Pazar ‘Günde iki paket sigara içen gurme olamaz’

‘Günde iki paket sigara içen gurme olamaz’

16.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Günde iki paket sigara içen gurme olamaz’

‘Günde iki paket sigara    içen gurme olamaz’





Figen Batur’a baktığımda 20’nci yüzyılın başında, Berlin, Moskova ya da Paris’teki "salonu olan kadınları" düşünürüm. Entelektüelleri, sanatçıları, yazarları, isyancıları konuk ettiği evinin salonunda etekleri salınarak, parmakları arasında sigarası dolaşan güzel, zeki, seçkin ama bir o kadar da yüzü sokağa dönük kadın kahramanları. Henry James’in romanlarını hatırlarım mesela. Evet, 70’lerden itibaren Ömer Madra’dan Ertuğrul Özkök’e birçok entelektüel Figen Batur’un meclisinden geçti.
Soyadını uzun yıllar evli kaldığı Enis Batur’dan alan Figen Batur kendini en çok edebiyat çevrelerinde evinde hissetse de bir kitap yazmak, bir sanat yapıtı üretmek yerine kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürdü. Ve ekmeğini zevkinden çıkardı. Takı tasarımı, antikacılık, galericilik, dekoratörlük, sanat yönetmenliği yaptı. Batur şimdi de Hürriyet gazetesinde farklı bir "mekan ve insan" sayfası hazırlıyor. Figen Batur’la, Yeniköy’de bir yalıda, yıllar içinde kıra döke ama zevkle biriktirdiği eşyalarla döşenmiş salonunda konuştuk.

Figen Batur için yıllardır yapılan ilk tanım "zevkli kadınödır. İnsan nasıl zevkli olur?
Biliyorsam namerdim. Eğer tırnak içerisinde "Zevkli misiniz?" diye sorarsanız, zevkli olduğum söylenir. Zevk sanırım aileden geçen bir şey. İnsanın içine doğduğu ortamla ilgili.

Peki zevkle, zevkiniz sayesinde para kazanabileceğinizi ne zaman fark ettiniz?
Zevk sadece giyinirken, kuşanırken, bir şey alırken, antikacı gezerken kullandığım kendime ait bir şeydi önceleri. Mesela kendim için takı yapıyordum. Sonra bu benim işlerimden biri oldu. Fransa’ya sattım ilk önce çünkü Fransa’da dolaşırken kulağımdaki küpeleri insanlar beğendiler. Sonra da Türkiye’ye sattım. Ve bu takı işi bana zevkimi kullanarak para kazanabileceğimi gösterdi.

"Nükhet rüküştür, yapacak bir şey yok"
O dönemde bir de "siyah ve gümüş" diye bir konsept oluşturup bunu giyime, kuşama, mekanlara uyguladınız. Neden siyah ve gümüş?
Siyah ve gümüş birbirine çok yakışıyor çünkü. Hem karşıtlar hem de birbirlerini tamamlıyorlar. Siyah-beyaz öyle değildir mesela. Bir karşıtlığı anlatır onlar. Ama ben o sırada ev eşyaları tasarımı da yaptım. Her yıl bir konsept seçerek. Bir yıl sadece Edirnekapı’da at arabası boyayan ustalara sandık boyattım. Sonraki yıl için başka bir zanaat seçtim. Paramı kazanmak, zevkimi paraya tahvil etmek için her şeyi yaptım yani. Yani yaptığım işlerin adı değişiyor; takı oluyor, eşya oluyor, galericilik oluyor, dekorasyon oluyordu, sanat yönetmenliği, image-maker’lık oluyordu ama hep aynıydı.

Peki, böyle bir dünyada insanın hayatını estetik üzerine kurması, bir yandan da sokağa çıktığında duvarlara çarpmasına neden olmuyor mu? Ya da kendisine yalıtılmış, sokaktan uzak bir dünya kurmasına?
Hayır, benim için estetik böyle eski Rus broşları gibi taşınan bir şey değil. Bir işçinin evindeki bir radyonun üzerindeki bir plastik çiçekte bile öyle bir estetik, öyle bir güzellik duyumu bulurum ki ben.

Nükhet Duru’nun sürekli rüküşlüğünden söz edilir. Siz tam da bu "siyah ve gümüş" döneminde onu şıklaştırdınız. Neden Nükhet Duru? Ve Nükhet hanım sonra neden yine eskiye döndü?
Kendisi teklif etti onu giydirmemi. Biliyorsunuz, Nükhet rüküştür, buna karşı bir şey yapmak mümkün değil, kendisi de söylüyor bunu. Ama ben kurtardım onu rüküşlükten, o dönem resimlerine bakabilirsiniz. Arkaya taranmış saçları, Grek burnu, göğüs dekoltesi harikadır, o yüzden düz elbiseler giydirdim ilk çıktığı zamanki gibi. Ama Nükhet kokettir, dantel, fırfır sever. Ben sevmem. Ortaklık bozuldu.

"Antika hastalığımı kontrol altına aldım"
Peki, bir insanın hayatında daha fazla şıklığa, güzelliğe yer açması nasıl mümkün olur?
Bir kere önce güzelden çok özel olacak. Kendisi seçecek. Sonra küçük küçük sokacak hayatına şıklığı. Mektup yazmayı seviyorsa, güzel bir kağıda yazacak. Saçını taramaktan mutlu oluyorsa, güzel bir tarakla tarayacak saçlarını. Kalem seviyorsa kalemleri güzel olacak. Estetik hayatı sarmaladığı zaman güzeldir.

Antika merakı nasıl bir duygudur?
Bittim, bittim ben bu antika işinde. Oyuldum. Antika merakı şuraya kadar (boynunu gösteriyor) tozun içinde insanın kendisinden geçmiş bir biçimde mal peşinde koşmasıdır. Ve bir malı bulur, sanki dünya onun olur, dünya para verir, getirir, karşısına koyar, bakar, onunla yaşamaya başlar, ertesi gün bir telefon gelir, tekrar hangır hangır antikacıya koşar. Ben bu hastalığı kontrol altına aldım çünkü koleksiyoncu olmadım. Ben aldım, sattım. Satmayı becerdim. Yani evimden eşya geçti ama hiçbir şey üstüme yığılıp kalmadı.

"Erkek zeki kadın istemez’ tezi yanlış"
Uzun yıllar Enis Batur’la evli kaldıktan sonra bile hâlâ bir kitap yazma isteği olmadı mı sizde?
Olmadı. Bu bir özgüven eksikliğinden kaynaklanmış olabilir. Ya da zaten ben hayatımı öyle bir elimin içine alırım ki, o da uzaktan bakıldığında hoş bir şey olur. Bir sanat yapıtı, bir kitap gibi. "Evet, bir kitap yazmak önemlidir ama böyle yaşamak da önemlidir" gibi bir şey de olabilir bilinçaltımda.

Foucault’nun dediği gibi, "insanın hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesi" yani?
Yaşama sanatı yani.

Hürriyet’te yazdığınız mekan ve insan yazıları tarz olarak nasıl oluştu, kimin fikriydi?
İlk başta yemekleri de yazıyor, eleştiriyordum. Ama sonra attım yemeği. Ben iyi yemek yapıyorum diye bu teklif yapıldı bana. Tamam, iyi yemek yemeyi de seviyorum ama günde iki paket sigara içen insan gurme olamaz. Yemeği tadacak gurme, sonra da "Evet, arkada da adaçayı tadı alınıyor" diyecek. Ben nasıl tadayım? Benim ağzımdaki tek tat nikotin.

Güzel olduğunuzun farkında mısınız, insanlar size bunu fark ettiriyor mu?
Eğer güzel olduğumu düşünüyorsa beni tanıyanlar çok teşekkür ederim. Ama benimki öyle steril bir güzellik değil. Sürekli kendime bakayım, yediğime, içtiğime dikkat edeyim değil. Benim için yaşamak çok önemli. Keyfince yaşamak. Yüzüm kırışırsa kırışsın, yeter ki gözümün içi iyi baksın.

Figen, erkekler sahiden hem zeki hem güzel kadını sevmez mi?
Erkek her şeyi ister. Hem zeki kadın ister, hem güzel kadın ister, hem iyi anne ister, hem iyi metres ister. "Erkek zeki kadın beğenmez" tezi doğru değil. Erkek hepsini istiyor. Erkeğin tek dramı şu: Dönüp kendine bakmıyor. "İstiyorum da, peki ben ne veriyorum?" demiyor.

Ankara’da açtığınız galeri dönemin muhalefetinin buluşma mekanlarındandı, değil mi?
Enis’le beraber olmamın da etkisiyle galerim Ankara’nın bütün yazarlarının, çizerlerinin, akademisyenlerinin, münafıklarının, zındıklarının, muhaliflerinin ve hatta iktidar yanlılarının, genç politikacılarının her gün uğradığı bir yer oldu.

Siz de "salonu olan kadın" oldunuz yani.
Aslında işin başında biraz gölgedeydim. Ama sonraki yıllarda "salonu olan kadın" oldum. Evim her zaman açık bir ev oldu. Şu yemek masasının başında ağlayanlar, bağıranlar oldu. Dergi çıkarmaya karar verenler, radyo kuranlar.

İlk çıkarılan dergi de Ankara’nın efsane edebiyat dergisi Yazı’ydı, değil mi? Ertuğrul Özkök, Enis Batur, Oğuz Demiralp gibi isimlerin çıkardığı.
Esas Enis’in çocuğudur Yazı ama Enis’in çocuğuysa, benim de üvey çocuğum sayılmaz yani. Yazı dergisi oğlumuz Sarp’a gelen altınlar bozdurulup çıkartıldıydı.

Ertuğrul Özkök’ün sol muhalif dönemini de biliyorsunuz, şu anda iktidardaki halini de. Geçirdiği değişimi siz nasıl algılıyorsunuz? İdeolojik bir kopma mı söz konusu; yoksa siz süren bir damar, bir çizgi buluyor musunuz Özkök portresinde?
Bir sürü tanıdığı bir ideolojik kopma olduğunu düşünüyor. Ben düşünmüyorum. Ben Ertuğrul’un hayatında şöyle bir şey görüyorum: Çok gençken, Fransa’dan yeni gelmiş, üniversitede ders verirken yaptığı işler, yazdığı yazılar, yaşama biçimi tabii ki farklıydı. Şu andaki durumu elbette farklı. Ama ben insan olarak Ertuğrul’a baktığımda kırılma, değişme görmüyorum. O zaman da kendiyle alay ederdi, şimdi de kendiyle alay edebilen, kendini ciddiye almayabilen bir adam. O zaman da karşısındakileri dinlerdi, bugün de karşısındakileri dinleyen bir adam. O zaman da komikti, şimdi de komik bir adam. Ve elbette demokrat bir insan. Ama onun iş olarak yaptığı şeyler kimi insanların hiç hoşuna gitmeyebiliyor ve onda büyük kopmalar, kırılmalar görüyorlar.