Pazar 'Filmin kıymeti sonradan anlaşılacak'

'Filmin kıymeti sonradan anlaşılacak'

19.05.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Caner Cindoruk, cuma gösterime giren “İçerdekiler”de 185 gün, hakkında hiçbir delil olmadan sorgulanan bir tutukluyu oynuyor. Cindoruk, tek bir odada geçen filmin kıymeti çok sonra anlaşılacak bir iş olduğunu söylüyor.

Filmin kıymeti sonradan anlaşılacak

Filmin kıymeti sonradan anlaşılacak
Melih Cevdet Anday’ın 1965’te yazdığı “İçerdekiler”, aradan geçen yarım asırda insanın özüne dair içeriğinden hiçbir şey kaybetmemiş ve sahnede defalarca yorumlanmış bir oyun. Şimdi de Hüseyin Karabey tarafından beyaz perdeye uyarlandı. Çeşitli festivallerde seyirciyle buluşan “İçerdekiler”, geçtiğimiz cuma vizyona girdi. Filmde Settar Tanrıöğen ve Gizem Soysaldı ile birlikte rol alan Caner Cindoruk ortak yapımcılardan biri. Darbe döneminde bildiri dağıttığı gerekçesiyle gözaltına alınıp 185 gün sorgulanan bir öğretmeni oynayan Cindoruk ile hem “İçerdekiler”i hem de oyunculuktan yazarlığa uzanan serüvenini konuştuk.

Haberin Devamı

- Hüseyin Karabey “İçerdekiler”in yedi yıldır kafasında olduğunu söylüyor. Sizin için ne zaman başladı macera?

Ben de 2000 yılında Adana Devlet Tiyatrosu’nda izlemiştim ve büyülenmiştim. Hüseyin Abi de izlediğinde sinemaya aktarmayı hayal etmiş. O aşkla ve şevkle yola çıktık. Önemli olan metni deşifre etmek ve yorumlamaktı. Bir haftada çektik ama bir ay tiyatro gibi, yarın sahneye çıkıp oynayacakmış gibi çalıştık.

- Çok fazla bir şey bilmiyoruz adam hakkında. Sizin kendi kafanızda ona yazdığınız bir hikâye var mı?

Kesinlikle var. Zaten her oyuncu bir dünya yaratır. Senaryoda görünenin arkasında görünmeyen büyük bir kısım vardır ve orayı ne kadar kurcalarsanız, o kadar malzeme sağlar. Bu metin bildiğim, üzerine düşündüğüm bir metindi. İçeri girmiş, işkence görmüş birkaç kişiyle konuştum ve insana dair detaylar keşfettim. Bence bir oyuncunun en keyif aldığı şeylerden biri zaaflı karakterlerdir çünkü zaaf olmayınca o gerçeklik duygusundan uzaklaşıyor. Biz de filmi yaparken hep “Nasıl daha gerçek nasıl olur”u kovaladık. O yüzden de o zaaflar hep işimize geldi. Çünkü metin de onu söylüyor; zulüm gören, baskı gören birinin nasıl baskı uyguladığını, nasıl dönüştüğünü. Aslında insanın içinde bütün bu duygular var ve biz onları keşfedip kendi bünyemizden çıkarıyoruz. Salt iyi ya da salt kötü yok.

Haberin Devamı

Filmin kıymeti sonradan anlaşılacak

- Uzun süre git gel yaşıyor adam.

185 gün içeride kalmış, her şeye göğüs germiş, dik durmuş, susmuş ve son beş gün kendine atılan o oltaya takılmış, kadın ve cinsellikten çözülmüş bir adam, tutuklu. Bazen izlerken bu insanı yaralıyor, kahramanlık duygularımızla farklı bir beklentiye sokuyor ama işte bence bu kadar uzun yıldır hâlâ bu metne başvurma nedenimiz de bu zaaf ve bu gerçeklik duygusu.

- Bu kadar kısa zamanda, bu kadar kısıtlı mekânda çekmenin ekstra bir yükü var mı oyuncuya?

Vardı kesinlikle. Ruhen ve fiziksel olarak tamamen kirlendiğim, yıprandığım bir dönem oldu. Bir saniye bile karakterimin dışına çıkmadım o süreçte. O ağırlığı, bitkinliği, ruh yorgunluğunu taşımak zor. Gerçekten o dönem dişlerim de sarardı, cildim de simsiyah oldu, mutsuzlaştım, durgunlaştım, hayatla olan bağım zayıfladı. Kimseyle görüşmedim o süreçte; ailem, arkadaşlarım, o yalnızlık işime yaradı.

Haberin Devamı

- Akşamları şöyle bir rahatlayayım demediniz yani.

Yok. Tabii ki çekimler bir buçuk ay falan sürseydi başka metotlar denerdim. Ne tiyatro ne film oldu, böyle arada bir şey yaptık, bir şeyin öncüsü de olduk aslında. Mesela filmi gören insanlar yeni yeni fikirler içine girmeye başladılar, bir iki tane bana geldi, böyle bir metin var elimde, 90 dakikalık, tek mekân, düşük bütçeli çekebiliriz ama çok iyi hikâye diye. Bir şeyin öncüsü de olmaya başladık gibi, o yüzden bence kıymeti çok sonraları anlaşılacak bizim yaptığımız şeyin.

“Yazmak bizim için güdüsel bir şey”

- Siz sanatçı bir aileden geliyorsunuz ama çok fazla “Oğlum oyuncu ol” gibi bir yaklaşım görmediniz diye biliyorum. Çünkü sıkıntılar çekmiş babanız.

Koşullar zorlu bir hayat yaşamamıza neden oldu çünkü yazarlık hiçbir zaman bir meslek olarak görülmedi. Özellikle öykü yazarlığı. Babam Orhan Kemal Ödülü gibi Türkiye’nin en önemli öykü ödülünü aldığında işporta tezgâhındaydık. Tabii bize şaşaalı gelmişti o dönem ama gelip geçici bir şeydi. Allahtan amcam oyuncu, Şehir Tiyatrosu’ndaydı. Öyle olunca, ben oyunculuğa yöneldim küçük yaşlarda. Bir küçük kardeşim baba yolunu tercih etti, şairliği. Ama o yaşlarda yazmak utanç verici geliyordu bana. Belki kardeşimin şiire olan yetisinden ya da babamın iyi bir öykü yazarı olmasından kaynaklıydı. Yazdıklarımı gizli yazıyordum.

Haberin Devamı

- Ne yazıyordunuz?

Deneme, şiir ama kimseye okutmuyordum, hatta yırtıp yok ediyordum. Bir şiirimi cesaret edip babama okuttuğumda her şey değişti. Hikâyede kendimi daha iyi ifade edebileceğimi söyledi ve usta-çırak ilişkisine başladık. İlk kitabım “Sessiz Şarkıcı” Alfa Yayınları’ndan çıktı. Sanırım yazmaya devam edeceğim. Güdüsel bir şey yazmak benim için, ailemiz için de...

- Dizileriniz uzun soluklu oluyor. Acaba iyi mi koku alıyorsunuz, yoksa şans mı?

Bence hepsi var işin içinde. Çünkü özellikle hikâyenin beni etkilemesi gerekiyor. Mesela “Aramızda Kalsın”ı yaptığım dönem, bana aldığım paranın 2-3 katı alacağım, her şeyin benim üzerimde döndüğü roller de geldi ama ben dört kafalı bir işi tercih ettim; Uğur Yücel, Binnur Kaya, Gökçe Bahadır’la. O dönem iki ay aşçılık kursuna gittim. İtalyan şefin yanında gözlem yaptım. Hep söylerim, oyunculuk yüzde 50 yetenekse, yüzde 50 donanım ve birikim olayıdır.

Haberin Devamı

- Size “Biraz vücut yaparsan daha iyi olur” diyenler oluyormuş, ilgilenmiyormuşsunuz.

Benim sadece televizyon starı olmak gibi bir derdim olmadı. Kilo aldığım ya da kirlendiğim zaman film çekebiliyorum. Spor yapıyorum ama öyle çok kas kas olmak da istemiyorum.

“Tutkumu hep besleyen yer sahne”

- Tiyatro da devam ediyor bir yandan, diziyle beraber...

97’den beri ara vermedim, Orası beni besleyen yer. Popülariteden, egolardan uzak ve devamlı idman. Her hafta bir şey öğreniyorum. Oyunculuk durduğunda paslanan bir şey. Yeni roller oynamak, farklı metinler yorumlamak ve sahnenin büyüsü yaptığım işe aşkımın bir gram azalmamasını sağlıyor. Tutkumu hep besleyen yer sahne. Disipline ediyor oyuncuyu. Bizim emekli olmak gibi duygularımız olmadığı için, layıkıyla bunu yapabildiğim yere kadar yapmak istiyorum.

- Yeni proje var mı?

Var. “Arıza” zaten bu yılın oyunu Moda Sahnesi’nde. O devam edecek, yazın bir sürpriz oyunumuz daha olacak herhalde.

“Değişmeyi ve dönüşmeyi seviyorum”

- Sizi Kadir İnanır’a benzetenler var. Siz de “Kendimi benzetiyorum,” demişsiniz. İnsanlar genelde çok kabul etmezler ya kimseye benzetilmeyi.

Fikret Hakan’ın gençliğine de çok benziyorum. Kadir Abi beni “Hanımın Çiftliği”nde görüp “Firar” dizisinde takip etmiş ve “Bu çocuk benim gençliğimi oynayacak,” demiş. Senaryo okumadan kabul ettiğim bir rol olmuştu. Hem gençliğini hem oğlunu oynadım “Elveda Katya”da. Kadir İnanır üç kuşağa hitap etmiş bir aktör, tabii ki bundan hiç gocunmam, onun kendine benzetmiş olması beni, benim ona benziyor olmam ne güzel. Asıl söylemek istediğim şey şu: Ben dönüşmeyi ve değişmeyi çok seviyorum. Çabuk kilo alıyorum, çabuk veriyorum. Sakal, bıyık ve saç da bende çok değişime müsait olduğu için o bir avantaj oluyor. Böyle kalıp tek tip hâlinde bir şeye devam etmektense değişerek dönüşerek oynadığım şeye yaklaşmayı hem fiziksel hem ruhsal, çok seviyorum.

- Yaş aldıkça George Clooney’ye benzetilmeye itirazınız var mı?

Hiçbir itirazım yok.