Pazar "Bir evde sakat çocuk varsa sağlam çocuk dışarıda kalır"

"Bir evde sakat çocuk varsa sağlam çocuk dışarıda kalır"

18.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Bir evde sakat çocuk varsa sağlam çocuk dışarıda kalır"

Bir evde sakat çocuk varsa sağlam çocuk dışarıda kalır





Yavuz Kocaömer, TESYEV'in yani Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı'nın kurucusu ve başkanı. Yavuz Kocaömer'le Sedatkent'teki evinde buluştuk. Güzel, hoş bir salon, tasarım mobilyalar. Ama tek tük oyuncaklar fark ediyoruz ortalıkta. Çocuk sesi ise yok.
Çalışma odasına çıktığımızda, buranın aynı zamanda 55 yaşında bir çocuk-adamın oyun odası olduğu anlaşıldı. Evet, Yavuz Kocaömer oyuncakla oynuyordu.
Bu ihtiyacının altında yatan onun engelliler için yaptığı çalışmaların da nedeni: 22 yıl boyunca spastik bir abiyle yaşamış, çocukluğunu onunla geçirmiş Kocaömer.
Ve abisi bu oyunlara, katılamayıp üzülür
diye doya doya oynayamamış.
Kocaömer ciddi işadamı kimliğinin altında yine çok ciddi ama bu kez çocuksu bir sivil toplum teşkilatçısı kimliği daha taşıyor.
Röportajı okurken onun TESYEV'e nerelerden, ne paralar sağladığını anlattığı yere geldiğinizde ne demek istediğimi anlayacaksınız.


Türkiye'de Engelliler Spor Federasyonu 1990 yılında kuruldu. Almanya'dan 42 yıl sonra. Ama Türk halkının dinamizmi, cevvaliyeti burada da kendini gösterdi. Ve Almanları yenip Avrupa ikincisi oldu engelli basketbol milli takımımız. Bizim TESYEV olarak işimiz engelliler sporundaki aksaklıkları gidermek. Bu hükümete kadar çok zorlanıyorduk ama şimdi uyumlu çalışıyoruz.

"Engelliler konusunda toplumu istismar eden çok"

Pratiklik. İkincisi, bu insanlar karşılarındaki insanların söylediklerine kulak veriyorlar. Bir de tek parti hükümeti oldukları için rahat karar veriyorlar. Bir yazı yazdım, "Eylülde Atina'da paralimpiklerde bir gençlik kampı düzenleniyor, katılalım" diye, hemen cevap geldi o gün.


Evet, sakatlar için olimpiyat yani. Olimpiyatları yapan şehir en geç üç hafta sonra bir de sakatlar olimpiyatı düzenlemek zorunda. Ama paralimpik deyip geçmeyin, 4 bin sporcu katılıyor paralimpiklere. Konuyla ilgili yazdığım yazı gazetede çıktığı gün beni bir danışmanı aradı ya bakanın ya genel müdürün; "Biz bu kampa katılıyoruz, 16 sporcu götürüyoruz" dedi. Biz bu işe başladığımızda Türkiye'de 18 tane tekerlekli sandalye spor kulübü bulunuyordu, şimdi 54 tane oldu. Bugün Hakkari, Diyarbakır, Kahramanmaraş, Muş, Sivas gibi şehirlerde artık kulüpler bulunuyor.


Tabii ama ben neredeyse 24 saatini engellilerle geçiren bir insanım. Engellilerin acınacak bir tarafı yok. Tam tersine, biz onlardan çok şey öğrenebiliriz. Bugün Türkiye'de o kadar başarılı engelli insanlar yaşıyor ki. Bana hep soruyorlar, "Sürekli kolu, bacağı olmayan insanlarla beraber oluyorsun, bu senin psikolojini bozmuyor mu?" diye. Bir kere ben bu konuda bağışıklık sahibiyim, 22 sene engelli bir abi ile yaşadım. Sonra Metin Şentürk gibi çok neşeli oluyor birçok engelli. Yönetim kurulumuzdaki görme engelli arkadaşlarımla toplantıya girdiğimizde, "Geldim, bir merhaba demediniz bana" diyorum. "Görmedik başkanım" diyorlar hemen mesela.


Tabii. Ankara'da Karagücü'nde bir tekerlekli sandalye basketbol takımı, okçuluk takımı kuruldu.


Değiliz maalesef. Dediğiniz çok doğru, bugün Hakkari'de bu çok büyük bir problem. Basına yansımıyor ama orada çocuklar oynarken çok sık mayına basıp kollarını, bacaklarını kaybediyorlar. Yurtdışındaki engelli dernekleriyle irtibat halindeyiz ama Türkiye'dekilerle değil. Hep diyorlar ya "Türkiye'de bu sakatlar da her şeyi istismar ediyorlar, işte şöyleler, böyleler." Ben hep şunu söylüyorum böyle durumlarda: "Sağlam bir Türk insanı ne kadar ahlaklıysa sakat bir Türk de o kadar ahlaklı. Sağlam bir Türk insanı ne kadar ahlaksızsa, sakatı da o kadar ahlaksız." Evet, engelliler konusunda toplumu istismar eden çok vakıf ve dernek bulunuyor. Onun için bizim gibi düzgün çalışan vakıflar taraftar bulmakta zorlanıyor.


Yukarıya çıktınız, oyuncaklarımı gördünüz. Ben 55 yaşında bir adamım. Böyle bir şey olabilir mi? Ama ben o 22 sene boyunca bir insanın fizyolojik ve psikolojik olarak nelere dayanabileceğini gördüm. Benim abim yattığı yerde okuma öğrendi, İngilizce öğrendi, sigarasını içerdi, insanlarla sohbet ederdi ama 22 sene ne yürüdü ne yattı. Doğuştan spastikti.


Şimdi bir süredir bazı arkadaşlarım telefonlarıma çıkmıyor. Çünkü kim arasa yakasına yapışıp bir şey istiyorum. Ben iş hayatının içindeyim, nerelere ne paraların harcandığını biliyorum. Ben de paramı gereksiz harcıyorum bazen. Hep gittiğim yerlerde, işimin dışında "Acaba ben buradan ne koparırım?" diyorum. Bu bağlamda da tabii her şeyi değerlendiriyorum. Beş sene evvel bir devlet bankasının Almanya'daki müdürü arkamdan çok çirkin sözler söylemiş. O zaman bir bakan benim çok iyi bir arkadaşımdı. Bakan görevden gidince o müdür, "Şimdi ben de Yavuz Kocaömer'in anasını belleyeceğim" demiş. Ben de bankanın Ankara'daki genel müdürüne gittim. "Bu işi çözmemiz lazım, ben kendi kurallarıma göre çözersem bu arkadaşınız Almanya'da rahat yaşayamaz" dedim. "Anlaşalım, ne istiyorsunuz?" dediler. 75 bin mark bağış istedim.

"Çırağan Otel'e tazminat olarak balo yaptırttım"

Bir başka büyük Alman bankasının Türkiye'de bir işini hallettim Ankara'da. Onlardan komisyon aldım zorla. Üç tane basketbol sandalyesi olarak. Sandalyelerin her birinin fiyatı 400 bin mark. Şimdi bu paraları böyle söyleyince büyük paralar ama bahsettiklerim de en büyük bankalar. Koyuyorlar fon yöneticilerini uçağa, götürüyorlar Uzakdoğu'ya eğlenceye, üç milyon dolar tutuyor bu. "Pazartesi para yatar yatar, yatmazsa Türkiye'de tersine çeviririm işi" dedim. Pazartesi yattı istediğim para bankaya. Ama sonrasında o banka vakfımıza hiçbir zorlama olmadan 1 milyon 200 bin mark daha bağış yaptı.


Çırağan'ın müdürü Tischmann diye bir adamdı o sırada. Ona sürekli oteldeki aksaklıkları söylüyordum. Bir gün havuzun etrafındaki şemsiyeleri gösterip, kaidelerine ağırlık olarak doldurulan suyun sıcakta buharlaştığını, şemsiyenin rüzgarda birisinin kafasına çarpabileceğini söyledim. Dinlemedi beni ama bir gün o şemsiyelerden bir tanesi havalandı, uçtu, benim kulağıma girdi. Amerikan Hastanesi'ne gittik, geçici duyma kaybı, tansiyon. Hemen polis raporu tutturdum. Ve savcılığa suç duyurusunda bulundum. Tischmann önce hiç ilgilenmedi ama polisler götürüp ifadesi alınınca anlaşmak istedi. Ona da bir balo yaptırttım. Gloria Otel'de bir kuyuyu açık bırakmışlar, düştüm, bacağımdan kemik çıktı. Oradan da bağış aldım vakıf için. Bir uçakta vejetaryen yemeğinden zehirlendim, oradan da.


Evet. Fenerbahçe'nin son şampiyon takımınının imzalı forması, Süreyya Ayhan'ın bir imzalı forması, Filenin Sultanları'nın imzaladığı bir top ve bir forma, bir da Jupp Derwall'in 1989'da şampiyon yaptığı Galatasaray'ın kadrosunun imzaladığı bir top bu parçalar. Bunları telefonla satacağım en yüksek parayı verenlere. Tel: (0212) 238 71 91-237 63 95


Sakat bir çocuk olan bir evde bütün aile ona odaklanır.
Ve sağlam çocuk ister istemez dışarıda kalır. Bu da çocuğun paylaşma duygusunu çok artırır. İnsan paylaşmayı annesinden, babasından, çevresinden öğrenir. Ama benimki mecburi bir paylaşma ve sonradan o paylaşmayı sevmişim. Başka insanları rahatsız etmemek, bir yerde konuşurken yüksek sesle konuşmamaya dikkat etmek gibi alışkanlıklar edinir. Bir de tabii evde oyun partneri olmuyor çocuğun. Bunu da şöyle çözmüştük: O Fenerbahçeliydi, ben Galatasaraylı. Evdeki 1946 model radyonun bir tarafına sarı-kırmızı, diğer tarafına sarı-lacivert kurdeleler asmıştık ve çok eğlenirdik. 7-8 sene önce bu anılar ortaya çıktı. "Ya, ne yapıyorum ben?" dedim. Kürek çektim, tenis oynadım, Almanya'da Federal Alman Spor Teşkilatı başkanının danışmanlığını yaptım. Ama o şuuraltımda kalan şeyler birdenbire ortaya çıktı. Ve benim gecem gündüzüm şimdi hep engellilerle geçiyor.

Yazarlar