Pazar "Çocukluktan beri Eskişehir'le ilgili hayaller kurdum"

"Çocukluktan beri Eskişehir'le ilgili hayaller kurdum"

24.09.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Eskişehir sadece yenilenmekle kalmamış, baştan aşağı sanat eserine dönüşmüş. Her köşesinden başka bir güzellik çıkıyor karşınıza. Heykellerine, kültür merkezlerine, parklarına göz gezdirince de atılmamış imzalarda hep aynı isim var: Yılmaz Büyükerşen. Anadolu Üniversitesi'nin eski rektörü, heykeltıraş, tiyatrocu, gazeteci, karikatürist ve yazar... 1999'dan beri büyükşehir belediye başkanı. Büyükerşen'le Eskişehir'de uzun bir gün geçirdik. Anılarından, şehrinden, politikadan konuştuk...

Çocukluktan beri Eskişehirle ilgili hayaller kurdum

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen: Kanun tasarısı hazırlandı hazırlanmasına ama "kişiye özel sayılır" gerekçesiyle kabul edilmedi. "İki dönemden fazla rektörlük yapılamaz" hükmü değişemedi. Ama öğrenciler "hocam" dedikleri rektörlerini bırakmadılar. "Hoca" 1999 yılında Eskişehir büyükşehir belediye başkanıydı...Yıl 2006. Eskişehir neredeyse bir Avrupa şehri. Köprüler, çeşmeler, heykeller, yenilenen tarihi mahalleler; biten bitmeyen onlarca projesiyle Türkiye'nin yıldız şehri. Büyükerşen de "yıldız" belediye başkanı.Büyükerşen'in adı, son dönemlerde "sol birleşimin lideri", "cumhurbaşkanı adayı" listelerinde geçiyor. 70 yaşına inat, büyük bir enerjiyle çalışmayı sürdürüyor. Sokakları dolaşıp "Yerlerde kırık taş var mı?" diye kontrol ediyor. Esnafla sohbet edip şehre yeni gelen öğrencilerle şakalaşıyor. Özürlülerin de rahatça yaşayabilecekleri şehrini büyük bir gurur ve aşkla, durmadan anlatıyor... Yılmaz Büyükerşen bir heykeltıraş, akademisyen, idareci, gazeteci, yazar ve tiyatrocu; evet ama en çok "hoca". Öğrencilerinin hiç bırakmadığı bir hoca. Sırtında çimento torbaları taşıyarak Anadolu Üniversitesi'ni kuran, birinci sınıflara ağaç diktirtip sonra dördüncü sınıf derslerinde ağaçları kontrol eden, "Kuruyan ağacı olan eylülde tek derse kalır" diyen, sanatı hayatın her alanına serpiştiren, ideallerinden hiç vaz geçmeyen bir "hoca"...Onunla koca bir gün geçirdik. Enerjisine hayran kaldım. Herkesle yakın temasta oluşuna şahit oldum, heykel yaparken izledim, şehri onunla keşfettim. Aynı zamanda da onu. Yılmaz Büyükerşen 1993 yılının aralık ayında, Anadolu Üniversitesi rektörüyken görevden alındı. 25 otobüs dolusu öğrenci Ankara'ya gitti. Polis Ankara girişinde otobüsleri durdurdu, "Giriş yasak" dedi. Öğrenciler yılmadı, toplu taşıma araçlarıyla devrin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e kadar ulaştılar. Amaçları, okullarının kurucusu, çok sevdikleri rektörlerinin görev süresinin uzatılmasıydı... Üniversitenin heykel parkı dahil 70 kadar. Ama bir o kadarı da parklara konulmayı bekliyor. Amacımız Türkiye'nin en çok heykeli olan ve sanatsever insanların yaşadığı kenti olmak. Eskişehir'i ne kadar güzel bir hale getirdiniz... Kaç heykel var şimdi? Bizim halkımızın büyük çoğunluğunda "kentlilik bilinci" var aslında. Önümüzdeki yıl için de kırsal kesimden göçenler için özel bir "bilinçlendirme kampanyası" hazırlıyoruz. Tabii her yerde olduğu gibi, az sayıda da olsa, ruhsal hastalıkları olan birtakım kent vandalları da yok değil... Merak ediyorum, acaba "kentlilik bilinci" de gelişiyor mu? Yani yapılan bunca güzel şey, insanların bakış açılarını da etkileyebiliyor mu? "Herkes heykellerin önünde fotoğraf çektiriyor" Ağaçlara, parklara, kent mobilyalarına zarar verdikleri oluyor. Bu arada bir de sorunlu "iyi aile çocukları" var. Sprey boyalarla grafitti yapıyorlar. Emniyet bunları yakalamakta yetersiz kalıyor. Fakat belirtmek isterim; bir şehrin tertipli, düzenli köşeleri çoğaldıkça, insanlar kenti koruma konusunda daha duyarlı hareket ediyorlar. Aksi davranışta bulunanlara tepki gösteriyorlar. Bu vandallar nasıl zararlar veriyor? Evet, giderek azaldı. Yine de çekirdeklerin kabuklarını bankların altına atıp gidenler de yok değil... Onları uyarmak için, yarı beline kadar çekirdek kabuklarına gömülmüş küçük bir sıpa heykeli yaptırmıştım... Evet, mesela çekirdek çitleyerek oturduğu yeri çöplüğe çeviren kimseye rastlamadım. "Çekirdek yiyip sokakları kirletenler vazgeçmezlerse, heykeli sergileyeceğim" dedim. Galiba etkili oldu, şimdilik depoda duruyor! Heykeli görmedim, sergileniyor mu? Örneğin İki Eylül Caddesi'nde, tavuğu ile birlikte banka oturmuş işsiz bir köylü heykeli var. Altında, "Hadi köyümüze dönelim artık" yazıyor. Porsuk kenarında su kovasıyla balık tutmak zorunda kalan bir adamın heykeli var. Bu da ellerine geçen her şeyi Porsuk'a atıp nehri kirletenlere karşı. Heykelin altında "Allah rızası için Porsuk'u kirletmeyin" yazıyor. Bu heykeller, şehrin turistik anı sujeleri haline geldiler. Yerli-yabancı herkes heykellerin önünde fotoğraf çektiriyor. Bir de "altyazılı" heykelleriniz var... 1960'lı yıllarda Londra'da "Atatürk" diye sergilenen ve bütün dünyaya tanıtılmaya çalışılan heykeli gördükten sonra! Türkiye'de bunu değiştirmek için uğraş veren sanatçı ve yöneticiler de bulamadım, başladım çalışmaya... Gazeteci Azer Bortaçina'nın Marmaris'teki evinde sizin yapıp ona hediye ettiğiniz bir heykeli çok beğenmiştim. Heykele nasıl başladınız? "Kim hangi yönümü beğenirse, mesleğimi o zannediyor" Sağlığında çekilen ne kadar fotoğrafı varsa, hepsini saatlerce, günlerce inceledim. Ayrıca, ölümünde alınan maskının üzerinden yüz detaylarının ölçümlerini aldım. Bu söz ona dayanıyor. Atatürk'ün balmumu ve masif heykellerini yapıyorsunuz, hatta yüzünü çok iyi bildiğinizi söylüyorsunuz. Doğrudur. Bunun belgesel kitabı da çıktı. Gerçi sizin sanatçı yönünüz sadece heykelle sınırlı değil. Öğrencilik yıllarınızda kan satarak tiyatro kurduğunuzu duymuştum. Ben neyim aslında... Bir eğitici ve yöneticiyim ama geçmişimde gazetecilik, karikatüristlik, tiyatroculuk, ressamlık, iletişimcilik ve hocalık gibi çeşitli meslekler ve hobiler var. Şimdi kim benim hangi yönümü beğenirse, mesleğimi o zannediyor. Bütün özelliklerimi bilenler de, "hoca" hitabı ile bir yerde hepsini ifade ediyorlar. Kamu maliyesi hocası bir akademisyen, sanatçı ve belediye başkanısınız... Siz nesiniz? Evet. Yeşil alanları beton yığınına çevirme gayretinde olan bazı kişiler var. Mesela Mimarlar Odası şubesinin başkanı, AKP'li bazı alt kademe belediye çalışanları falan. Bunlar yerel gazetelere tam sayfa ilanlar vererek icraatlarıma karşı propaganda başlattı. Ya aynı şekilde ilan verecektim ya da mahkemeye verip tazminat isteyecektim. Baktım, ilan verecek param yok... Gazeteleri cezalandırmak veya sayfalar dolusu yazılarla cevap vermek yerine çizdiğim üç karikatürün aynı gazetelerde yayımlanmasını rica ettim. Gazeteler de bunu bir cevap hakkı olarak kabul edip yayımladılar. Tabii gazeteler bunu yayımlamasaydı, yargıya başvurmaktan başka çarem kalmazdı... Bir de son zamanlarda karikatürlerinizle de gündeme geldiniz. Hatta karikatürler aracılığıyla kendi kendinizle dalga geçiyorsunuz... "Hep mücadele ettim. Herhalde dinç kalmamın sebebi bu" Benim doğup büyüdüğüm şehir burası. Haçlı Seferleri dahil hep savaşlara konu olmuş. Avrupa, Ortadoğu ve Asya üzerindeki önemli bir kavşak noktası. Ayrıca hep ilklerin şehri: Osmanlı İmparatorluğu'nun beylik olarak doğduğu yer. Nasrettin Hoca burada doğmuş. Yunus Emre ve Battal Gazi'nin mezarları burada... Yakın tarihte de öyle... Çok partili hayata geçilince Demokrat Parti'nin ilk açık hava mitingi burada yapıldı. E, herkesin bildiği gibi havacılığın beşiği. Daha nice ilk var... Ama dikkat edin, hakkı olan gelişme desteğini hiç alamamış bir kent. Çocukluğumdan beri Eskişehir'le ilgili hayaller kurarak yaşadım ben. Hep önce Eskişehir'e, sonra da tüm ülkeye faydalı olacak şeyler yapmaya gayret ettim. Kolay şeyler değildi, hep mücadele ettim. Bugün de öyle... Dinç kalmamın sebebi bu olsa gerek. Eskişehir'i neden bu kadar seviyorsunuz? Biliyor musunuz, hiç spor yapmam. Yediklerime de dikkat etmem, ne istersem onu yerim. Doktorların "yap" dediği şeylerin hiçbiri yok yani. Ama savaşmak dinç tutuyor insanı herhalde. Gerçekten de çok dinçsiniz. Hiç 70 yaşında göstermiyor, çok hızlı hareket ediyorsunuz. Şüpheniz olmasın. Üstelik sadece izlenmek olsa neyse... Belediye hizmetlerinden her türlü çıkarı sağlamaya alışkın kimselerin hortumları kesildi. Onların "yandaş kollama" sistemleri var tabii... Siyasiler ve onların yandaşları... Bu "yandaşlarını kollamaya" müsaade edilmeyen siyasiler, doğrudan veya dolaylı şikayet yolunu seçiyorlar. Peki göz önünde olmaktan yorulmadınız mı? Hele sizin konumunuzda... Herhalde açıklarınızı yakalamak için sizi izleyenler de vardır. Projelerimiz duyuldukça, özellikle son zamanlarda çok gelen oldu. Başkanlar ekipleri ile geliyor. Bazen de görevlilerini gönderip bizim projeleri inceletiyor, kendi şehirlerinde nasıl uygulatabilecekleri konusunda bilgi alıyorlar. Diğer illerin belediye başkanlarından şehrinizi "alıcı gözüyle" ziyaret edenler oluyor mu? Evet. Özellikle İzmir, Bursa, Ankara ve İstanbul'dan hafta sonları gelen gruplar başladı. İnsanlar gelip gördükçe de ben çok mutlu oluyorum. Eskişehir'e turistik geziler de artmıştır sanırım. "Genel başkan olmayı hiç düşünmedim" Ne yazık ki öyle. "Türkiye'nin yeni lideri kim olur?" sorusuna cevap olarak adınız geçiyor. Ama sanırım Türkiye'nin politik yapısı sağlıklı birleşimlere ve siyasi işbirliğine pek elverişli değil... Bu konu son zamanlarda gündeme getirildi. Bir kere böyle bir şey benim irademe bağlı değil, dolayısıyla da böyle bir düşüncem olmadı. Peki DSP'nin genel başkanı olabilir misiniz? Hiç düşünmedim. İstemez misiniz yani? Herkes düşünebilir ama herkes olamaz. İnsanların iradelerine bağlı değil. Cumhurbaşkanı olmayı düşünmez misiniz? Evet, öyle oldu. AKP İzmir, Bursa, Eskişehir, Mersin, Gaziantep, Erzurum, Samsun ve Antalya'yı her ne surette olursa olsun almak için her türlü yola başvurdu. Sonuçta da İzmir ve Eskişehir hariç hepsini aldı. 1999 seçimlerine yüzde 44 oyla başkan seçilmiştim. Son seçimlerde bütün Eskişehir halkı sabahlara kadar yanımdan ayrılmadı, benimle mücadele etti. Öncekinden daha büyük bir oranla beni seçerek aydınlanma kentinin kale burcunu teslim etmediler. Geçen seçimlerde AKP ile ciddi bir çekişme yaşadınız. Partiler kanunu, seçim kanunu ve Anayasa'da bazı değişiklikler yapardım. Partiler kanunu ile seçim kanunu ve sistemini, Türkiye'ye gerçek demokrasiyi getirecek şekilde değiştiridim. Halkın gerçek iradesini yansıtacak, partilerde lider ve delege hakimiyetinin sakıncalarını gidermek için... Sonra, Anayasa'da yargının bağımsızlığının sağlam temellere oturmasını gerçekleştirirdim. Bu çok önemli. Yine Anayasa'da, Milli Eğitim Bakanlığı'nı ve yapısını, milli savunmamıza benzer tarzda, siyasi iktidarların oyuncağı olamayacak şekilde yapılandıracak değişiklikler yapardım. Vatandaşın sağlık ve sosyal güvenliğini anayasal teminat altına alacak girişimler ilk işim olurdu. Türkiye'nin lideri olsanız, neyi değiştirmekle işe başlardınız? "Aşık olunacak bir fiziğe sahip değilim!" Diplomalarının altında imzam olan, kurucusu da olduğum açıköğretim sisteminden mezun herkes tarafından da çok sevildiğimi biliyorum. Avrupa'dakiler dahil milyonlarca öğrencim var. Eskişehir'den diğer illere, ülkelere gidenlere ilk soru "Yılmaz hoca nasıl?" oluyormuş. Yurtdışı ve yurtiçi seyahatlerimde de yanıma gelen, elimi öpmek isteyen çok öğrencimle ve aileleriyle karşılaşırım. Sizin gibi aktif hocalar, öğrenciler tarafından çok sevilir... Tam bir Akrep burcu Böyle bir hissiyat belirtisi ile karşılaşmadım ama her yaştan öğrencinin karşı cinsten hocalarına karşı aşka benzer duyguları olabileceği bilinir. Belki "idol" olarak düşünen olmuştur. Zaten aşık olunacak fiziğe sahip değilim. Ama bana öğrenciyken aşık olan tek kişi oldu, o da eşimdi. Merak ettim, hiç size aşık olan bir kız öğrenci oldu mu? Ben de ona aşık olmuştum, hiçbir sorun çıkmadı. Dört-beş yıl flörtten sonra evlendik! Peki siz? Doğru, çekti. İkimiz de akademik kariyer içindeydik, ben yönetici olunca onun ayrılmasını istedim. Ben Akrep burcuyum, bütün özelliklerini de gösteririm. Gerçi eşim de Akrep ama baskın olan hep ben oldum... Yine de sizin "baskın" karakterinizden eşiniz çok çekmiştir... E, benim gibi radikal bir yöneticinin aldığı kararlar eleştirilir. Eşimin bunları duymaması mümkün olamaz, o zaman da çok üzülürdü. Akademik hayatta parlak bir istikbal vaat ettiği halde, isteğime razı gösterdi. Lisede öğretmenliğe başladı, erkenden emekli oldu. Sonra da ben üniversiteden ayrılınca, erken emekliliğini kaldırtarak üniversiteye döndü ve emekli oluncaya kadar hocalık yaptı. Neden? İki kızım var. Birisi akademisyen oldu, bizim gibi. Diğeri de iç mimar. İki de kız torunum var. Kaç çocuğunuz var? Konser boyu çamurlu çukurun içinde Anılarım inanılmayacak kadar çok. Başkan olmadan önce yazmaya başlamıştım ancak başkanlık, yazma işini bir süre geciktirdi. Hepsi "Türkiye'de iş başarmanın kara mizah örneği", genç kuşaklara örnek oluşturacak, birer "vaka metodu" tadında okunacaklar. Tamamlayabilirsem anıların üzerinde hem gülünecek hem de düşünülecek. Kim bilir ne çok anı biriktirmişsinizdir... Bak birini anlatayım: Ayşegül Aldinç kampüste konser vermeye geldi. Ara oldu, herkes sigara içmeye dışarı çıktı. Ben de insanlarla birlikte çıktım, "Hadi çıkmışken de yeni kazılan kanalları kolaçan edeyim" dedim. Bakarken ne olduysa oldu, aşağı doğru kaydım. Derinlik 2,5 metre falan. Biraz çabaladım, nafile. Bu arada düştüm, yine kaydım, dizlerim kanadı... İnsanların seslerini duyuyordum, bir anda sesler de kesildi. Konserin ikinci yarısı başladı yani. Sonuçta ben orada gece 2'ye kadar kaldım. Bekçilerden birisi sesimi duymasaydı, sabaha kadar da çamurun içinde kalırdım! Üniversitenin kuruluşuna dair çok hikayenizi duydum ama dediğiniz gibi çoğu "traji-komik". Gerçekten gülünecek neler var? Önce sinirle kapıyı açtı, hani "Nerelerde kaldın, neden kendini bu kadar merak ettirdin?" endişeleriyle. Halimi görünce çok korktu. Olayı anlatınca da başladık gülmeye! Eşiniz sizi görünce ne yaptı?