04.11.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Ama tarihi miras için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Vilnius'un başkent olduğu Litvanya ülkesi, 13'üncü asırda Baltık ile Karadeniz arasında uzanan koca bir devletti. 13'üncü asırda Roma Papalığı'nın ve Polonya'nın etkisi ile Hıristiyanlık girdi ama; sadece köylülerin değil, yöneticilerin bile bir kısmı eski tanrıları ile yaşamaya devam ettiler. Sonunda büyük duka Gedimir'in torunu Yagelo, Polonya'nın kocasız varisi Prenses Yadvige ile 1386'da vaftiz edilerek evlendirildi ve ortaya büyük Polonya-Litvanya çıktı. Bu birlik bir ara Macar tacını ve İsveç'i de ele geçirdi. Yani 1444'te Varna sahrasında savaştığımız ve yendiğimiz ünlü komutan Hunyady Yanoş'un kralı olan ve o savaşta hayatını kaybeden Kral Layoş aynı zamanda Polonya ve Litvanya'nın da hükümdarıydı. 14'üncü asırda birdenbire Avrupa sahnesine çıkan Baltık ülkelerinin etraflarına benzemez, ilginç dilleri vardır. Üstelik 13'üncü asırda herkes ya Roma Katolik Kilisesi'ne ya da Konstantinopol Patrikliği'ne kapağı atıp çoktan Hıristiyanlaşmışken, Baltık halklarının çoğu hâlâ eski inançlarını devam ettiriyordu. Ziraatı geliştirmekten çok, bölgenin kerestesini, balmumunu ve kürkünü satmayı denediler. Litvanya dili eski Sanskritçeye en çok benzeyen nadir bir örnek; içindeki Slav, Latin ve Germen kelimeler kalabalığı onu bu benzerlikten uzak tutuyor. İlk orta çağlarda bu bölgede yaşayan Pruslar ve dilleri kaybolmuş; bugün sadece Almanların en kalabalık kısmına yakıştırma bir tabirle Prusyalı deniyor. Tarih içinden çıkılmaz problemler gösterir. Eğer o Pruslar elan yaşıyor olsa, Sanskritçe gibi bir dili buralarda duyacaktık. Baltık cumhuriyetlerinin nüfusu İstanbul'un yarısı etmez; toplasanız bir Avusturya ancak ediyor. Ekonomik kapasiteleri ise ne İstanbul ne de Avusturya ile boy ölçüşebilir. Çileli, hatta dehşetengiz bir tarih o ülkelerin zengin ve ilginç yanını oluşturduğu kadar, ağır sorunlar yükleyerek bugüne getirmiş. Letonya veya Latvia denen ülkedeki dil de Litvancadan çok uzak değil ama yanı başındaki Estonya ülkesinde 1,5 milyonun konuştuğu dil Fino-Ugur gruptan yani Macarca ile uzak akraba ve Fince ile kardeş. Litvanya'daki Vilnius büyükelçimiz, Dışişleri'nin göze çarpan diplomatlarından Oğuz Özge'dir; eski Sovyetler dünyasını iyi bilir. Baltık sorunları üzerinde görüştük, Litvanya için daha ümitli ama görünüşte bazı Batılı ülkelerde üçüncü dünyanın fakirlerini aratacak sorunlar var. Her şeyin başı sağlıklı nüfus ve eğitimli gençlik. Nüfusun azaldığı yerler üçüncü dünyanın artan nüfuslu ülkelerinden daha da ümitsiz.Litvanyalılar Katolik, hem de Polonyalılara yakın derecede dindar. Nefis barok kiliselerinde sık sık konserler de veriliyor. Üç renkli bayraklarıyla kendilerine en yakın halkı yanı başlarında değil, İrlanda'da bulmuşlar. Ülkenin yüzde 80 nüfusu Litvan, gerisi Polonyalı, Rus vs. Oysa Latvia (veya Letonya) halkının yüzde 40 nüfusu Rus. Latvia başkenti Riga'nın yarısı onlardan. Litvanya 2,5 milyonluk bir ülke ama ülkenin en dinamik nüfusu sayılan 300 bin kişi Avrupa Birliği'nde ve Amerika'da yaşıyor. Tarihleri Saint Jean tarikatından olan Töton şövalyelerin bu toprakları işgali ile zor safhaya girmiş; onlar bertaraf edilse de Almanlık Baltıklar'da yerli nüfusu ezen ve sömüren bir unsur olarak hep bulunmuş. Kuşkusuz o ülkelerin zenginliğine ve coğrafi çevresine katkıları da var. Ama Litvanya dilinin ve komşu Latçanın yaşaması bir mucize. Baltıklılar okumuş evlatlarına çok şey borçlular. Rus hakimiyeti boyunca Baltık eski Rusya'nın Avrupa'sı sayılırdı. 1918'den sonra ortaya çıkan üç bağımsız cumhuriyet ne yazık ki 1940'ta Hitler ile Sovyetler arasındaki anlaşmadan sonra Stalinist Rusya tarafından ilhak edildi. Bu dönemdeki Sovyetleştirmeyi kimse unutamıyor. Hitler Sovyetler'e cemile olsun diye Baltık'taki Alman nüfusu da birkaç hafta içinde boşalttı. 1941'de buraları işgal ettiğinde hızlı bir Yahudi katliamı da başladı. Oysa Baltık ülkelerinin zenginleri Yahudilerden çok, Protestan Almanlardı ve Yahudi nüfus, tipik getto kültürü içinde fakir, muhafazakar bir hayat sürmekteydi. Üstüne Rusya'dan getirilen yerleştirme nüfus Baltıklar'da var olan etnik gerilim ve karşılıklı nefreti de artırdı. Sovyet işgalinin sonuçları Şimdi, 1991'den beri yeniden bağımsızlaşan bu cumhuriyetlerin önemli altyapı sınırları var. Nüfusları yaşlı; gençler de İngiltere ve ABD'ye göç etmiş vaziyette. Üstelik Latvia'da Rus nüfusu ciddi ve derin problemler yaratıyor. Herkes bu konuda Letonları suçluyor ama yüzde 40'a ulaşan Rus nüfusun da çok uyumlu ve iyi niyetli olduğunu söyleyemeyiz.Baltıklar'da eskiden kalan tek unsur sayıları çok azalsa da Yahudiler; hele Vilnius'taki Yahudi gettosu II. Dünya Savaşı'ndan önceki dönemin özgün havasını ve fakirliği adeta muhafaza etmiş vaziyette. Baltık ülkelerinin çileli ve zengin tarihi halen renkli bir etnik yapı bırakmış vaziyette. Rus çarlığı ve II. Dünya savaşından önceki bağımsızlık döneminde, üç dil bilmeyen biri dükkana tezgahtar olarak bile alınmazmış. Bugün ise Rusçadan nefret ediliyor, İngilizce de henüz öğrenilemiyor.Bir vakitler Vilnius Üniversitesi, kuruluş tarihi olan 1578 ile bütün Avrupa'nın eski üniversitelerinden sayılıyordu. "Sovyetler Birliği'nin en eski üniversitesiyiz" cümlesini Moskova ve Petersburg'daki Rus akademik çevrelerinin adeta kulağına değil, gözüne bile sokarlardı. Bugün özgün eski kitaplığının dışında, yenisini nasıl zenginleştireceklerini, laboratuvarlarını ve öğretim kadrolarını nasıl geliştireceklerini planlıyorlar. Aslında sorunlu ülkeler sadece Asya ve Avrupa'da değil, her yerde var. En önemlisi uluslararası desteği sağlamak; fakat uluslararası destek her zaman çözümleyici değil, bazen karıştırıcı olarak geliyor. Eskiden kalan tek unsur Akşam gazetesinin perşembe günkü nüshasında Oray Eğin, 30 Ekim'deki Cumhurbaşkanlığı resepsiyonu ile ilgili isim zikretmeden bir haber vermiş. Haberde sütun yazarı bir hanımın resepsiyonda çok içtiğini, hastalandığını ve rahatlaması için kendisini benim tuvalete götürdüğümü yazıyor.İsmi geçen yazarımızla daha önce ufak bir sütun tartışmam bile oldu; o gün ilk defa karşılaştım buna rağmen beni kibarca gazetesinin arabasına alarak dönüş uçuşu için havaalanına götürdü. Uçakta resepsiyondan İstanbul'a dönen birçok kişi vardı. Bu yazar arkadaşımız Raffi Portakal ile arka sıramda yol boyu görüştü. Katiyyen sarhoş değildi. Kendisiyle tanışmam söz konusu değil, resepsiyondan çıkarken refakat ettim.Oray Eğin şiddetli ve sürükleyici kalemi olan genç, kabiliyetli bir yazar. Televizyon konuşmaları da öyle... Oray isim vermemiş ama yazar arkadaşımız yazının muhatabı olarak beni aradı; sadece o çok üzüldüğü için değil ama kıdemli bir yazar olarak Oray'a ve diğer genç arkadaşlara bazı tavsiyelerim var.Bütün kusurlarına rağmen Türk basınının sütun yazarlarından hiçbiri devletin en yüksek platformunda bir saat içinde sarhoş olacak kadar kendini bilmez değildir. Bu gibi ani sarhoşluklar genellikle içki yasağı olan ülkelerdeki yabancı sefaretlere gelen yerli memur ve gazetecilere mahsustur. Bir konuda anlaşalım: Çankaya Köşkü'nde yüksek düzeydeki bir resmi kabul bu gibi atışma ve çatışmaların dışında tutulmalıdır. Buna dikkat etmeliyiz. Umut ederim iki genç yazarımız bu çatışmaya son verir. 30 Ekim resepsiyonu üzerine