Pazar "Başka sevgili benim yerimi tutmuyormuş"

"Başka sevgili benim yerimi tutmuyormuş"

04.05.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Başka sevgili benim yerimi tutmuyormuş"

Başka sevgili benim yerimi tutmuyormuş



     

     Neden durup durup yeniden Deniz Akkaya ile röportaj yapılır? Neden ben de iki yıl sonra yeniden Deniz Akkaya ile röportaj yapıyorum? Kişi-konu kalmamış gibi.
     Sebebi şu mu, bu kadar basit mi: O zamanlar henüz altın çağında bir mankendi, şimdi ise artık manken emeklisi bir oyuncu acemisi; bakalım, ne değişmiş?
     Peki, beni Deniz Akkaya ile yeniden röportaj yapmaya sevk eden onun, "Türk medya yaratıcılığının" sıfır noktasını temsil ediyor olması olamaz mı?
     Yeniden ve yeniden, neredeyse noktasına, virgülüne dokunmadan yapılan aynı estetik ameliyat haberleri, her defile öncesinde onunla diğer mankenlerin giriştirildiği polemikler; topu topu bu kadarcık ama tekrar, tekrar; Zenbudist bir medya pratiği.
     Ama galiba Deniz Akkaya literatürü bundan daha fazla bir şeye işaret ediyor: Suniliği, keyfiliği ve zorlama oluşuyla genel medya gündemimizin küçük bir modeli olan "Türkiye manken gündemi"nde Deniz Akkaya'yı tekrarlamaya, bir başka bedende yeniden üretmeye yönelik her çabanın sonucu komik bile olmayan bir parodi oluveriyor. Çağla Şıkel'den Şenay Akay'a hiçbir figürde ondaki samimiyet ve gerçeklik yakalanamıyor.
     Tam da en fazla suni olduğu iddia edilen bir bedene; Deniz Akkaya'nın bedenine içre, içsel farklı bir şeyler olmalı. Sivri ya da çocuksu bir şey ya da başkaldırıcı ya da sert bir şey.
     Herhalde bütün o estetik operasyonlardan sonra yine de ve güçlü bir vurguyla zarftaki mazrufa, formdaki içeriğe işaret ettiği için Deniz Akkaya ile hâlâ bu kadar ilgiliyiz.
     
     "Perperik"te oynamak istiyorum çünkü senaryoyu çok beğendim. Ben bir şey yapmak için birilerinin bana uygun gördüğü konseptte önerilerin, tekliflerin gelmesini bekleyemem. Ben yapacağım işlerde tatmin arıyorum. Bana ne yarar getireceğine değil, bir şeyin içinde olmayı isteyip istemediğime bakıyorum. Ama elbette senaryoda değişmesi gereken bazı noktalar olduğu kanısındayım. Bu noktalar yüzünden aslında Kürt propagandası yapmayan bir film, sanki yapıyormuş gibi algılanabilir. Birkaç kelime aslında bunlar. Aynı noktalara ajansımın yöneticileri Abdullah Oğuz ve Feryal Pere de takıldılar. Yine de yönetmenin bileceği iş.
     
     "Geldiğim yer itibarıyla çok komik görünebilir Kürt sorunuyla ilgileniyor olmam"
     En son kararı ben veririm. Bana çok tepki verenler, daha senaryoyu okumadan, bu konuda bilgi sahibi olmadan "Hayır, yapma" diyenler de oldu. Onların niçin böyle dediklerini düşündüm uzun uzun. "Acaba bir film çektim diye bütün hayatım etkilenir mi?" diye sordum kendime. Fikrine güvendiğim dostlarımı aradım. Size de sordum. En son merci olarak da Abdullah Oğuz'a gittim. Ondan da onay aldıktan sonra bir kez daha düşündüm ve kararımı verdim. Türkiye eğer demokrasinin yaşandığı bir ülkeyse ben bu filmde oynayabilmeliyim ve bu film çekilmeli.
     
     Geldiğim yer itibarıyla bu çok acayip görünebilir ama ben de herkes kadar ilgilendim bu konuyla. En azından yaşadığım yer ne kadar güvenli ya da ne kadar tehlikeli topraklar üzerinde yaşıyorum, bunu bilmek için ilgilenmek zorundaydım. Ben öğrenmeyi çok seviyorum. Yaşayarak öğrenmeyi. Bana empoze edilen şeyleri doğru diye kabul etmiyorum. O yazdığım yazının bazı yerleri de maalesef kesildi. Ama bunu bana zarar gelmesin diye yaptılar. O yazıyı Yılmaz'ın yazıp yazmadığı bile konuşuldu sonradan. Bu konuda şunu söyleyebilirim: Ben istesem de Yılmaz böyle bir şey yapmazdı.
     
     Evet. Mesela Mehmet Barlas'la birlikte sunduğumuz televizyon programına Nurcan Akad konuk olmuştu. Ben de konuklarımıza ilişkin internetten bilgi topluyorum program öncesinde. Nurcan Akad için hep "Türkiye'nin ilk kadın gazete genel yayın yönetmeni" deniyor ya. Öyle değilmiş. Özgür Gündem gazetesinin yayın yönetmeni de kadınmış, Gurbetelli Ersöz. Kadını daha sonra şehit etmişler, bunu programda söyledim. Hatta "şehit" kelimesini de kullandım. Sonra Burhan Ayeri adında bir gazeteci, "Vay efendim, Özgür Gündem gazetesinin tirajı ne kadar, o gazete gazete bile sayılmaz, o kadın da genel yayın yönetmeni sayılmaz, Deniz Akkaya burnuna estetik yaptıracağına beynine estetik yaptırmalı" diye bir yazı yazdı. İşte biz bu kadar imajlara dayalı bir dünyada yaşıyoruz.
     
     "İnternette oylama yapılıyor; ben mi yoksa Çağla Kubat mı daha iyi sunucu diye"
     Daha çok üzerinde düşünülerek karar verilmiş bir strateji. Çünkü mankenliğin çok uzun süre yapılamayacağını biliyordum ve hayatımı başka açılardan da zenginleştirmem gerekiyordu.
     
     Ama o zaman da hep kaybeden ben oluyorum. Ben mesai harcıyorum, kendimi yoruyorum, sonra birisi gelip benim yanıma konuluyor. Aynı büyüklükte resimle, benimle aynı kefeye konularak yazılmış bir resimaltıyla. Ben buna tahammül edemiyorum. Bu bir yol oldu diğer mankenler için.
     
     Mesela televizyon programımı bıraktım diziye yoğunlaşmak için. Şimdi internette bir sitede oylama yapılıyor. Ben mi daha iyiymişim, benden sonra programa alınan Çağla Kubat mı? Her gün girip siteye bakıyorum. İnanamıyorum insanların bu konuda oy verdiklerine.
     
     Eğer Yılmaz böyle bir şey söylediyse doğru söylemiştir. Hep şunu söylerlermiş beraber olup sonra medeni biçimde ayrıldığım erkekler, eğer birazcık dürüst olurlarsa; önce bir durup düşünürler, sonra şöyle derlermiş: "Evet, belki sinirlendiriyordu, belki kızdırıyordu ama öyle veya böyle hayatımızı dolduruyormuş, gittikten sonra anladık."
     
     "Hep kendime ‘Dedikleri kadar salak mıyım ben?’ diye soruyorum"
     Çünkü beni yeterince, mantıklı olarak örnek almadı bu kızlar. Benim hep bir tarafımı örnek aldılar. Bazısı sadece agresif oldu, bazısı gece çok dolaştı, bazısı çok entel gözükmeye çalıştı. Bir insan bir şey oluyorsa bütünüyle bir şey oluyor.
     
     Aslında babam devlet memuruydu, beni özel okullara gönderdiler, iyi bir çocukluğum oldu, hâlâ da beni destekliyorlar ama ben hep mutsuz bir çocuk oldum. Hep ağlardım durup dururken. Hâlâ da öyle. Yaşım büyüdü ama ben hâlâ mutsuz bir çocuğum. Tatminsiz bir çocuğum. Mesela bu mankenlik işine çok isteyerek girdim. Ama bu da beni tatmin etmedi. Hep kendime "Bu kadar mıyım ben, bu kadarcık mıyım, bunu beceremeyecek miyim, dedikleri kadar salak mıyım?" diye sordum. Hâlâ da soruyorum. Belki de bu yüzden.
     
     Herkesin hayatta yaptığı her hakarete karşılık olarak alacağı daha kötü bir hakaret bulunur. Ben maalesef ki bu tür programlara hiç çağrılmadım. Mesela Okan Bayülgen'in programına hiçbir zaman çağrılmadım. Şu an çağrılsam giderim. Neden çağrılmıyorum acaba? Boyun eğmediğim için mi söylenenlere? Hep bir cevabım olduğum için mi?
     
     Dizi, "Şarkılar Seni Söyler". Abdullah Oğuz'un bir prodüksiyonu. İki ay okuma provası yaptıktan sonra çekimler başladı. O kadar çok çalıştım ki rolüme, ben şu anda Ayten karakterini kendimden daha iyi tanıyorum. Eylülde de Atıf Yılmaz'la "Eğreti Gelin"in çekimi başlayacak. Sonra "Perperik" projesinde rol alacağım. Deniz Türkali'den oyunculuk dersleri alıyorum. Çok disiplinli olduğum için çok memnun benden Deniz Türkali.