Pazar "Birinci görevim, tarafların birbirini anlamasına yardımcı olmak"

"Birinci görevim, tarafların birbirini anlamasına yardımcı olmak"

31.05.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ankara'nın güzel bir balıkçı lokantasında buluştuk geçenlerde Ertuğrul Günay'la... Her olağan Ankara gecesindeki gibi uzun uzadıya siyasetten söz ettik. Ordu günlerinden bugünlere geliş öyküsünü anlattı. O öyküyü bilmek, CHP'nin eski Genel Sekreteri Günay'ın bugün hayretle karşılanan AKP milletvekili adaylığını anlamayı kolaylaştırabilir

Birinci görevim, tarafların birbirini anlamasına yardımcı olmak

Ada CHP Genel Sekreterliğinden AKP'ye geçen Ertuğrul Günay: can.dundar@e-kolay.net "Büyükbabam 'kaymakam' Mustafa Efendi'nin bize bıraktığı iki aile hatırası var: İstiklal madalyası ve bir kılıç... Madalya, 'evlad-ı ekber' geleneğine uygun olarak benim, kılıç da askerlik mesleğinin en üst derecesine çıkmayı başarmış kuzenimin emanetinde ve en büyük zenginliğimiz" diyor Günay...Anne ve baba Günay, sınırlı imkanlarla dört çocuklarına her şeyin en iyisini vermeye çalışmışlar. Annesi için "inanılmaz yaratıcı, becerikli bir kadın" diyor Günay. Babası Ordu-Sivas hattında nakliye işiyle uğraşırmış. Ertuğrul, çocuk yaşta babasının yanında yoksulluğu gözlemiş; eşitlikçi, sosyal adaletçi düşüncelerini "Ordu'da vekar ve dürüstlük açısından efsaneye dönüşmüş bir adam" diye tanımladığı babasından almış. Günay ailesi Osmanlı'nın çözülme döneminin acılarını yaşamış, imparatorluğun dört bir tarafından gelip Ordu'da buluşmuş. Baba tarafı, Rus Harbi'nde Görele'den gelmiş. Annesinin babası, Balkan komitacılarının vurduğu kardeşinin yetimlerini de alıp Drama'dan, annesinin annesi Kafkasya'dan göçmüş. Bütünlemeye kalmadığı ortaokul ve lise yıllarında Ordu'ya gelip Milletdüzü'nde konuşan tüm politikacıları dinlemiş Günay. Lisede sosyal etkinliklerde görev almış. Tiyatro oynamış. Öğretmeni Aydın Üstüntaş'ın yönettiği bir oyunda bugünkü eşi Gülten'le sahneye çıkmış.Aynı dönemde bir duvar gazetesi çıkarmış; İmece. Türk Dili, Varlık, Yön dergilerini izliyormuş. "Üniversitede toplumcu akımlara ilgi duydum" diyor ama bir farkla:"Kendimi hiç katı bir Marksist, hele materyalist hissetmedim. Sosyalizm hayalimiz biraz aile ve toplum yapımızın beslediği naif bir sosyal adaletçilik, eşitlikçilik, dayanışmacılık çerçevesinde idi. O yüzden sosyal demokrasi bana doğru göründü." "Katı Marksist olmadım" 1968'de İstanbul Hukuk Fakültesi'nde binlerce öğrencinin oyuyla öğrenci temsilcisi seçilmiş Günay...Fikir dünyasını etkileyen kitaplardan biri, o yıllarda yayımlanmış: İdris Küçükömer'in "Düzenin Yabancılaşması". "Kitap, İsmet Paşa'nın 'ortanın solu' söyleminin sınıfsal temelden yoksun olduğunu ileri sürüyor, Türkiye'de ilerici / değişimci dinamiğin asker-sivil bürokraside ve seçkinlerde değil, doğulu bir yaşam tarzına sıkışmış geniş halk kitlelerinde olduğunu iddia ediyordu. İdris hocaya göre geniş kitlelerin Müslümanlığı gericiliğin değil, tepeden inmeci, taklitçi, halka yabancı batılılaşmaya tepkinin işaretiydi.Hoca'nın tezleri, o dönem sol akımlara musallat olan -Arap devrimciliğinin takliti- darbeci, cuntacı, Baasçı anlayışlara da karşı çıkış anlamını taşıyordu. Bu tezlerin ve tezleri destekleyen gözlemlerimin de etkisiyle öğrencilik yıllarımdan itibaren demokrasiye inandım. İyi anlatılırsa halkın iyiyi mutlaka anlayacağına güvenim hiç sarsılmadı." Değişimin dinamiği kitleler 12 Mart'ta yedek subaydı. Askerlik dönüşü Ordu'da avukatlığa başladı. 1973 Eylül'ünde CHP Genel Merkezi "CHP'de Değişim" konulu bir yazı yarışması açtı. Yerel gazetelere yazdığı yazıları gözden geçirip gönderdi. "CHP'nin seçkinci bir devlet partisi olarak sürüp gidemeyeceğini, halkla birlikte, halkın içinden, yeni ve gelişmeci bir siyaset izlemesi gerektiğini" anlattı. "Devlet Partisinden Halk Örgütüne" başlıklı yazı birinci seçildi. 9 Eylül 1973'te Ecevit'in elinden ödül aldı. Ecevit imzalı gümüş plaket hâlâ başucunda... Ecevit'in ödülü 25 yaşında CHP'ye katıldı. Bir yıl sonra, 1974 kongresinde Türkiye'nin en genç il başkanı oldu.1977 seçiminde Ecevit rüzgarıyla yelkenleri doldurup milletvekili seçildi. CHP Ordu'da Türkiye'nin en başarılı sonucunu almıştı. Nasıl?"Siyaseti bir salon tartışması, meyhane gevezeliği olmaktan çıkardık. Köylere gittiğimizde bizden öncekilerin yaptığı gibi cumadan kaçmadık. Cenazeye, bayrama, inançlara saygılı davrandık. Siyaseti ekmek, özgürlük ve adalet söylemiyle yaptık. O yıllarda, bir köyden ötekine giderken imamların ve öğretmenlerin benimle yürüdüğünü -bugün aynı heyecanı duyarak- sevgiyle anımsıyorum." "Cumadan kaçmadık" Gelelim herkesin aklındaki soruya... Neden AKP? Bu, CHP'ye kırgınlığın eseri mi?İşte 27 Mayıs'ın yıldönümünde cevap:"27 Mayıs 1960'tan yarım yüzyıl sonra ülke yeni bir 27 Mayıs'a sürüklenmeye çalışılıyor. 27 Mayıs darbesi, haksız ve yanlış, yalanlarla dolu bir sürecin sonunda oluşturulmuştu. 2007 Mayıs'ında seçimden, halktan sonuç almak yerine bazı devlet kurumlarını kışkırtmak, devletle milleti karşı karşıya getirmek, ülkenin bir yarısını inançları ve yaşayışlarından ötürü dışlamaya, 'ötekileştirmeye' çalışmak doğru bir yol değildir. Demokratlıkla, sosyal demokratlıkla bağdaşmaz. Halkı hor gören bir anlayış Atatürkçülük değildir, vatanseverlik hiç değildir.On yıllardan bu yana Türkiye insanının duygu dünyasını iyi okuyamayan, halkın inanç ve kültürünü anlayamayan siyasal akımların toplumla yeterince bağ kuramayacağını savundum. Türkiye solunda, (1970'ler parantezi dışında) bu konuda tam bir basiretsizlik, başarısızlık var.Türkiye'nin temel arayışı, ekonomik gelişme, demokratikleşme ve adaletli bir yaşam düzenidir. Dinsel, etnik ve kültürel çatışmalar Türkiye'yi bu ana doğrultudan uzaklaştırıyor, yapay kutuplaşmalara neden oluyor. İdris hocanın söylediği 'tarihsel kapan'dan çıkıp, ayaklarımızın üzerinde dikilemiyoruz.Bu ortamda, halkın inançlarıyla demokrasiyi bağdaştıran, toplumun bütününü kavramaya ve ileriye taşımaya çalışan bir siyasal hareketin Türkiye için 'doğru' olacağını düşündüm. AKP elbette beni değiştirmeyecek. Ancak benim AKP'nin iktidar dönemi uygulamalarında sorguladığım, önemsediğim hassasiyetlerim var. Demokrasinin kurumlaşmasının yanı sıra 'adalet' kavramının önemine inanıyorum. Hem 'hukuk devleti' hem de 'sosyal devlet' anlamında adaletin birinci sırada yer aldığı bir siyaset yaklaşımına ihtiyacımız var.Önümüzdeki dönemde aktif siyasette yer ve görev alırsam 'adalet' temeline dayalı bir devlet ve toplum düzeninin gerçekleşmesine çalışmak isterim. Çünkü Türkiye'nin gelişmesi gerekiyor. Gelişme ancak barış içinde sağlanabilir. Barış ise, baskı ile değil ancak adaletle gerçekleşebilir." Neden AKP? "Siyaseti ülkenin iyi yönetilmesi, ileriye gitmesi, halka yarar sağlaması olarak algılayanlar adaylığımı heyecanla destekliyorlar.Siyaseti bir renk aşkıyla, takım tutar gibi bir bağnazlık sananlar ise öfkeyle karşı çıkıyorlar. Bu süreçte toplumsal tarafların birbirini anlamalarına yardımcı olmayı birinci görev sayıyorum. Taraflar birbirinden tanımadan nefret ediyor. Ve birileri siyasal çıkar için bu tehlikeyi körüklüyor. Oysa biz, bütün bu farklılıklar içinde ortaklıkları, ortak değerleri çok olan bir toplumuz. Son günlerde İzmir'den Van'a kadar bütün mitingleri gelincik tarlasına çeviren bayraklar bu ortak değerlerin en çarpıcı simgelerinden biri değil midir?Bu mitinglerden ve giysilerinin 'rejim ve Cumhuriyet için bir tehlike' olduğundan hiç haberi olmayan yoksul semtlerin yoksul kadınları da şehit yavrularının son örtüsü olarak ona sarılıp ağlıyorlar.Buradaki derin ortaklığı ve dramatik ayrılığı anladığımız gün birçok sorunumuzu çözebileceğimize inanıyorum." Ne tepki aldı? 12 EYLÜL 12 Eylül çatışan uçları aynı koğuşlarda buluşturmuştu. Buna "karıştır-barıştır" yöntemi deniliyordu.Yaşar Okuyan'la Bülent Ecevit, Recai Kutan'la Ertuğrul Günay nezarethanede buluşmuştu.İnanılması zor ama 12 Eylül'de "karışanlar", çeyrek asır sonra "buluştular". Günay anlatıyor: "Hepimiz birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Rahmetli Türkeş bir gün 'Askeri müdahale olan ülkeler ileri gitmiyor, ben bunu Hindistan sürgünümde kavradım' demişti. MSP'liler 'solcu' diye uzaktan baktıkları kişilerin de kendileri kadar inançlı, imanlı olduğunu görmek şansına kavuştular. Ecevit bir gün bana 'Keşke Başbakan olmadan tutukevlerini görmüş olsaydım' demişti. Gerçekten bu koşulların insanı birbirine yaklaştıran, anlamasını kolaylaştıran güçlü bir etkisi var."12 Eylül sonrası SODEP'e ve Halkçı Parti'ye katılmadı Günay. İki parti birleşip SHP adını aldıklarında tabandan gelen taleple Ankara İl Başkanı oldu. Daha sonra SHP'de ve yeniden açılınca CHP'de görev aldı. Karıştılar, barıştılar BÜLENT ECEVİT 1995 seçimine giderken solda yine üç parti vardı: İktidardaki SHP, Ecevit'in DSP'si ve Baykal'ın CHP'si...Günay, CHP'nin yeniden Ecevit liderliğinde yoluna devam etmesi, bunun için de DSP ile birleşmesi gerektiğine inanıyordu. 1994 Temmuz'unda bu ihtiyacı Ecevit'e anlattı. Ecevit olumlu yaklaştı, süre istedi. Günay, Baykal'a "Bir süre Ecevit konusunda sessiz kalalım" dedi.Baykal birkaç gün sonra Cumhuriyet'e "Ecevit solu toparlayamaz" dedi. Günay sonrasını şöyle anlatıyor:"Ertesi gün ziyaretine gittiğimde Sayın Ecevit, Baykal'ın demecini gösterdi, 'Siz bunları benim kadar tanıyamazsınız. Bunlar benim ömrümü kısalttılar' dedi.Böylece birleşme suya düştü. Şimdi 'Ecevit'le kucaklaşmış gibi olduğunu' söyleyen Baykal, bir ay sonra da beni istifaya mecbur bıraktı.Oysa merkez solu Ecevit'in liderliğinde toparlayabilseydik, 95 seçiminde Erbakan değil biz birinci parti olacaktık. 28 Şubat olmayacaktı, Türkiye'nin kaderi değişecekti." "Bunlar benim ömrümü kısalttı" 12 Eylül'den sonra bir daha milletvekili olmadı Günay.Pek bilinmeyen bir ayrıntı: AKP kurulurken Tayyip Erdoğan'dan kuruculuk teklifi aldı. Kendisi o sıralarda CHP genel başkanlık yarışındaydı. Kabul etmedi. Son beş-altı aydır da Mehmet Bekaroğlu ile birlikte, basında "Müslüman sol girişim" denen bir fikir platformu üzerinde çalışıyorlardı.Seçim kararının alındığı hafta Başbakan Erdoğan aradı. Konut'ta görüştüler. İstanbul milletvekilliği önerisine Günay bu kez "Kabul" dedi. AKP'nin teklifi