Pazar “Fırtına çıktı, kayboldum, korkudan ölüyorum sandım”

“Fırtına çıktı, kayboldum, korkudan ölüyorum sandım”

31.08.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Hollanda’da yaşayan omurilik felçli Türk oyuncu-yazar Funda Müjde: “Türkiye’den Hollanda’ya işçi göçünün 50’nci yılında bir oyun ve sergi planlıyorduk. Destek alamadık. Zaten sevinince dans edemiyorum, sinirlenince tepinemiyorum... Uzaklara gitmek iyi gelecekti. Yolda fırtınaya yakalandım, kayboldum...”

“Fırtına çıktı, kayboldum,  korkudan ölüyorum sandım”

Bundan yaklaşık altı yıl önce Hollanda Konsolosluğu’nun bir davetinde yan yana düşmüştük. Böylelikle tanıştığım, Hollanda’da yaşayan oyuncu-yazar Funda Müjde’nin
o gün anlatıklarından çok etkilenmiştim. Müjde çocukluğunu, Türkiye ile Hollanda arasındaki kültür farklılıklarını, yedi yıl önce İstanbul’a tatil için geldiğinde geçirdiği, ne yazık ki davası hâlâ sonuçlanmamış olan trafik kazasının hayatını nasıl değiştirdiğini müthiş esprilerle anlatıyordu. Aradan geçen sürede bir-iki kez yazıştık. Uzun zamandır neler yaptığını bilmiyordum. Geçen hafta İstiklal’de, Hollanda Konsolosluğu’nun önündeki kocaman posterde çıktı karşıma. Müjde bisikletle Amsterdam’dan çıkıp
88 günlük bir yolculuk yaptıktan sonra geçen hafta İstanbul’a gelmişti. Onu otelinde ziyaret ettim.

Haberin Devamı

“İstiklal Caddesi’ne girmekte zorlandık”

Nereden çıktı bu Amsterdam’dan İstanbul’a bisikletle gelme fikri?

Radyo programı için köşe yazarlığını bırakmıştım. Ekonomik kriz nedeniyle radyo kapanınca bir boşluğum oldu. Türkiye’den Hollanda’ya işçi göçünün 50’nci yılı nedeniyle bir tiyatro oyunu ve sergi planlıyorduk. Destek alamadık.
“Ne bu böyle ya?” dedim. Sevinince dans edemiyorum, sinirlenince tepinemiyorum. Kafam attı. Bir an bana en iyi gelecek şeyin o bisikletle uzaklara gitmek olacağını düşündüm. “Hem de 50’nci yıla dikkat çekmiş olurum” dedim.

Yolda neler yaşadınız?

Yol boyu eşim ve kaynım karavanla takip etti beni. Sırbistan’da bisikletim bozuldu mesela. Kocam, canım benim, tamir etti. Birkaç defa ayrı düşüp kayboldum. Böyle zamanlarda tanımadığım insanlardan lavaboya gitmek için yardım istemek zorunda kaldım. Bir kere de korkunç bir fırtınaya yakalandım dağlarda. Korkudan ölüyordum. Bildiğim bütün duaları okudum, doğayla konuştum. Sonra kaynım geldi, buldu beni.

Haberin Devamı

Varış anı nasıldı?

İstiklal Caddesi’ne girmekte zorlandık. Bir kargaşa oldu. Engellemek isteyen polisler, yardım etmek isteyen polisler... Çeşitli yerlerden bisikletliler gelmişlerdi. Herkes alkışlıyor, tezahürat ediyor. Birden ağlamaya başladım.

“Telefonu çantama koydum ve... Çat!”

Kazanızın davası devam ediyor...

Evet. Adli Tıp’a çok kızıyorum; iki yıldır felç oluşumla ilgili raporu vermiyor. Adalet yerini bulsun artık. Benim ekmek kaynağım gitti. Oyunculuk yapamıyorum. Tekerlekli sandalyeyleyken imajımı ne kadar değiştirebilirim? Çocuklarımın hayatı mahvoldu. Hastalandıklarında çorbasını yapıp yatağına götüremiyorum. Yarın torunlarım olacak, ellerinden tutup gezdiremeyeceğim. Bunlar küçük görünen ama o kadar acı veren şeyler ki...

Kaza olduğunda nerede, ne yapıyordunuz?

Yedi yıl önceydi. Hollanda’dan İstanbul’a tatile gelmiştim. Avcılar, E-5 yolu. Taksideyim. Kardeşimle konuştum telefonda. Telefonu çantama koydum ve... Çat! 19 yaşında, ehliyetini iki hafta önce almış bir genç, lüks arabasıyla bize çarptı. “Belim” diye inlediğimi hatırlıyorum.

Haberin Devamı

Bir daha yürüyemeyeceğinizi söylediklerinde ne hissettiniz?

İlk günlerde intihar edebilseydim ederdim. Ama sonra hiç isyan etmedim. İsyan etmek Allah’la kavga etmek demek. Bu bir ceza diye düşünmek de mantıklı değil, demek ki çok kötü bir insanım... Bunu bir ödül olarak görmek hele, hiç mantıklı değil. Bu düşüncelerin benim psikolojik durumumu düzeltmediğini anlayınca tek bir şey sormaya karar vedim: Bu durumumla nasıl yaşarım?

“Boynumdan aşağısının tutmayacağını öğrenince bana evlenme teklif etti”

Kocanız Ron ne tepki verdi kazayı öğrendiğinde?

13 yıllık bir beraberliğimiz vardı kaza olduğunda. Amsterdam’daydı. Arayıp artık boynumdan aşağısının tutmayacağını söylüyorlar. İlk zamanlar öyle olmasını bekliyor çünkü herkes. Beni asla kaybetmek istemediğini idrak ediyor, “Bunu
ona ispat etmem lazım. Ne kadar engelli olursa olsun, umrumda değil, yeter ki yaşasın” diyor. Beni arıyor. Durum doktora anlatılıyor. Beni ayıltıyorlar. Ve Ron, telefonda bana evlenme teklif ediyor! Tedavilerim bittikten sonra, iki yıl içinde evlendik. Bu yıl beraberliğimizin 20’nci, evliliğimizin 5’inci yılı...

Haberin Devamı

Hiç “Zor bir hayatımız olur, istersen git, kendi hayatını yaşa” gibi bir şey dediniz mi?

Demedim. Sevgisine o kadar inandım ki... O da hiç öyle bir şey hissetirmedi. “Oh ne güzel, artık bana muhtaçsın, eskiden hiç evde durmuyordun, artık her yere beni de götürmek zorundasın” diye şakalar yaptı hatta. İlerleyen zamanlarda şunu sordum ama; “Pişman değil misin? Hayatından memnun musun? Yürüyebilen bir karın olsun ister miydin? Artık kayak yapamıyoruz,
bu seni üzüyor mu?” O ise “Hayatıma renk katıyorsun” diyor. Onun daha sakin bir hayatı var, yesin, içsin, kitap okusun... Meslek okulunda öğretmendi. Kazadan sonra erken emekliye ayrılma hakkını kullandı. Benimle resepsiyonlara, davetlere gelir. Hayatımı çok sevdi. Arkadaşlarımı çok sevdi...

“Misafire kaç dilim ekmek yiyeceksin diye soruyor, deliriyorum!”

Bu sizin ikinci evliliğiniz. Ron’la nasıl tanıştınız?

22 yaşında, Hollanda’da yaşayan bir Türk ile evlendim. O zamanlar sevgili olmak, gezmek, tozmak gibi şeyler olmazdı. Ben de evlendim. Evlendikten sonra okula, çalışmaya devam ettim. İki çocuğumuz oldu.
12 yıl evlilikten sonra boşandık. Sonra Ron’la evlendim. Onun da kendi evliliğinden iki çocuğu var. Tanışmamıza kızlarımızın arkadaşlığı vesile oldu zaten.

Haberin Devamı

Kültür farkı hissediliyor muydu evliliğinizde?

Hissedilmez mi? Köşe yazılarımda, kabarelerimde de anlatıyorum. Mesela ekmekleri dondurur, yiyeceğimiz kadarını çıkarıp ısıtırız yemeklerden önce. Ron bir misafir geldiğinde de önden “Kaç dilim ekmek yiyeceksin?”
diye sorar. Deli olurum, misafire sorulur mu hiç! O da hiç anlayamaz neden kızdığımı.

“Hollanda’nın Oprah’sı olabilirsin diyorlar”

Bundan sonra neler yapacaksınız?

Biraz dinleneceğim, çok yoruldum. Omuzlarım ağrıyor, iyice genişlediler zaten. 10 gün içinde karavanla geze geze döneceğiz. Türkiye’de oyunculuk yapmayı çok istiyorum. Beyaz’ın şovuna davet edilmeyi ümit ediyorum. Bana “Hollanda’nın Oprah Winfrey’i olabilirsin” diyorlar, belki öyle bir talk show’um olur, hatta belki Türkiye’de böyle bir şovum olur kim bilir...

“Öğretmenlerim babama ‘Bu kız çok yetenekli, dikkate alın’ derdi”

Çocukluğunuza dair ilk hatırladığınız şey ne?

Portakal, limon ve turunç ağaçları... 1969’da Adana’da doğdum ben. Annem, babam, ikizim... Sonra iki kardeşimiz oldu, Hollanda’ya gidince bir ikiz kardeşler daha...

Babanız çalışmak için Hollanda’ya gidiyor...

Ölmeden bir kez olsun yurt dışına çıkmak gibi bir hayali varmış. Hollanda’ya gitme hakkı kazanınca annem çok üzülüyor. Babam “Bir yıl gidip geleceğim” deyip gidiyor ama dört yıl sürüyor. Sonra annemin çok karşı çıkmasına rağmen bir şekilde hep birlikte gitmeye karar verildi. Yedi-sekiz yaşlarındaydım...

“Ağaçlarımızı özler, su borularına tırmanırdık”

Nasıldı Hollanda’da günleriniz?

Babam “Derhal Hollandacayı, bisiklete binmeyi ve yüzmeyi öğreneceksiniz” dedi bize. İlk önce her şey çok iyi gitti ama üç aydan sonra işin rengi değişmeye başladı. Ağaçlarımızı özledik. Apartmanın
su borularına tırmanır, apartman görevlisini kızdırırdık. Türkiye’yi
çok özlüyorduk.

Nasıl bir eğitim aldınız?

5 yaşından beri oyuncu olmak istiyordum. Hikayeler uydurur, onları oynardım. Tarzan’ın Jane’i olmayı çok severdim. Öğretmenlerim babama “Bu kız
çok yetenekli, bunu mutlaka dikkate alın” derdi.

Babanız ister miydi oyuncu olmanızı?

İstemezdi ama çok kurnaz davrandı. “Bak Cüneyt Arkın önce doktor olmuş, ondan sonra ünlü olmuş. Sen de önce başka bir meslek edin” dedi. Ben de onu dinledim, fizyoterapi okumaya başladım. Ama o arada keşfedildim; hem tiyatro yapmaya hem de bir dizide oynamaya başladım. Bu tempo
ağır geldi, okulu bıraktım. Sonra öğretmen akademisini bitirdim,
bir de tercümanlık eğitimi aldım.

Ne zaman tanınmaya başladınız?

Çok popüler bir hastane dizisinde, hemşire rolündeydim. Sonra çeşitli filmlerde oynadım, ödüller aldım. Bir filmde Erol Taş’la baba-kızı oynadık, rüya gibiydi! Bu rolle Türkiye’nin kapıları bana açılacak sandım ama öyle olmadı. Hollanda’da oyunculuk ve sunuculuk yapmaya devam ettim. 1999’da köşe yazarlığına başladım. Radyo programları, talk show’lar...