Pazar "Bu kitap, geride kalan kadınların manifestosu" olsun!"

"Bu kitap, geride kalan kadınların manifestosu" olsun!"

16.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Öldürülen eşi Necip Hablemitoğlu'na "Sessiz Ağıt" kitabıyla veda eden Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu: "Bizim gibi eşlerin yan yana gelip bir güç birliği oluşturması gerekiyor. Yaşadıklarımızı insanlara sık sık hatırlatmalıyız. Kitabımın da bu geride kalan aileler için bir manifesto gibi algılanmasını isterim açıkçası"

Bu kitap, geride kalan kadınların manifestosu olsun

axpaz021.jpg "Yok" diyor Şengül Hablemitoğlu. "Ama sesin çok yorgun, sana yardıma geleyim mi?"Telefondaki "yorgun ses"in cevabı aynı zamanda da "son sözleri": "Çok soğuk, çıkma..." 45 dakika sonra, kapı çalıyor. Apartman görevlisi ve oğlu... "Şengül hanım, sizin arabanın önünde bir adam..."Koşarak inilen merdivenler... Karlı bir gece. Soğuk. Buzlu yollar. "Canım" diyor Şengül Hablemitoğlu; "Yerde arabanın yanında uyur gibi yatıyor... Kanı başının altında göl olmuş..."Sonrası bir cenaze evi... Ama bildiklerimize benzemiyor. Taziyesi, acısı, ağrısı her şeyi "ağır".İşte o günleri; yası hiç bitmeyen o evi, olup bitenleri, ölümle hesaplaşmalarını, "inadına" sürdürülen yaşamın gücünü, "Sessiz Ağıt"ını (Bilgi Yayınevi) yazdı Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu. Kendisiyle aynı kaderi paylaşanlara ses vermek, giderek sıradanlaşan faili meçhul cinayetlere dikkat çekmek ve sevgili eşine veda etmek için... Tarih 18 Aralık 2002. Çankaya Portakalçiçeği Sokak'taki 40 numaralı apartman... Ankara Üniversitesi'nde görevli iki akademisyenin, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Necip Hablemitoğlu ve Ev Ekonomisi Yüksekokulu Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu'nun dairesinin ışıkları yanıyor. Çiftin kızları Kanije ve Uyvar maç seyrediyor. Necip Hablemitoğlu dersten çıkmış, Migros'tan eşini arıyor: "İstediğin bir şey var mı?". Geride kalanlar bunları yaşıyor demek istedim. Kitabı yazmamda bir şey daha çok etkili oldu. Kim olduğu önemli değil, bizimle aynı kaderi paylaşan bir kadın, olaydan hemen sonra ziyaretimize geldi. Kendisine dedim ki "Aslında sizin bize söyleyeceğiniz çok şey olduğunu düşünüyorum; özellikle kızlarım bazı şeyleri duyarak rahatlayabilir." Buna bir karşılık alamadım. Oysa bizim gibi eşlerin yan yana gelip bir güç birliği oluşturması gerekiyor. Yaşadıklarımızı insanlara sık sık hatırlatmalıyız. Kitabımın da bu geride kalan eşler, aileler için bir manifesto gibi algılanmasını isterim açıkçası. Beş yıl sonra o günleri yazmaya nasıl karar verdiniz? Belki eşimle ilgili bir kurum oluşturup onun etrafında bu yönde bir çalışma yürütebilirim. Manifestonun devamı niteliğinde, kadınlara yönelik başka bir çalışma düşünüyor musunuz? Necip'in çok fazla çalışması var. Biriktirdiği dosyalar var. Tarihi belgeler, yığınla kitabı, bir oda dolusu eşya... Bir kere onları insanların yararlanabileceği bir duruma getirmem gerekiyor. Çok iddiasız ama çok da insani yaklaşımlarla söz söyleyebilen bir yer yapmak bütün amacım. Nasıl bir kurum olacak bu? Bu tür girişimlerde bulunmak zor. Türkiye'de bir sponsorluk sistemi var ama herkes bir katma değer beklentisiyle yapıyor bunu. Eşimin ölümünden sonra yayımlanan kitaplarının teliflerini toparlayabilsem o kurumu çoktan yapmıştım. Girişimde bulundunuz mu? Bir süre parça parça ödeme yapıldı. Ama ödemeler bir türlü tamamlanmadı. Ancak yüzde 10'unu alabildik teliflerin. Necip'in kitaplarını basan yayınevlerinden biri "Bizim de çocuğumuz var" dedi. Önce kendi çocuklarının geçimini düşünmesi gerekirmiş. Teliflerinizi ödemediler mi? "Bu kitap bizim yayınevimizin kalbi" Necip'i kaybettikten sonra uyku problemim başladı. 1,5-2 yıl kadar sürdü. O uykusuz gecelerin birinde bir defter elime geçti ve aklıma gelenleri yazayım bari dedim. Notlar almaya başladım. 2006 Eylül'ünde bu notları taslak haline dönüştürdüm. O taslakların üzerinden tekrar yazmaya başladım. 2006 Kasım'ında da bitirdim. Yazma süreciniz nasıl başladı? Önce Doğan Cüceloğlu vasıtasıyla Remzi Kitabevi'ne gönderdim. Bir ay sonra herhangi bir gerekçe göstermeden basmamaya karar verdiklerini söylediler. Ardından bir arkadaşım vasıtasıyla Neden Yayınları'na verdim dosyayı. Oradan bir editör hanım "Çok acıklı şeyler anlatmışsınız, okumaz insanlar" dedi. Daha sonra Bilgi Yayınevi kitabı bastı. Yayınevinin sahibi Ahmet Küflü bana "Bu kitap yayınevimizin kalbi" dedi. Yayınevi bulma aşaması? Bugün olsa yapmazdım. Ne münasebet, ben çocuklarımla olmalıyım, hiçbir yere gitmiyorum derdim. O gün orada yaptığım şey için kendimi yargılıyorum ve yanlış davrandığımı düşünüyorum. Ama o gün, ben de sabah bir şeyler görmüştüm, onlara anlatayım, böyle böyle oldu diyeyim, yardım edeyim, hemen bir şeylere çare olayım diye gittim Terörle Mücadele'ye. Oysa kendimi hırpalattırmaktan başka şeye yaramadı bu. Kitapta da yazdığınız gibi eşinizin cenaze arabasına alınmasının ardından başlayan zorlu bir süreç var. Acınızı sıcağı sıcağına yaşayamıyorsunuz bile. Çocuklarınızı bırakıp Terörle Mücadele'ye gitmek zorunda kalıyorsunuz. "Takip edildiğimiz hissettirildi" Hayır. Ama takip altında olduğumuz hissettirildi. Hani orada şöyle bir geleneksel bakış var: "Dul kalmış kadın; o kadar da üstüne gitmeyelim. Ama fazla konuşmaması gerektiğini de bilsin." Bir gün bir zarf geldi; Karşıyaka'dan postalanmış. İçinde benim yerde yatan eşime bakarken çekilmiş fotoğrafımın olduğu bir haber çıktı. "Sol gözünden vurulmasının anlamı" gibi bir başlık atılmış habere. Mesleki bir kitabımın çıkacağı günlerde, evime kimden geldiği anlaşılmayan paketler getirildi. Böyle garip şeyler. Tehdit mesajı aldınız mı? Kesildi; şu anda hiçbir şey yok. Ama Hrant Dink'in ölümüyle birlikte birkaç programa çıkmıştım. Yine akabinde ilginç bir mail yollandı. Mesaj açık: "Dile getirme, hatırlatma; ne diye hatırlatıyorsun." Bunlar kesildi mi? İlk günlerde vardı. Valilikten her yıl bana bir yazı gelir, çağrılı koruma sistemimiz var. Çağrılı koruma ne demek bilmiyorum; bana bilgi verilmedi. Koruma isterseniz şu numarayı arayın diye de bir numara geçiyor. Herhalde kapıda silahlı biri olacak, ben de arayacağım "Gelin" diye. Korumanız var mı? Bana gençler güven veriyor. Her ne kadar apolitik, işte daha bencil, daha farklı, kültür emperyalizminin baskısıyla karşı karşıya olsa da gençlik! Ben onların bir yere taşıyacağını düşünüyorum Türkiye'yi. İnanıyorum buna. Mutlu, kendiyle barışık, özgüvenli iki kızım var. Bazen benim içinden çıkamadığım ya da kendime açıklayamadığım şeyler oluyor, onlar hemen imdadıma yetişiyor. Dolayısıyla artık çoğalmışız demektir. Bu kitabı yazmanız bile, her ne kadar eşinizi öldürenler bulunamasa da bu ülkeden umudu kesmediğinizi gösteriyor. En çok ne güven veriyor size? "Çocuklarımla babalarının ölümünü cinayetten dört gün önce konuştum!" Bu ayrıntıyı kitaba koymak içimden gelmedi ya da belki atladım... Necip 14 Aralık'ta Ankara dışında bir yerde konferansa gitmişti. Onun eve dönüşünü beklerken biri 11 diğeri 10 yaşında olan kızlarımla birlikte sessiz sinema falan oynadık. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, laf dönüp dolaşıp ölüme geldi. Bana ya da babalarına bir şey olduğunda nasıl davranmaları ve bunu nasıl algılamaları gerektiğini anlatmaya başladım. Garip bir tesadüf ya da insan hissedebiliyor mu böyle bir şeyi konuşması gerektiğini bilmiyorum. 18 Aralık'ta da Necip'i kaybettik. Yani ben onlarla aslında dört gün önce konuşmuş durumdaydım. Olay gecesi, Necip'i cinayet mahallinde gördükten sonra eve dönüp kızlara "Hani geçen gün konuşmuştuk ya... O oldu. Babanızı kaybettik" dedim. Bu çok fena bir şey. Ve inanın kızlarım bunu anladı. Umarım onlarla ilgili hata yapmamışımdır. . Kitapta yazmamışsınız ama bir sakıncası yoksa sormak istiyorum. Eşinizin ölüm haberini çocuklarınıza nasıl verdiniz? "Necip'le filmlerdeki gibi tanıştık. Bana çarptı, kitaplarım yere dağıldı" Tandoğan'da Sanayi Bakanlığı'nın içinde bir kitap fuarı olurdu ve ben onu hiç kaçırmazdım. Bir gün orada kitaplara bakınırken biriyle çarpıştım ve elimdeki bütün kitaplar yerlere saçıldı. Filmlerdeki gibi ama gerçek. Bir baktım karşımda parlak bir çift göz; önce çarptığı için özür diledi sonra da bana yardım etmeye başladı. O 30'larında, ben ise saftirik bir üniversite öğrencisi... "Sizin yaşınızda bunları okumak... Çok ilginç kitaplar almışsınız" dedi. Tabii ben teşekkür edip yürüdüm. Birkaç hafta sonra Devrim Tarihi dersinde baktım o bir çift göz hocam olarak karşımda. Aslında "Sessiz Ağıt" bir yönüyle de büyük bir aşkın kitabı. Nasıl tanışmıştınız Necip Hablemitoğlu ile? Üniversite ikideydim. Kaçıncı sınıftaydınız? Üçüncü sınıfı bitirdikten sonra Necip bir daha bizim sınıfa derse gelmeyeceğini söyledi. Aramızda bir şey yok ama ben hissediyorum bana ilgi duyduğunu. Baktım ki böyle olmayacak, odasına gidip bir kitap sordum. Daha sonra bana o kitabı getirdi. Kitabı istemem bahane tabii. Bu arada Necip, kitabın arkasına telefonlarını yazmış. Eğer soracağım bir şey olur, başka bir konuda yardıma ihtiyaç duyarsam diye (!)Hemen aradım tabii. Ondan sonra o da bana "Görüşelim" dedi. Dördüncü sınıf biter bitmez de evlendik. n Ne zaman çıkmaya başladınız? "Soruşturmayla ilgili hiçbir bilgi verilmiyor" Gayet tabii öyle hissediyorum. Nasıl hissetmem ki? Soruşturmayla ilgili hiçbir bilgi verilmiyor. Hâlâ devam eden bir soruşturma olup olmadığını dahi bilmiyorum. Haberim yok yani. Bununla ilgilenmesi gereken insanlar ilgilenmiyor. Şu anda bu olayın ne siyasi irade açısından takibi var ne de toplumsal takibi. Bu, yalnız bırakılmak değil mi? Yalnız bırakılmış mı hissediyorsunuz kendinizi?