Pazar Bienal, Diyarbakıra uzanıyor

Bienal, Diyarbakıra uzanıyor

14.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

İstanbul Bienali, tarihinde ilk kez bu yıl Doğuya da gidiyor. 10 sanatçının eserleri Diyarbakırda da izleyiciyle buluşacak

Bienal, Diyarbakıra uzanıyor

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 8. Uluslararası İstanbul Bienali, bu yıl 20 Eylül-16 Kasım 2003 tarihleri arasında yapılacak. Küratörlüğünü Dan Cameronun yaptığı Bienal, "Şiirsel Adalet" başlığı altında 42 ülkeden 85 sanatçıyı bir araya getiriyor. Bienal; Antrepo No.4, MSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, Yerebatan Sarnıcı ve Ayasofya Müzesi olmak üzere dört ana mekanın yanı sıra dış mekanlarda ve İstanbuldaki billboardlarda seyircisiyle buluşacak. Bienale Türkiyeden dokuz sanatçı katılıyor. Bu isimlerin yanı sıra Kutluğ Ataman, Can Altay, Güven İncirlioğlu ve Hakan Topal da etkinlikte yer alıyor Esra Ersen, eseri "Brothers and Sisters" ile her gün Beyoğlunda gördüğümüz ama renginden dolayı görmezden geldiğimiz kişileri ete kemiğe büründürüyor. Eserde siyahlar tanımadıkları, bilmedikleri bu coğrafyaya dair deneyimlerini aktarıyorlar. Siyahlar, İstanbul deneyimlerini anlattı Ergin Çavuşoğlunun "Dolaşıklık" bireyin "adalet ışığı" altında tutulmasını ifade ediyor. Görüntüler Doğu Londrada polislerin gece suçlu takibinde kullandıkları helikopterlerin yaydıkları ışıklardan oluşuyor. "Adalet ışığı" altında kişisel duyarlılık Emre Erkal ve Cevdet Erek, mekan mimarlık ve sesin örtüştüğü alanı keşfetmek gayesiyle geçen yıl kurulan VIZ adlı oluşumla Bienale katılıyor. Proje, bir mekanın üç boyutlu yankı dağılımı potansiyelinden faydalanıyor. Mekanın üç boyutlu yankı dağılımı... Bienale Batmandan katılan Fikret Atay sergilenecek olan 10 dakikalık video işini 2002 yılında yaptı. Sanatçı, çalışmasında ATMde iki çocuğun kapitalist sisteme olan sert tepkilerini yöresel ezgilerle anlatıyor. Çocuklardan ATMye ezgilerle sert tepki Güneş Savaş, Özge Açıkkol ve Seçil Yersel Bienalie "Ada" projesi ile katılıyor. Projenin ilk mekanı Şahkulu Sokaktaki "Oda: Bir Sergi Mekanı". İkinci mekan ise Tophane-i Amire. Binanın terasına, daha önce gecekondu yapmış bir aile, gecekondu kuracak. Tophane-i Amireye gecekondu kurulacak "Şiir ile adaleti bir araya getirmeye çabaladık" Kenti keşfeden ve harekete geçiren sanatçıların izini bulmaya çalıştım. Salt mekana odaklı proje önermeyen, "sokağa taşan" sanatçıların sayısının 20yi buldu. Neredeyse eşit sayıdaki bir başka sanatçı topluluğu da İstanbulun tarihi mekanlarında yer almak istedi. Bienali gerçekleştirirken hangi zorunluluklarla karşılaştınız? İşlerin mekanlarla, şehrin de sizinle ilgisini nasıl sağladınız? Bienale hazırlanırken Osmanlı İmparatorluğunun geçmişiyle özel olarak ilgilendim. Osmanlı sınırları içinde kalmış topraklardan gelen sanatçıları, bu etkinliğe dahil etmeyi tasarladım. İran, Mısır, Bosna ve Sırbistan, özellikle sanatsal duruşları ve politik konumlarıyla ilgilendiğim ülkeler arasında yerlerini aldı. Diğer taraftan Ankara ve Diyarbakır gibi farklı kentlerde yaşayan ve üreten sanatçıların da Bienale katılması benim için önemliydi. Türkiyenin konumu ve tarihiyle kurduğunuz ilişki nasıldı? Katılımcı sanatçıların kariyer ve yaş ortalaması düşünüldüğünde, İstanbul Bienali görece daha genç bir etkinlik. Bienalde 20li ve 30lu yaşlardaki sanatçıların ağırlığı var. Birçoğu bu tür bir etkinliğe ilk kez çağrılıyor. Bu seçimleri yaparken olabildiğince taze bir perspektif sunabilmenin şüpheciliğiyle hareket ettim. Bunda "yerel" bir izleyiciyle karşı karşıya gelmemin de etkisi büyüktü. Zira onların da uluslararası izleyici gibi "daha önce görmedikleri" şeylerle karşılaşmaya hakları var. Ya izleyicinin beklentileri? Konumumu ille de romantik olarak nitelemeyi düşünmüyorum. Bugün asıl olan, güncel sanata karşı yabancılaşmış kitlelerin yarattığı hüzün. Ama bu, güncel sanat pratiğinin o kitleler adına sözcülük yapmayacağı anlamını taşımaz. Çünkü öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, kurumsallaşmış pek az gerçek var ve insanların pek azı bu olgulara karşı güven besliyor. Bu noktada, dayanışma içindeki sanatçıların taşıdığı yaratıcı vizyonun, hâlâ hayati ve toplumu dönüştürücü bir kudret içerdiğini düşünüyorum. "Şiirsel Adalet" gibi bir kavramla, bugünün acımasız dünyasının karşısına çıkmak bir tür romantizm sayılmaz mı? Elbette ilgilenmeli. Çünkü şiir ve adaletin günümüzde birbirinden ne denli uzakta durduğunun bilincinde değiliz. Bu yüzden ikisini bir arada akla getirmek yönünde çabalamamız gerekiyor. n(Milliyet Sanat dergisinin eylül sayısı için Evrim Altuğ tarafından hazırlanan dosyadan özetlenmiştir.) İnsanlık, bugün pratiğe oldukça zor geçirildiği aşikar olan "adalet"in "şairane" yönüyle nasıl ilgilenebilir?