Pazar ‘Bu defa reyting kaygım var çünkü dizinin devamını çok merak ediyorum’

‘Bu defa reyting kaygım var çünkü dizinin devamını çok merak ediyorum’

09.09.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Yakında yeni dizisi “Şubat”la izleyici karşısına çıkmaya hazırlanan Melisa Sözen: “Bu defa dizinin ne kadar izleneceği benim için önemli. Bitsin istemiyorum çünkü karakterimin başına neler geleceğini bilmek istiyorum”

‘Bu defa reyting kaygım var çünkü dizinin devamını çok merak ediyorum’

Sezon başladı, şu sıralar birçok yeni dizi seyirci karşısına çıkıyor ve tabir yerindeyse ‘sınav veriyor’. Trt’de yayımlanacak “Şubat” da bunlardan biri. Şubat, Melisa Sözen’in kafasında kırmızı bir bere ile helikopterden İstanbul’u izlediği tanıtımıyla ilginç bir yapım. Afişinde bulunan ve internet forumlarında da epey tartışılan “Yarayla alay eder, yaralanmamış olan” cümlesiyle de dikkat çekiyor.
Melisa Sözen’in rolüne gelince. Yağmur yani kırmızı bereli kız, yeraltında yaşayan kahramanla yolu ‘kazara’ kesişince hayatı değişen biri... Sözen ile Etiler’de buluşmak üzere sözleşiyoruz. Erken gidip röportaj öncesi kahve içmek istiyorum. Menüyü incelerken karşımda beliriyor. Meğer o da aynı şeyi düşünmüş. Oturup önce dedikodu yapıyoruz. Aslında tam olarak dedikodu denemez zira o, başkalarının hayatlarını merak eden biri değil. Twitter’da bile yok. “Sade ve sakin yaşamayı seviyorum. Twitter‘daki hız bana fazla” diyor. Kahveler bittikten sonra yavaş yavaş “Şubat”ı konuşmaya başlıyoruz...

Haberin Devamı

Canlandırdığınız karakterden bahsedelim. Yağmur nasıl biri?

Fanus içinde yetişen ve tüm dünyayı o fanustan ibaret sanan biri. Hayatında yara almamış ya da almışsa da fark etmemiş. Zaten dizinin tanıtımlarında benim canlandırdığım karakter şehre bir helikopterden bakıyor. Bu tam da o kopukluğu o fanus içinde yaşama ve gerçeklerden bihaber olma durumunu anlatıyor. Yukarıdan bakınca şehir o kadar küçük ki içinde yaşayan ve yaralanmış olan o diğer insanları görmek doğal olarak imkansız.

Anladığım kadarıyla Yağmur ekonomik durumu iyi olan biri. Bu, sınıf farklarının kırıldığı bir hikaye mi? Yağmur bir anda ‘öteki’lerin yani fakir insanların içine mi girecek?

Yağmur uyanacak, farkına varacak. Sokakta yürürken daha önce fark etmediği, bakmadığı ya da bakmaya gerek görmediği
o insanların varlıklarından haberdar olacak. Hayatın kendi yaşadıklarından ibaret olmadığını görecek. Hikayede statü farkı mühim. Burada bir yukarıdakiler var bir de aşağıdakiler. Yağmur yukarıdan aşağıya inmeyi öğrenecek, aşağıdaki yaşantıyı görecek, aslına bakarsan hayatı fark edecek.

Haberin Devamı

Role nasıl hazırlandınız? Tanıdığım kadarıyla siz Yağmur’dan uzak birisiniz. Farkındalığınız çok yüksek...

Öyle anlaşılıyorsam ne mutlu bana. Hazırlık için temmuz ayından itibaren senaristlerle bol bol sohbet ettim. Onlar Yağmur’u o kadar iyi tanıyorlar ki... Benim etrafımdan tanıdığım, bildiğim bir karakter değil. O yüzden onlara danıştım. Bana eski bir tanıdıklarını anlatıyormuş gibi anlattılar. Şunu yapar, şunu içer, şöyle bakar gibi. Yağmur bugüne kadar hep hayal ettiğim “Keşke olsa da oynasam” dediğim karakter. Hayalimdeki rol, o yüzden “İnşallah dizi devam eder” diyorum. Bir reyting kaygım var çünkü Yağmur’un başına neler gelecek ben de merak ediyorum.

Kimi oyuncular “Sabah ilk iş olarak reyting listelerini kontrol ederim” diyor. Siz?

Bakmam, çoğu zaman unuturum, sette söylerler. Bence oyuncunun önceliği reyting listesi olmamalı, bu başka bir stres yükler insanın üzerine. Reyting yanıltıcı da olabiliyor. Mesela bir işiniz oluyor, hevesleniyorsunuz, uğraşıyorsunuz, derken
bir şekilde “Tutmadı” diyorlar ve yayından kalkıyor. Sonra sokağa çıkıyorsunuz, sokakta herkes o işten bahsediyor. “Ne güzeldi, neden bitti?” diyorlar. Bu, birebir yaşadığım bir şey. O zaman insan içinden “Bu işte
bir yanlışlık var” diyor. Ama moral bozmamak lazım, en azından görüyorsunuz ki insanlara ulaşmışsınız, o kadar emek verdiğiniz hikaye onlara geçmiş.

Haberin Devamı

“30 yaşını dört gözle bekliyorum”

27 yaşındasınız. 30’a az kaldı. “30 yaş birçok insanın hayatında dönüm noktasıdır, her şey değişir” derler. Ne düşünüyorsunuz?

Eskiden heyecanlanır merak ederdim ama bencen önce 30’u geçen arkadaşlarım olduğu için rahatım. Onlarla sohbet ediyorum. Bana diyorlar ki “İnsana bir rahatlama, bir mutluluk, bir kabullenme geliyor. O telaş ve mücadele hali yok oluyor. Sakinleşiyorsun”. Ergenliğin son dönemlerinde yaşanan kaygılardan sıyrılıyorsun herhalde, o yüzden dört gözle bekliyorum, umutluyum.

30’lu yaşlar bir anlamda ‘annelik’ alarmının da çaldığı bir dönem. Var mı böyle bir isteğiniz?

Valla plan yapmak saçma. Annelik planlı-programlı yapılacak bir şey değil. Çocukları severim, bir gün kendi çocuklarım olsun isterim ama bakarsınız hayat gerekli şartları önüme çıkarmaz ve olamam.

Haberin Devamı

Peki, yaşlanma korkunuz var mı?

Hiç yok. Bence insanlar fiziksel görüntüleriyle varolmuyorlar. Bedenimiz
bir araç. Hani arabada gidersiniz ve giderken aslında içinde bulunduğunuz arabayı görmezsiniz, ne renk olduğunu umursamazsınız ya, hayat da öyle bir şey. Korkmuyorum, aynanın karşısında
kendimi inceleyip “Eyvah ne zaman başlayacak kırışıklıklar” demiyorum. Krem sürerim ama düzenli değildir.

“Bazen aynayı görmek bile istemem ama genel anlamda kendimle barışığım”

Ayna ile ilişkiniz nasıldır genel anlamda? Kendinizi fiziksel olarak beğeniyor musunuz?

Bazen evet, bazen hayır. Bir gün kalkıp “Bugün fena değilsin” diyorum, bir gün aynayı görmek bile istemiyorum. Ama genel anlamda kendimi severim, kendimle barışığımdır.

Haberin Devamı

Çok fitsiniz. Bir spor ve beslenme programınız var mı?

İçimden nasıl geliyorsa öyle davranıyorum. Dikkat ediyorum bir süre mesela sonra “Tamam, artık rahatla” diyorum ve kendimi ödüllendiriyorum.

Moda ile aranız nasıl? Dergi okur musunuz? Tasarımcıları takip eder misiniz? Tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Moda dergisi alıp okumam. Bir yerde görürsem karıştırırım. Rahatlık benim için önemlidir. Kıyafetin içinde rahat hareket etmem gerekli. Yoksa “Şu modaymış” diye alıp giymem. Tasarımcıların isimlerini bilirim ama takip ettiğim birileri yok.
Zaten alışveriş yapmaktan da hoşlanmam. Hele arkadaşlarımla hiç yapmam. O, saatlerce sürer ve bitmek bilmez.

“Küçükken kuzenlerimle birlikte anne-babalarımıza tiyatro hazırlardık”

İlk izlediğiniz sinema filmi Luc Besson’un “Leon”uymuş. Natalie Portman’ın canlandırdığı Matilda karakterinden mi etkilenip oyuncu olmak istediniz?

Bayılmıştım o filme, daha dokuz yaşındaydım ama çok etkilenmiştim. Portman harikaydı, Matilda da inanılmazdır. Bilmiyorum etkilenmiş miydim? Aslını istersen ne zaman oyuncu olmaya karar verdiğimi bilmiyorum. Aklıma o güne dair hiçbir şey gelmiyor. Sanki bu dünyaya bunun için gönderilmişim ve öyle de olmuş gibi. En başa dönersek yani çocukluğuma, ben kalabalık bir ailede büyüdüm. Kuzenlerimle birlikte küçükken Polonezköy’deki evimizde bir araya gelirdik. Büyükler yemek yerken biz küçükler oyun hazırlardık. Yemekten sonra sanki tiyatroya gitmiş gibi bizi izlerlerdi. Zaten kuzenlerimden biri reklamcı oldu, biri daha reklam okuyor, ben oyuncu oldum. Hayat böyle gitmeseydi de uzay bilimci falan olmak isterdim. Meraklı bir tipim, soracak sorular, keşfedecek şeyler olmalı. Oyunculukta da her karakter yepyeni bir buluş gibi.

Oyunculukla ilgili en uçuk hayaliniz ne?

Yengeç burcuyum. Çok hayal kuruyorum doğal olarak ama bunlar ileriye dönük şeyler değil. Yani önümdeki on yılı planlamış falan değilim. Şimdiki zamana dair hayal kuruyorum. Mesela “Şubat”ın çok iyi gitmesinin hayalini kuruyorum. Şu ödülü alayım, şu filmde oynayayım gibi düşüncelerim olmadı hiç.

Söyleşi yaptığım bazı isimler “Bu iş olmazsa ben de olmam, oyunculuk yaşam demek” diyor. Kimileri de “Bir sabah uyanıp pat diye bırakabilirim” diyorlar. Sizin mesleğinizle ilişkiniz nasıl?

Bu iş beni beslediği sürece yapmaya devam ederim. Tüm hücrelerimle oyunculuğa âşığım ama bağımlı değilim. Yani bir gün sette sıkılırsam, heyecan duymazsam, mesleğimin bana bir şey vermediğini hissedersem devam etmem. Oyunculuk çok önemli ama yaşantımın anlamı değil.

“Bir başkasının açığını yakalamak insanları ne zamandan beri bu kadar mutlu ediyor?”

Ünlüsünüz, doğal olarak göz önündesiniz ama sizi magazin basınında çok sık görmüyoruz. Röportaj vermeyi de pek sevmiyorsunuz...

Bir yerdeysem, gelip çekiyorlarsa çekiyorlar, kaçmıyorum, saklanmıyorum ama çekilmek için uğraşmıyorum ve çekiliyor olmaktan da çok memnun değilim. Benim başından beri anlam veremediğim, mantığımın almadığı bir şey bu. Sonuçta ben dünyadaki milyonlarca işten birini yapıyorum. İşimle ilgili konuşabiliriz, canlandırdığım karakterleri didik didik edebiliriz ama neden Melisa’yı anlatayım, onu paylaşayım ki? Neden kendimle ilgili sorulara cevap vereyim ki? Saçma geliyor “Dün şunu yaptım”, “Arkadaşlarımla şu konuda sohbet ettik” demek. Kısacası işimle ilgili konuşmayı seviyorum.
Ortada anlatacak bir işim yoksa da röportaj vermiyorum. Durup dururken ne anlatacağım?
Ya da neden anlatacağım ki?

Bu mesleği seçerken bu durumu göze almamış mıydınız? Tahmin etmiyor muydunuz?

“Oyunculuğun tatsız tarafı magazindir ama ne yapalım çekecekler tabii, seçtik bu mesleği” diyenlerden değilim. Meslektaşlarım arasında da bunu inanarak söyleyenler olmasını anlamıyorum. Biri nasıl bunu kabullenebilir ve inanarak “Evet bu işi seçtik, tabii ki bunlara katlanacağız” der. Oyuncuyum diye özel hayatımı daha doğrusu tüm hayatımı insanların gözü önünde yaşayacağım diye bir kural mı var?

Oktay Kaynarca geçtiğimiz hafta habersiz fotoğrafları çekildiği için başbakana mektup yazıp şikayetçi oldu. Onu haklı buluyor musunuz?

Bu olayı senden duyuyorum. Direkt bu konu ya da isim üzerine yorum yapmak istemem ama genel bir şey söyleyeyim: Bir insanın mutsuzluğunu görmek, onun açığını yakalamak ne zamandan beri insanları bu kadar mutlu ediyor. Ben şahsen bir başkasının hayatını bu kadar merak etmiyorum ya da bir başkasının mutsuzluğundan memnun olmuyorum. Ama etrafımıza bakalım: Artık nedense insanlar birbirlerinin açıklarını kolluyor ve buldukları an mutlu oluyorlar. Bunun nedenine inmek lazım belki de. Karşımızdakini incitmemeye dikkat etmeliyiz, ne yaparsak yapalım kriterimiz bu olmalı. En büyük sorun bunu unutuyor oluşumuz. Kısaca birinin kötülüğünü istememek lazım.