Pazar Bir hukuk meşalesi

Bir hukuk meşalesi

25.02.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

83 yıllık bir adalet kavgası... Darbe mahkemelerinde, infaz törenlerinde, işkence hücrelerinde ağarmış saçlar... Anayasasını her daim ilkyardım çantasında, haklının kazanacağına dair inancını yüreğinde taşıyan bir hukuk adamının yüz ağartan yaşamı...

Bir hukuk meşalesi

Yaşamda ve yargıda devrimci duruş: Halit Çelenk can.dundar@e-kolay.net Çınar Yayınları'nın, TÜYAP'ın desteğiyle hazırladığı bir saygı kitabı bu... İbretlik bir vefa örneği...70'e yakın yazar 83 yaşına basan Halit Çelenk'i yazmış; onun devrimci mücadelesinin tahtına güzelim çelenkler bırakmış.Kitapta bir fotoğraf var: Ören'de çekilmiş; 1990'ların ortaları olmalı...Sunar Sitesi'nde öğle yemeği... En başta Halit Çelenk...Karşısında eşi Şekibe Çelenk...Talip-Halise Apaydın... Sıdıka Su... Ayten Baştürk...Fakir Baykurt... Ufuk Uras... Ben...Edebiyatın siyasete sarmalandığı sıcacık bir dostlar sofrası...Bu sofralarda ve hele "Halit abi" ile "Şekibe abla"nın Beşevler'deki evinde demlenenler, kitabın başlığına yerleşen o "duruş"un ne mene bir şey olduğunu bilirler.Her askeri darbenin mağdurlarına, haksızlığa uğramışlara, zulüm karşısında adalet arayanlara sığınak olmuştur o mütevazı ev; gün gelmiş suçsuz yere aranan üniversiteli gençleri saklamış, gün gelmiş işkence görenlerin yarasını sarmış, savunmalarını yazmış, sohbetlerde ufkunu açmıştır.Halit Çelenk "Haksızlığa uğrayanların, hak bekleyenlerin, duruma ve yerine göre arkadaşı, kardeşi, ağabeyi, babası" olmuştur. Bu tanımı yapan Mümtaz Soysal şöyle devam ediyor:"12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde olanları yaşamamış olanlar, avukat 'görüş'lerinde hücre penceresinin gerisinden yalnız diliyle değil, bakışlarıyla, gözlerinden eksilmeyen iyimser ifadesiyle konuşan o yüzün, içeridekiler için ne anlama geldiğini asla bilemezler. Sayın Çelenk, o karanlık günlerde, hep dıştan içeriye vuran aydınlık olmuştur." Bir kitap var masamda... Adı: "Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş: Halit Çelenk." Rona Aybay ve Ümit Altaş hazırlamış. Kitap, sadece adalete ömrünü vermiş bir avukatın hukuksuzluğa karşı yılmaz mücadelesini değil, Türkiye'nin zulüm tarihini de anlatıyor.O karanlık tarihin son 60 yılının hemen her sayfasına, bir meşale gibi ışığı vurmuş Çelenk'in...Daha üniversite yıllarında Tan gazetesinde Serteller'le tanışmış, çalışmış. Çok partili demokrasinin 40'lardaki açılış sayfalarında, Tan matbaası baskınına tanıklık etmiş.Antikomünist cadı avının yaygınlaştığı 1950'lerde Samsun'da hukuk mücadelesi vermiş.60'larda Türkiye İşçi Partisi saflarına girmiş. 15-16 Haziran olaylarında DİSK'in ve Kemal Türkler'in avukatı...ODTÜ'de Amerikan Büyükelçisi Commer'in arabasının yakılma eyleminde eylemci gençlerin savunmanı...Çelenk'in evini bilenler bilir; salonun başköşesinde siyah-beyaz bir fotoğraf çerçevelidir.Bir mahkeme salonunda sol yumrukları havada, siyah takım elbiseli, güler yüzlü genç adamlar... Yusuf Aslan, Taylan Özgür, İrfan Uçar gibi dönemin gençlik liderlerinin imzalayıp Çelenk'e armağan ettiği fotoğrafın altında şu not var:"Alnımız açık, inancımız tamdır. Uğraşımız her gün daha da güçlenecektir. Bundan böyle tüm zaferler bağımsızlıktan yana olanlarındır". Bir meşale Ofiste bir çantası her an hazır bekliyor Halit Çelenk'in... Türkiye demokrasisinin "ilkyardım çantası"...İçinde bir anayasa var; bir usul, bir de ceza yasası...Başı derde giren, hemen ona haber uçuruyor; o da çantayı kaptığı gibi yardıma koşuyor.Kartal Cezaevi'nde Mahir Çayan'ın, Cihan Alptekin'in, Malatya Cezaevi'nde Teslim Töre'nin, Kayseri'de Deniz Gezmiş'lerin imdadına yetişmiş o çanta...Gün gelmiş, izini sürdüğü müvekkilleri listesine kızı Serpil, damadı Kaya da dahil olmuş.Gün gelmiş, Barış Derneği davasında olduğu gibi, avukat olarak girdiği duruşmada sanık koltuğuna oturmuş.Mamak'ta dövülerek katledilen İlhan Erdost'un kanlı paltosunu teslim almak, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarına tanık olmak zorunda kalmış. Demokrasinin ilkyardım çantası Bunca yıldan, onca yoldan sonra şimdi 83 yaşında hâlâ dipdiri bir bilinçle, bastonuna dayanarak gidiyor 1 Mayıs meydanlarına... Kıvançla dinliyor yapılan konuşmaları...Solun birlik içinde olamamasının, bu dağınıklığın adaletsiz düzene süreklilik kazandırmasının acısını hissediyor.Ama şair Fikret'e katılıyor:"Her gecenin bir gündüzü vardır. Er geç karanlıklar aydınlanacaktır."Bugünlerde mahkeme önlerinde linç provokatörlüğü yapan avukatları görenler, ibretle okumalı Çelenk'in mücadelesini...Bunca hukuksuzluk karşısında yine de azimle hukukun ipine asılıyorsak, Çelenk gibilerin saçtığı adalet ışığı sayesindedir. 83'lük delikanlı KIZINA MEKTUP "Kızım Serpil,Seni son gördüğümde demir parmaklıklar arkasında dalında bir zerdali gibiydin. Bir zerdali gibi tabiattan bir parça. Günahsız, yurdunu ve insanları karşılıksız sevdiği için suçlu, ama suçsuzluğuna inandığı için kuşkusuz ve rahat. (...)Sana bu satırları bir Karadeniz kıyı kasabasından yazıyorum. Mesafelerin duyguları etkilemekte ne kadar aciz kaldığını bir kez daha görüyorum. Bunları okuyanlar, bir aşk mektubu okuduklarını sanacaklar ve belki de hayret edecekler. Hayret, karanlıktan gelir. Baba ile evladın dost olması, kan ilişkisine bir başka 'insanlık' katar. Sadece kan ilişkisinin gerçek bir değeri olmadığını padişahlar, imparatorlar ve genellikle politikacılar, evlatlarını, kardeşlerini öldürerek ispatladılar. Ama gerçek dostların birbirine ihanet ettiklerini tarih yazmadı. Sen Serpil oldukça, kan ilişkisinin ötesinde arkadaşlığımız, dostluğumuz kesintisiz sürecek. Buna engel olabilecek bir güç düşünemiyorum." "Dostluğumuz sürecek" EŞİ ŞEKİBE ÇELENK "Halit ile neredeyse yarım yüzyıla varan bir yaşamı ve bir inancın kavgasını paylaştık ve paylaşmaya devam ediyoruz. Bu uzun öyküyü birkaç sayfaya sığdırmak oldukça zor. Bu nedenle bazı satır başlarıyla özetlemeye çalışacağım.Öğrencilik günlerimizde sevgimizi, ders notlarımızı, maddi sıkıntılarımızı paylaştık. Evlilik yıllarıyla birlikte evlat ve torun sevgisini ve kavgayla inancı paylaştık. O günlerden bugüne dek sürdürmeye çalıştığımız sosyalizm mücadelesinde Türkiye İşçi Partisi'nde ve sendikalarda birlikte çalıştık. 12 Mart ve 12 Eylül askeri cunta dönemlerinde, hem Türkiye'nin hem ailemizin üzerine çöken o karanlık yıllarda birbirimize omuz verdik. En az kendi çocuklarımız kadar sevdiğimiz gençleri birer birer kaybetmenin acısına dayanmak, buna rağmen ayakta kalarak kavgayı sürdürmeye çabalamak, hapishanelere avukatlığın yanı sıra yüreğimizi de taşımaya çalışmak... Ancak fikir ve inanç birlikteliğiyle başarılabilirdi bunlar.Evlilikte sevgiyi ve inancı beraber yaşamak gibi çoğu kişinin tatmadığı bir ayrıcalığımız oldu. Bedenlerimiz yaşlandı ama 'yarin yanağından gayrı' her şeyin ortak olacağı günlere dair inancımız, gençlik günlerimizdeki kadar taze ve sağlam.Zor ama dolu dolu yaşadık bunca yılı.Darısı genç kuşakların başına..." "Yarin yanağından gayrı..." "Deniz, Hüseyin ve Yusuf, kişilik sahibi, inançlı, yürekli insanlardı. İçerde, infaz esnasında yapacakları konuşmayı hazırlamışlar ve infazı kendileri yapma kararı almışlardı.Deniz sehpa altındaki masanın üzerine çıktı. Boynuna ipi taktılar. Elleri arkadan bağlıydı. İnfazı kendisi yapmak için ayağının altındaki tabureyi tekmeledi. Tabure düştü. Düştü ama Deniz'in boyu uzun olduğu için ayakları masaya dayandı. Bu durumda infaz yapılamıyordu. Savcı yardımcısı cellada 'Masayı da çek' diye bağırdı. Cellat masayı da çekti. O zaman Deniz boşluğa düştü. (...)Deniz asılmıştı ve aradan 25 dakika geçmesine rağmen hâlâ nabzı atıyordu. Cellat geldi,'-Efendim, Deniz iri ve ağır. Biz ip kırılır diye çift ilmik yaptık. Çift ilmik yapınca sıkmıyor. Tek ip sıkıyor' dedi.Bu bir işkence idi. Tabii celladın bir kastı yok belki. O kendi kendine iyi niyetle öyle düşünmüş olabilir. Fakat ortada bir vaka var, bir işkence var. İşte bunun üzerine biz müdahale ettik." Deniz'e darağacında işkence