Pazar Düşmez kalkmaz bir Montmartre

Düşmez kalkmaz bir Montmartre

31.12.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Monmartre, Paris’in düşmez kalkmaz kellesi ve kalesi. Çünkü bugün bile "komün" ruhunu koruyan bir sosyal dokuya sahip

Düşmez kalkmaz bir Montmartre

Düşmez kalkmaz bir Montmartre

Monmartre, Paris’in düşmez kalkmaz kellesi ve kalesi. Çünkü bugün bile "komün" ruhunu koruyan bir sosyal dokuya sahip

Sanırım Romalıların bir icadı ya da saptamasıydı: Tüm kutsal kentler yedi tepe üstüne kuruludur ve ortalarından bir su yolu geçer. Paris de kutsal bir kenttir ve Seine Nehri tarafından bölünür, yedi tepe üstüne kurulduğu yazılıdır. Zaman başkentin tepelerini de rendelemiş. Yokuşla çıkılan üç semtin dışında yedi tepeden arta kalanlar, artık yalnız "Mont..." sözcüğüyle başladıkları için bir zamanlar irtifa sahibi olduklarını anımsatıyorlar. Ama Paris’in tam ortasında bir tepe var ki, Jean Renoir’ın "French Can Can" filminin en güzel sahnesine dekor olan tarihi merdivenleri ve yenilenen teleferiğiyle dünyanın belki de en güzel ve anlamlı yüksekliği.
Işıklar kentinin ortasındaki Montmartre, Paris’in hem kalesi hem de kellesidir. Kalesidir, çünkü ilk laiklik bayrağı burada dalgalanmış, Üçüncü Napolyon’un sahte imparatorluk suyunda yüzen diğer semtlere inat, burada bir "Montmartre Cumhuriyeti" ilan edilmiş ve Paris komününün kalesi Montmartre, acımasız bir kuşatma altında aylarca açlıkla boğuştuktan sonra, 1871 yılında korkunç bir kan banyosundan geçirilerek teslim alınabilmiştir.
Montmartre aslında Mont De Martyrs sözcüğünün kısaltılmışı, "Şehitler Tepesi" demektir. Ancak tepe, kelle vermeye 1871’den çok önce alışık ve adını ta iki bin yıl önce verdiği bir kelleye borçlu. Rivayete göre ülkenin ilk Hıristiyanlarından Aziz Denis tutuklanıp "dinini inkar etmediği" için işkence edildikten sonra ünlü tepedeki Tanrı Merkür tapınağına infaz edilmeye götürülür. Ancak infaz timi tapınağa kadar beklemez ve Aziz Denis’in kellesini gövdesinden, ünlü merdivenlerin ortasında ayırır. Aziz Denis, aziz olduğu için herhalde, ölmez. Yere düşen kellesini alır, Girardon sokağındaki çeşmede yıkar ve koltuğunun altına kıstırıp daha sonra adını taşıyan kilisenin kurulacağı yere kadar yürür.
Monmartre, Paris’in düşmez kalkmaz kellesi ve kalesi. Çünkü düşen tüm başlara ve burçlara karşın, bugün bile "komün" ruhunu koruyan bir sosyal dokusu var. Anarşist ve özgürlükçü sanatçıların uğrak yeri, yoğun turist akınına rağmen marjinalliğini yitirmeyen bir köy. Paris’in göbeğindeki yegane üzüm bağı burada ve bu yıl damıtılan 520 litre şarap 1074 şişeye doldurularak geleneksel bağbozumu şenlikleriyle kutlandı. Söz konusu şarabı satın almak mümkün değil. Çünkü şenlikler sırasında, hep o ünlü "komün" ruhu gereği, zaten Monmartre sakinleri tarafından bir gecede tüketiliyor.
Görkemli tarihini ve birer mimari mücevher olan yapılarını, Paris’e tepeden bakan Sacre Coeur kilisesiyle taçlandıran bu çağdaş köyde, aynı zamanda başkentin son rahibeleri yaşıyor. Kilisenin tam arkasındaki manastırda 12 Benedictine rahibe, kutsal Şehitler Tepesi’nin bekçileri. Her biri birer melek gibi rahibelerin yürekleri ve kapıları, tüm ziyaretçilere açık. Sohbetlerine doyum olmuyor, tatlı tatlı dert dinliyorlar ve isteyen gezginler, ziyaret sonunda manastırın bahçesinde beslenen tavuklardan tanesi 1 franka taze "köy" yumurtası alabiliyorlar.
Ama Şehitler Tepesi yalnızca kale ve kelle değil. Aynı zamanda yiyen, içen ve öğüten karnı Paris’in. Eteklerinde, Aşağı Monmartre diye anılan mahalle, bir zamanlar Toulouse Lautrec’in ölümsüzleştirdiği ve ilk kadın yazarlardan Colette’in bile sahne aldığı Kırmızı Değirmen’in çevresi bugün erotik, pornografik kabarelerle dolu. Hatta bir Erotizm Müzesi bile var. Başkent tarihinin "Paris’in küçük kadınları" diye çağırdığı fahişelerin büyük bölümü, bu sokaklarda iş tutuyor. Ve Tertre Meydanı’nda resim yapan sokak ressamları bile Salvador Dali ile Luis Bunuel’in Altın Çağ filmini ilk kez gösterdiklerinde koltukları yakılan Studio 28 sinemasını, gerçeküstücülerin karargahı Renee Maubel tiyatrosunu tanımıyorlar. Tıpkı Van Gogh’un resimlediği ünlü Monmartre sokağının, Paris’in en eski sokağı, Rue Lepic olduğunu bilmedikleri gibi. Ama artık siz biliyorsunuz.
Efsaneler de insanlar gibidir. Unutulmadıkları sürece yaşarlar.



PAZAR