen kimlikliydi; milli uyanış devrine kadar, geniş köylü kitlesi dışında Bulgar üst sınıfının kendisi için de keyfiyet buydu. Avrupa coğrafi bir bölge olmanın ötesinde, kültür ve din olarak 14'üncü asırdan beri kendini tasvir eden, öbürleriyle sınırlarını çeken ve üstün gören bir kıtadır; yani Avrupalılık bir bilinçtir. Balkanlar ve Doğu Avrupa ise bu bölgenin üvey ve yabancı kalmış bir parçasıdır. Daha doğrusu 18'inci asırdan beri hem Rusya halkı hem Balkan halkları "Avrupa medeniyeti", "Avrupa kafası" deyimlerini en çok telaffuz eden toplumlardır ama bilhassa Balkan halkları bu vadide çok yol almış sayılmazlar. Rusya ise edebiyat, musiki, güzel sanatlar, matematik ve doğa bilimlerinde Avrupa medeniyeti denen kubbeyi taşıyan ana sütunlardan birini oluşturmasına rağmen halen tam Avrupalı sayılmamaktadır. Nitekim Arnold Toynbee gibi çağdaş tarihçiliğin devi bir düşünür bu çelişkiye haklı olarak işaret etmiş ve Rusya ile Türkiye'yi, istediği kadar Avrupalı olsun, dışlanan iki güç olarak göstermiştir. Batılılar Rusya'yı ve Türkiye'yi ne olursa olsun siyasi, iktisadi, kültürel ittifaklarına almak istemezler. Sovyetler Birliği'nin bir kabus haline dönüştüğü II. Dünya Savaşı sonrasında ihmal edilmez bir değer olan Türk askeri yapısının NATO'ya kabulü dahi bir istisnadır. Kimse Türkiye'yi kalkındırmak için bir ittifak düşünemez ama kalkınmış bir Türkiye'nin ihmal edilemeyeceği açıktır. Bu ülke son 150 yıldaki yolculuğuyla ve başardıklarıyla hem istenen hem istenmeyen ama uzak durulamayan bir gerçekliktir. Avrupa dünyasına Türkler dahil miydi? Coğrafya olarak evet ama Avrupalılığı oluşturan en etkili olumsuz unsur Türklerdi. Maalesef ortalığı altüst eden iki dünya savaşı, ırkçı terör dolayısıyla doğan çağdaş siyasi kültürel cemiyetler ırkçılığı lanetliyor. Demokratik bir söylem ve okul müfredatı dolayısıyla çok şeyin değiştiğini, Avrupa'nın dinler üstü, insancıl ve üniversalist bir camia olduğunu sanıyoruz hatta safdilce iman ettik. Acaba öyle mi? Oysa Avrupalılar her toplum gibi biçimsel örgütlerin ve bunların söylemlerinin dışında, alt sosyal zümrelere ve adeta bir doğal afet veya olay gibi oluşan gruplara dayanırlar. Sosyalist partilerin ırkçılık karşıtı söylemi mesela Almanya'nın Darmstadt şehrinde Çingeneleri şehirden atmaya kalkan bir sosyalist belediye başkanı gibilerinin varlığını önlemez. Kilisenin resmi bildirgeleri Katolik cemaatinin içinde buna ters, aşırı görüşleri savunan dikkat edelim bireylerin demiyoruz grupların varlığını bile önlemez. Muhafazakar partiler ise bir buzdağı gibidir. Abartılı görüşler çok defa saklanır. Avrupa fetihleriyle yakın zamanlarda kıtanın yarısına yerleşen ve öbür yarısına yerleşmeye kalkan bir camiayı kabul edemiyor. Bu camia için reddettikleri bir durum ve kabul edilemez diye betimledikleri köktendinci bir inançtan çok, fakirliğe has bir yaşam biçimidir. Polonyalıların tarihi ve folklorik hafızasında Türkler, atlarını Vistül Nehri'nde suvararak Lehistan ülkesinin özgürlüğünü geri getiren halk diye bilinirdi. Gerçekte 1. Cihan Savaşı'nda Galiçya cephesinde bu kehanet gerçekleşti. Türk imparatorluğu 18. yy. sonunda parçalanan Polonya'nın varlığını tanımaya devam etti. Gerçek aslında bu halk inanışına yakındır. Buna rağmen birkaç gün önce Lehistan halkının temsilcileri şeym denen millet meclislerinde Türk halkını Ermeni soykırımı ile suçlayan bir karar tasarısı geçirdiler. Lehistan'a karşı sıcak duygular besleyen bir kavim için çok şaşırtıcı bir olay; tarihi gerçekle uyuşmuyor. Açıkçası Polonyalılar komünizm sonrası girdikleri ortamda bu gibi gösterileri çok gerekli sanıyorlar. Bu kararın nedeni yalnız ülkedeki Katolik saplantı değil, mevcut siyasi modayı izleme endişesi de var. Anlaşılan Polonya'nın Avrupalı olması için sadece Chopin, Kopernik, Marie Curie ve "Quo Vadis"in yazarı Sienkiewicz veya Paderewski yetmez. Bir de böyle tasarıları parlamentoda karara bağlamak lazım. Hiç kuşkusuz, gerçekçi bir siyasi davranış olmadığı açık. Anlaşılan Polonya için bilim adamı ve sanatçılar yetersiz İstesek de istemesek de, bilsek de bilmesek de; Türk toplumu son bir asırda Avrupa toplumlarından daha hızlı ve daha kökten değişimler geçirmiştir. Bunun belki her zaman isabetli çizgiler yarattığını söyleyemeyiz ama Türkiye'yi itham edenler arasında bu gerçeği görmeyenler en kalabalık gruptur.Kardinal Joseph Ratzinger yani yeni seçilen Papa 16. Benedictus, Katolik dünyasının bilgi birikimini en iyi temsil eden din adamlarındandır. Bir düzineyi aşan dil bildiği söylenir. Tarih ve felsefe konusunda bilgili; hiç şüphesiz düşündüğünü açıkça söylüyor. Brüksel'deki diplomatların ve bürokratların muğlak uslubundan uzak bir dürüstlüğü var. Ama zihnindeki Türkler böyle bir bilgi birikiminden çok uzakta. Bazı dillerde öğrenmek ve okumak dünyayı tanımaya yetmiyor. Türkiye'nin İslam ittifakı meselesi, hem Türkleri hem etraftaki Akdeniz halklarını yeterince tanımamakla ilgilidir. Bunlar papanın sandığından çok daha köklü bir tarih ve kültürü yaşayan fakirleşmiş toplumlardır. Umarız papa kilisenin içinde bu dünyayı iyi tanıyan akil din adamlarından kendisine yakın bir danışmanlar grubu oluşturur.Galiba üniversalizm konusunda bir kısım aydınımızın çok iyimser hatta safdil olduğunu kabul etmek zorundayız; hayat ve dünya sanıldığı kadar toz pembe değil... Kabul edelim, bazı aydınlar çok iyimser hatta safdil