Pazar "Bu romanda salaklık egemen!"

"Bu romanda salaklık egemen!"

04.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tahsin Yücel yeni kitabı "Gökdelen" ile 67 yıl sonrasını anlatıyor.

Bu romanda salaklık egemen

axpaz022.jpg Nivyorklu Temel'in hukuk işleriyle ilgilenen, ülkenin en ünlü avukatlarından Can Tezcan, bu soruna çözüm bulmak için yargıyı özelleştirmeye karar veriyor. Yakın arkadaşı ünlü köşe yazarı Cüneyt Ender'den, bu konuyla ilgili bir yazı yazmasını istiyor. Ender'in yazısı yayımlanır yayımlanmaz, yargının özelleştirilmesi süreci başlıyor.Bütün bu akıllara eza fütüristik hikaye, Tahsin Yücel'in son romanı "Gökdelen"de geçiyor. Yergisi bol, dili her zamanki gibi olağanüstü, keyifli bir roman "Gökdelen".Yücel ile romanını konuştuk. Yıl 2073. Türkiye'nin 115 ilinden biri olan İstanbul, yüzlerce katlı gökdelenlerle çevrili. Tarihsel yapıların çoğu yıkılmış. Karasularımız tam 15 yıldır bir Amerikan şirketinin elinde. Her şeyin özelleştirildiği ülkede İstanbul Üniversitesi de eski bir kaçakçıya satılmış. Sırada ise "adalet" var. Çünkü, İstanbul'u ikinci bir New York yapmak isteyen Karadenizli mimar Temel Diker'in, nam-ı diğer Nivyorklu Temel'in mevcut hukuk sistemiyle çözemediği bir sorunu var. Nivyorklu Temel, Cihangir'deki bir araziyi özellikle istiyor. Çünkü en büyük hayali olan Sarayburnu'na dikilecek Özgürlük Anıtı, en iyi bu araziden görünüyor. Ama arazinin sahibi satışa yanaşmıyor. Bir roman okuru gibi de eğlenemedim doğrusu. Gülmedim. Çünkü hep içindeydim. Gülmek için onun dışına çıkmak gerekir. Belki şimdi yeniden okuduğum zaman gülebilirim. "Gökdelen"in birçok sayfasında kaleminizden kahkaha dökülmüş. Yazarken siz de çok eğlendiniz mi? Çevreden esinleniyorum ama bir de yazarın onu görüş ve yorumlama biçimi var. O bakımdan sorunun yanıtı için romanda da geçen "fifty fifty" oranı sanırım iyi bir ölçüt. Bizim gülmemizin ne kadarı sizin ustalığınızdan ne kadarı kendi komik halimizden? "Amacım okuru güldürmek değil" Aslında dalga geçmekten çok anlatmak bu. Okuru güldürsün gibi bir amaç güderek yazmadım. Ama romanın içindeki durumlar, kişiler, kişilerin düşünme biçimi ve mantığı okuru güldürüyor. Bazı bölümlerde ironinin sınırlarını zorluyor, hatta ağır dalga geçiyorsunuz... Bir yerde öyle. "Salaklık Üstüne Deneme" diye bir kitabım var, bilirsin. Salaklık önde gelen bir durum ve akıllı, üstün, becerikli diyebileceğimiz insanların pek çoğunda var. Bende de öyle sanıyorum ki büyük ölçüde var... Bu romanda da yine salaklık egemen. Zaten benim romanlarımdaki kişilerde, yarattıkları olaylarda bir salaklık payı hep var. Yani bir tür "Aslında güleriz ağlanacak halimize" durumu var... Evet, burada daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Onu kabul ediyorum. Ama bu romandakiler biraz daha salak galiba... "Olan biteni yakından izliyorum" Vallahi roman gerektirdiği için değil de... Çevremizde hep gördüğümüz bir durum aslında. Birtakım şeyleri çok kolay bir biçimde kabul ediyoruz ve aklı başında dediğimiz insanlar da buna karşı çıkmıyor. Bu salaklığın başlıca nedenlerinden biri de açıkgözlülük, kurnazlık gibime geliyor. Küçük hesaplar öne geçiyor, çeşitli mantıksal sebepler bulunup salaklığın egemenliği sağlanıyor. Neden salaklar Tahsin bey? Çoğunluğu temsil ettiğini mi düşünüyorsunuz, yoksa roman bunu mu gerektiriyor? Şimdi bu da bir açıkgözlülük biçimi; romanın gelişimi içinde bunu anlıyoruz. Can Tezcan arkadaşını kurtarmak, müşterisi Temel Diker'in isteklerini daha kolay gerçekleştirmek açısından yargının özelleştirilmesi fikrini ortaya atıyor. Adaletin özelleştirilmesi üzerine bir roman yazma fikri de buradan mı çıktı? 73 yıldır bu toplumun içinde yaşıyorum. Olan biteni yakından izliyorum. O yüzden birilerine danışmaya ya da hukuk kitapları okumaya gereksinim duymadım. Sonuçta bu bir roman. Avukat Can Tezcan'ın "adaletin özelleştirilmesi kuramı" ile ilgili ayrıntıları roman boyunca okuyoruz. Yazmadan önce ve yazarken bir ön hazırlığınız oldu mu; hukuk kitapları okumak, hukukçularla konuşmak gibi? "2073'te beni anımsamazlar bile" Cüneyt Ender biçim olarak yararlanıyor "Suçluyorum"dan. Üslup anlamında oradaki bazı şeylerden esinleniyor. Yoksa Zola'nın yorumuyla adaletin özelleştirilmesi arasında herhangi bir mantıksal bağlantı yok. Aslında her şey ünlü bir köşe yazarı olan Cüneyt Ender'in, Emile Zola'nın Dreyfus davasıyla ilgili kaleme aldığı "Suçluyorum" makalesinden esinlenerek yazdığı, yargının özelleştirilmesi kuramını anlatan yazıyla başlıyor. Dreyfus davasıyla yargının özelleştirilmesi arasında nasıl bir bağlantı kurdunuz? 2073'te herhalde sıradan bir yazar olarak bile beni anımsamayacaklar. Çünkü bizde çok çabuk unutuluyor belli yazarlar... Cüneyt Ender "Suçluyorum"u sizin deyişinizle "70 yıl öncesinde sıradan bir yazar tarafından yapılmış çeviriden" okuyor. Çevirmenin adını vermiyorsunuz ama biz biliyoruz ki 2002'de yapılan söz konusu Zola çevirisi size ait. Kendinizi gerçekten sıradan bir yazar olarak mı görüyorsunuz? Yahya Kemal'i unutmadıysak da eskisi kadar kimse anımsamıyor. Bir de bu senin saydıklarının hemen hepsi okul kitaplarına geçmiş, üniversitelerde okutulan Türk edebiyatının yazarları. Oysa şöyle bir düşünürsek, bugün belli yazarlar dışında kalanlara yeterince önem vermiyoruz. Niye? Biz Ahmet Haşim'i, Nâzım Hikmet'i, Yahya Kemal'i unuttuk mu? "Farklı bir yazma biçimim var" Alçakgönüllülük sorunu da değil. Bütün edebiyatçılar arasında bir edebiyatçıyım ben de. Farklı bir yazma biçimim var. Türkçeyi birçok kişiden daha iyi kullandığımı sanıyorum. Ama kararı başkaları verecek. Siz gerçekten Tahsin Yücel'in farkında değil misiniz, yoksa alçakgönüllülük mü yapıyorsunuz? Günümüzden elbette esinlendim. Yani tek bir başbakandan demeyelim. Başbakanlık yapmış değişik kişilerden de etkilendim. Peki diğer karakterler içinde de tanıdık birileri var mı? Mesela dindar başbakanı nasıl kurguladınız? Yardım aldınız mı günümüzden? Olmaması gerekir. Ama Atatürk devrimleri, bütün o gelişme, laiklik, Batı'ya açılma falan derken, daha 40 yıl önce İnönü gibi başbakanlar görmüşken bu ülke, bugün Recep Tayyip Erdoğan gibi bir başbakanı var. Toplumsal eğilimler, laiklik yozlaştırılıyor. Bugünden esinlenerek, bu gidişle böyle bir yere varacağız diye düşündüm. Kitabınızdaki başbakan Mevlüt Doğan fırsat buldukça kaza namazı kılıyor, cumaya gidiyor, içki içmiyor, dediğim dedik biri. 2073'te böyle bir başbakan olabilir mi sizce? "AB'nin çok süreceğini sanmam!" Gökdeleni bir kavram olarak düşünürsek... Biliyorsun, kavramlar genelde karşıtlarıyla tanımlanır. Şimdi gökdelenin karşıtının doğa olduğunu söyleyebiliriz ve burada doğadan uzaklaşma yani yalıtlanma söz konusu. Yani gökdelende oturan insanlar kendilerini toplumun geri kalanından yalıtlıyor ve gökdelenler arası oluyorlar bir bakıma. Hikaye örgüsündeki gökdelen bir roman kişisi kadar baskın. Ama öte yandan bir metafor gökdelen. Neden gökdelen metaforu? Ve gökdelen neyin metaforu? Ben dışarıdan bir bakışla, politikayı ve ekonomiyi de fazla bilmeyen biri olarak AB'nin çok sürmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü genişledikçe ister istemez zayıflayacak. Çoğaldıkça karşıtlarını azaltıyorlar. Her ülkenin kendine göre eğilimleri vardır. Bu yüzden o kadar beklemeden de dağılması bana mantıklı geliyor. 67 yıl sonra öngörülerinizin ne kadarının gerçek olma olasılığı var? Sözgelimi romanda bugün 25 üyesi olan AB, "30'uncu ülke olarak Türkiye'yi bağrına basmadan" dağılıyor. Şansı bu kadar mı gerçekten? "Yarım yüzyıldır birlikte mutluyuz!" Yani toplumun bu gidişinden mutlu değilim. Ama kendi dar çevremde mutluyum. Aynı düşünceyi paylaştığımız yahut birbirimize yakın olduğumuz insanlar da az değil ama genellikle yalnızız. Kendi alçakgönüllü yaşamımızdan şikayetimiz yok. Büyük isteklerimiz de yok şuyumuz, buyumuz olsun gibi; daha öteden beri yaşadığımız yaşam bizi buna alıştırmamış. Genel olarak mutlu biri misiniz siz? Elbette bir kere şu evde ben mutluyum. Eşimle birlikte olmak -ki bu, 1960'tan başlatırsanız neredeyse yarım yüzyıllık bir birliktelik- bunu hiç olaysız sürdürmüş olmak da bir mutluluk belirtisi. Soruma tam yanıt alamadım. Özel hayatınızla ilgili konuşmayı sevmediğinizi biliyorum ama bu kadarını da esirgemeyin. Karşılıklı herhalde. İkimiz de birbirimizi istediğimiz için evlendik, evlenmiş olmak için değil. n Artık evlilikler beş-on yıldan çok sürmezken 46 yıl bir evliliği olaysız götürmeyi nasıl başardınız? Sizin sayenizde mi oldu bu, Gülçin hanım sayesinde mi? "Orhan Pamuk'un dil konusunda pek yeteneği yok!" Sevinemeyenler, sevinmeme nedenlerini kendileri açıklıyor. Bu konuda da Orhan Pamuk'un değişik davranışlarını ve sözlerini gösteriyorlar. Haklı oldukları bir yan varsa da Pamuk'un o sözleri ettiği için ödül aldığına inanmıyorum. Orhan Pamuk, Nobel'i aldı. Ona en ağır eleştirileri getirenlerden biri olduğunuz halde "Tebrik ederim" dediniz ve bu tebrikle de çok takdir topladınız. Kimilerinin sevinememesini, tebrik edememesini, bütün o ruh halini nasıl yorumluyorsunuz? Bugün de Orhan Pamuk'un iyi bir yazar olduğuna inanmıyorum ben. Edebiyat öncelikle bir dildir. Pamuk'un ne yazık ki bu konuda pek yeteneği yok. Cümleleri yer yer yanlış kuruyor, en basit şeyde aksıyor. Peki ya edebiyatı? Bu kendi dilini oluşturmak gibi bir şey değil. Kendi dilini oluşturmuş olamaz mı? Son yıllarda bu ödülün veriliş biçimine bakarsak, her zaman da iyi yazarlara vermiyorlar. Son dönemlerde parlak romancılara, şairlere verdikleri söylenemez. Nobel jürisinin beğenileri çok da yüksek düzeyde değil. O zaman niye Nobel verdiler? Tahsin Yücel: "Kupkuru, yalnız yazacaklarını düşünen biri değilim" Gülçin Yücel: "Tahsin eylemlerle değil, duruşuyla romantiktir!" Tahsin Yücel: Bilmem, bunu belki de Gülçin'e sormalıydın. Elbette biz roman falan yazıyoruz. Düş kuran biriyiz ama yani belli bir yaşa gelmişim. Yazacak şeyleri kuruyorum artık. Romanda Can Tezcan'a hayli romantik diyaloglar yazmışsınız. Siz de romantik bir erkek misiniz? Tahsin Y.: Ezberden zor. Peki ya eskiden? Mesela Gülçin hanımın gözlerinin içine bakarak, şiir okumuşluğunuz var mı? Tahsin Y.: O zaman da gözlerine bakamazsın. E tabii şiir severim ben, şiir de okurum. Öyle kupkuru, yalnız yazacaklarını düşünen bir insan değilim. Yani dostluklarıma düşkünümdür, yaşamın hemen şurada olandan daha ötesi olduğunu bilen ve bunu bir anlamda yaşayan bir insanım. Gülçin Yücel: Romantikti galiba, unuttum ben de şimdi. Kitaptan olsun o zaman... Gülçin Y.: Tabii böyle eylemlerle değil de duruşuyla romantiktir Tahsin. Bazen çiçek alır. Şimdi bu konulara girmesek...Tahsin Y.: Niye? Hiç çiçek almadığım da söylenemez. Size hiç çiçek aldı mı? Tahsin Y.: Belki de bu fizik yapıyla ilgili. Ciddi bir duruşum var.Gülçin Y.: Öyle gözüküyor ama değil. Biz hep mesafeli bir Tahsin Yücel görürüz... Ev hali de öyle midir Tahsin beyin? Avukat Can Tezcan: Yargının Özelleştirilmesi Kuramı'nı geliştiren ünlü avukat. Eski bir devrimci. Hazırladığı tasarı, 27 Mayıs 2073'te Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giriyor ve yargı dünyada ilk kez Türkiye'de özelleştirilmiş oluyor.Nivyorklu Temel: İstanbul'u New York yapmak isteyen "üç boyutu nerdeyse birbirine eşit" Karadenizli mimar. Roman boyunca Sarayburnu'na dikeceği Özgürlük Anıtı'nda meşaleyi tutan kadına annesi Nokta hanımın yüzünü monte etmenin hayalini kuruyor.Köşe yazarı Cüneyt Ender: Yüksek tirajlı bir halk gazetesi olan Küre'nin ve ülkenin en önemli köşe yazarı. Avukat Can Tezcan ile, birlikte devrimcilik yaptıkları günlerden tanışıyorlar. Yazdığı "Uyarıyorum" adlı yazıyla, yargının özelleştirilmesi süreci başlıyor.Başbakan Mevlüt Doğan: 2073 Türkiyesi'nin başbakanı. Dostoyevski'nin "Karamazov Kardeşler"deki kahramanlarından Smerdyakov'un bıyıklı halini andırıyor. Birinci olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlılığı, ikinci olarak hiçbir cuma namazını kaçırmaması, üçüncü olarak sabah verdiği demeci akşam yalanlamasıyla ünlü. "Gökdelen"in kahramanları