Pazar “Bu alemde tanıdığım kimse benden daha mert değil”

“Bu alemde tanıdığım kimse benden daha mert değil”

20.12.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Kimine göre Sabah gazetesi yazarı, kimine göre “Neco’nun kızı”... İlk albümüne kendi adını veren Ayşe Özyılmazel içinde bulunduğu camia için “Çok acayip bir dünya” diyor: “Ben başarılı değilken beni aramayanlar başarılıyken arıyor. Çok meşhur, herkesin önlerinde eğildiği adamlar ve kadınlar var... Dost oldum bazılarıyla... Ama bir tanesi bile benden daha mert değil. ‘Bu bana bir kazık atacak ama dur bakalım’ hissi geliyor”

“Bu alemde tanıdığım kimse benden daha mert değil”

Duvarda dev gibi bir Madonna var. Gitar çalıyor. Yerde bir pikap. Bir kutunun içinde plaklar. Girdiğimde Nina Simone çalıyordu. Şimdi Ayşe elinde ses sistemine bağlı bir mp3 player, hop oturup hop kalkıyor. “Bu şarkı böyle oldu, bak şu şarkı da şöyle oldu...” Tamam Ayşe de bir dinleseydik önce baştan sona hepsini...
Heyecanlı bir kız bu Ayşe. Kendini bayağı kaptırmış. Albüm işini ciddiye almış gibi görünüyor. Gerçi “Bana iki ayda bir havale gelir, ne yapıyorum ben hayatta derim kendi kendime” diyecek az sonra. Ama en azından şimdilik durum bu.
Albümü çocukluk arkadaşı Mert Ekren’le kaydetmişler. Prodüktörlüğünü de ikisi yapmış. Elinde bir sürü albüm kapağı taslağı var. Onları gösteriyor, fikrimi soruyor. Konu konuyu açıyor, anlatıyor Ayşe...
Eve gelip giden Nükhet Duru’larla, Ajda’larla, Sezen’lerle büyüdüğünü, her zaman çok çeşitli müzikler dinlendiğini, babasına ne kadar düşkün olduğunu... Babasıyla arasında bir mesele var. Belli. Eskiden beri olan bir şey ama, son döneme dair değil. O da belli. “Çocukken ona çok düşkündüm” diye anlatıyor. “Ablam da düşkündü, ama ben daha çok...”
Ayşe Arman’ın iki yıl önce onunla yaptığı röportajı okudum. “Bıcır bıcır” demiş onun için. İki yıl sonra bakıyorum. Doğru. “Konuşuyor da konuşuyor.” Aynen. “Okurken canlandırdığınız kadından farklı.” Evet. “Kendi gibi”. Kesinlikle. “Yaşı gibi.” Ona da evet. Ama şu anda iki yıl daha yaşlı. Ve yaşadıkları kendi deyimiyle 50’lik, 70’lik tecrübe kazandırmış. Ayşe biraz da olayları abartmayı seviyor bence. Yaşadığı şeyleri dünyada ilk kez sadece onun başına geliyormuş gibi anlatıyor.
Albüme gelince; elbet bir yerlerden duyar, dinlersiniz önümüzdeki günlerde. İlle de bir şeyler söylemem gerekirse içinde her zevke uygun şarkı bulunan, üzerinde çalışılmış, derli toplu bir pop albümü bu. Önyargılarınızdan kurtulup dinleyin. Ayşe’nin sesini de yer yer çook eskilerden bir nostaljik bir kadın şarkıcıya benzettim. Kim olduğunu bulamadım ama. Belki siz bulursunuz.
Elimde notlar, albüm kapağının taslağı, kulağım şarkılarda bir yandan da Ayşe’yi takip etmeye çalışıyorum. Bir yandan da soruyorum.


Beste yapmaya ne zaman başladın?
“Benim babam Neco’ydu, zaten çok meraklıydım, küçük yaşta müziğe başladım” diyebilirim. Ama öyle değil.

Nasıl?
Yabancı şarkılara söz yazardım, ağlayarak babama okurdum. Ortaokulda, lisede falan. Artık duygusal olarak ne yaşıyorsam o zamanlar içimde...

Okulda popüler biri miydin?
Bir kitlem vardı. Ama hiç erkek arkadaşım olmadı. Bunalım bir tiptim. En önde hocayı dinleyen inek, uyuz, böyle biriydim. O zamanlar platonik olarak âşıktım birine. Haberi yoktu. Dersten sonra (Semiha Şakir Lisesi) kendimi sahile vuruyordum. Orada oturuyordum. Pek sosyal değildim. İki-üç tane kız arkadaşım vardı.

O zamanlar şarkı yazıyor muydun?
Babamla beraber okul bittikten sonra bir yaz provaya gitmiştim. Gelişim Orkestrası’nın provası. Şarkı söylüyorum falan aralarda. Akşam Garo Mafyan aramış babamı “Ayşe de bizimle söylesin ” diye. O da “Kendisine sorun” demiş. “Söylerim” dedim. Meraklıyım zaten, içimde birikmiş, istiyorum yapmak. Üç yıl babamla çıktım sahneye. İnanılmaz eğlendim. Ama babayla iş yapılmıyor.
“Bu anne-babadan kurtulmam lazım’ dedim ve evi terk ettim”

Neden?
Olmuyor yani. Paranı baban veriyor. Kimliğin yok. “Neco’nun kızı” oluyorsun ve onu yıkamıyorsun. Ben onu ne yapsam zaten yıkamadım. Okul hayatımda da öyle. İmtihana girip A alıyorsun, “Hah işte, Neco’nun kızı”. Ulan imtihana ben mi girdim babam mı girdi? Artık bundan o kadar bıkmıştım ki...

Ne yaptın peki?
“Yapmıyorum artık ben bu işi” dedim. Annem babam bana zaten hep normal bir işe gir. Maaşın olsun falan, bunları söylüyorlar. Ben dedim ki benim bu annemle babamdan kurtulmam lazım. Önüme bir bakmam lazım. Evi terk ettim aniden. İşe başvurdum.

Nereye?
Sabah’a. Almadılar. İşi öğreneyim istiyorum. Hıncal Uluç’a gittim. “Ben iş arıyorum” dedim. Ne iş olsa yaparım, diplomam var, eğitimim şu...

Eğitimin ne?
Yeditepe Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’nden mezunum ben. Neden girdim? O tuttu, ona girdim. Zaten hepimiz öyle giriyoruz. Sonra işte oldu yani yavaş yavaş... Aslında hep dinliyordum müzik. Hep içimdeydi. Ama trip atmışım yani kendime. Küsmüşüm demek ki... Arka plana atmışım müziği.

Neden?
Hep “babam” durumu vardı ve engeldi. Ben süper bir vokal değilim. Benim yazmam lazım. Ben giderdim bu albüm için Sezen abladan falan da beste isterdim. Ama bunu kendime yediremezdim. Bir de zaten bir türlü yazamıyordum.


“Psikiyatra gidiyorum. Doktor, ilaç bir halta yaramaz, depresyonu müzikle yeniyorum”

“İstanbul’da Kartal’dan Bakırköy’e kadar bilmediğim, tanımadığım falcı yok. O derece hastasıyım. Seviyorum. Çok takmam ama söylenenleri. Not almıyorum mesela. Benim aklım boşalıyor onu dinlerken”

Ne oldu da albüme karar verdin?
Bir yıl evveldi. Eylül ayında, ruhen battığım bir dönemdi.

Sevgilinden ayrıldığın için mi?
Evet. Artık ruh olarak karmaşık bir haldeydim... Dedim ki bıktım bu hayattan. Aldım bavulumu Marmaris’e gittim.
O dönem bir şeyler yazmaya başlamıştım. Döndüm İstanbul’a, Yalın’a gittim. Yalın benim yakın arkadaşım. Ben anlattım,
o yazdı ve “18 gündür temizim” (“İki Sakin ” isimli şarkı) öyle çıktı. Sonra devamı geldi.

“Pazar günlerinden nefret ediyorum çünkü telefonum hiç çalmaz”

Müzik yapma konusunda ciddi misin?
Evet. Çünkü müzik benim hayatımı kurtardı diyebilirim sana.

Duyan da acından ölüyorsun sanacak...
“Aman da ne kadar eğleniyor geziyor ünlülerle, bir şöyle olamadık” durumu var, biliyorum. İnsanlar böyle düşünüyor. Evet, neşeli olan yanları da var bu işin ama ben yalnızım. Mutlu değilim. İçimde derin bir yalnızlık ve depresyon var. Müzikle yeniyorum sadece. Bu benim tek ilacım. Doktordu ilaçlardı falan hiçbir halta yaramıyor yani.

O kadar mı yalnızsın?
Pazarlardan nefret ediyorum mesela. Hafta içi çalan telefonlar pazar günü susuyor. Bir şeyler isteyenler, vesaire onlar hep hafta içi... Dostlarım da aramıyor çünkü onlar için de aile, erkek arkadaş günü pazar.

Psikoloğa gidiyor musun?
Son üç yıldır psikiyatra gidiyorum. Olmadı olmadı. Müzik yaparken yaralarım kapanıyor. Albümü beğenirler, beğenmezler umrumda değil.

Kimler dinledi albümü?
Ajda Pekkan dinledi. Çok beğendi. Serdar Ortaç dinledi. O da beğendi. Gülben Ergen de öyle.

Ya baban ne dedi albümüne?
O da çok beğendi.

“Yaşım 30 ama gördüklerim ve yaşadıklarım 50’lik, 70’lik”

Neden sürekli yalnızsın sence?
Kimseye güvenmiyorum, kimseye inanmıyorum. Yaşadıklarımdan herhalde. Yaşım 30 ama gördüklerim 50’lik, 70’lik.
Biri ya da bir şey arıyorsun, ona inanayım istiyorsun. Ama hep kazık yiyorsun. Benim dostlarım buralardan değiller.

Buraları nereleri?
Medya, basın, sanatçılar. Ben başarılı değilken bana bakmayan, konuşmayan, aramayanlar başarılıyken arıyor. Çok meşhur, popüler, herkesin önlerinde eğildiği adamlar ve kadınlar var... Ben dost oldum bazılarıyla... Bazıları hocalarım oldular. Bir tanesi bile benden daha mert değilmiş ama.

Ne açıdan?
Her açıdan. Duruş. Hiçbir tanesi benden daha mert değil. Bu bende bir yıkım yaptı genel olarak.

“Çoluk çocukla yapamam”

Çok tepkilisin insanlara karşı...
Herkese karşı şu tavrım var. “Bu bana bir kazık atacak ama dur bakalım” hissi geliyor. Yeni çıktı bu, iki yıldır falan var. İnsanlardan gelecek kötülüğü, bana ne kazık atacaklarını biliyorum. Ama bile bile yanıma alıyorum. Sırf bir-iki ayım iyi geçsin diye... Şöhretli insanlar var ya, etrafları bu adamlardan ve kadınlardan geçilmiyor. Herkes çok yalnız ve insanlar razı oluyorlar. Onlar da biliyorlar ama razı oluyorlar.

“Yalnız olacağıma” diyor, “bu olsun.”

Atlattın mı peki bu dönemi bu albümle?
Hayır daha atlatmadım. Bana iki ayda bir havale geliyor. “Ben ne yapıyorum? Niye yaşıyorum? Niye nefes alıyorum? Bir halt mı ediyorum? Bu mudur yani? Böyle mi geçecek?” diyorum.

E bırak her şeyi, evinin kadını ol. Çocuk yap.
Yapamam ki. Beceremem. Artık buna da alıştım. Yalnızlığa, yazmaya... Çocuklarla normal bir düzen falan, öyle yapamam.

Bir sahil kasabasına yerleşeyim balık tutayım diye düşündün mü hiç?
Hayır, hiçbir yere gitmem. Burada kalıp işimi yaparım. Madem belime kadar battım bu işe, boğazıma kadar batayım o zaman. Müzikten ve yazı yazmaktan çok hoşlanıyorum. Ara ara aklımı kaçırsam da seviyorum. Mesela bu röportajı okuyan bir sürü insan beni arayacak,
“Neden anlatıyorsun böyle şeyleri?” diye...

Pişmanlık duyduğun şeyler var mı hayatta?
Çok fazla. Olmamasına imkan yok. Derler ya “Hayatta hiçbir şeyden pişman olmadım” diye, öyle bir şey yok. Çok fazla var. Bir değil, iki değil, beş değil.

Ne mesela? “Şu adamla birlikte olmasaydım” falan, bunlar mı?
Evet, aynen öyle şeyler. “Onunla ilişkim olmamış olsaydı. O ilişkimde şunu yapmamış olsaydım. O kişiye güvenmemiş olsaydım...”


“İstanbul’un kızları da fena değildir, adama pabucunu ters giydirir”
Kimden akıl alırsın? Herkesin akıl danıştığı biri vardır hayatta...
Almıyorum artık. Eskiden alırdım. Daha evvel “O daha iyi biliyor” diye düşünürdüm. Akıl veren için. Ama o da kendi yaşadıklarına göre akıl veriyor. Benim için doğru demek değil ki. İşle alakalı olarak bilenlere sorarım tabii. Danışırım. Ama yaşamda insanlara akıl danışmıyorum artık, bunu öğrendim. Zaten inanmıyorum, o yüzden de karşımdakini yormanın alemi yok. Ben yönlendirilemem pek.

Albümünde “İstanbul’un Kızları” diye bir şarkı var. İzmir’in kızlarına cevap mı bu?
Evet. Aynen öyle... İstanbul kızları diye bir kavram yok. Ama İstanbul’un da kızları var. İzmir’in kızlarına bu kadar prim veriliyor tamam, ama İstanbul’un kızları da fena değildir yani... Adama pabucunu ters giydirir.