Pazar “Hayatı lunapark gibi yaşıyorum”

“Hayatı lunapark gibi yaşıyorum”

11.11.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Yalan Dünya”ya Eylem rolüyle katılan Gonca Vuslateri: “Hep çok eğleniyorum. Lunaparktaki gibi o en tepedeki heyecanı, düşme korkusunu neşeli bir çığlığa dönüştürme potansiyelim var”

“Hayatı lunapark gibi yaşıyorum”

Yalan Dünya”ya bu sezon bir karakter katıldı, daha göründüğü an ilgi odağı haline geldi. Sayısız dövmesi, piercing’leri, olanca aksiliği
ve hazırcevaplığıyla Orçun’un sevgilisi Eylem... Bu huysuz kızı oynayan Gonca Vuslateri’yi muhtelif dizilerde izledik. “Küçük Sırlar”ın kötü kızıydı misal, en son “İbreti Ailem”de oynuyordu ama şunu şimdiden söylemek mümkün ki Eylem bir fenomen olacak. 27 yaşındaki Gonca Vuslateri de en az Eylem kadar ilginç bir karakter. Uçuk kaçık bir genç kız diye bakıyordum hep, bir konuşmaya başladık, bir yanı Woodstock’a, bir yanı alaturka müziğe tutkun, şiir yazan, çok okuyan, en çok “Taranta Babu”yu seven bir genç kadın çıktı karşıma. Yaşama karşı müthiş bir iştahı var, bütün renkleri denemek, bütün müzikleri dinlemek, bütün ülkelere gitmek istiyor. Ve kalabalık, çalgılı çengili bir aileye sahip olmak... Gerisini kendisinden dinleyelim iyisi mi...

Haberin Devamı

Nasıl oldu “Yalan Dünya” ya katılman, Eylem’in doğuşu?

Gülse, Orçun için böyle gotik bir sevgili istiyormuş. Beni dizinin yönetmeni Jale Atabek aradı, “Seni düşündük” dedi. Ben de çok sevindim çünkü “Yalan Dünya” ortamındaki hemen hemen herkes arkadaşım ve çok huzurlu bir set olduğunu biliyorum, oyuncuların çok rahat koşullarda çalıştığını da biliyorum. Hemen akabinde Gülse’yle konuştuk, birkaç prova yaptık. Oyunculuk biçimi olarak benim için çok öğretici oluyor çünkü ilk kez böyle bir şey oynuyorum. Fiziksel açıdan durgun, tamamen iç enerjisiyle oynayan halimi çok sevdim. Biraz piercing zorladı çünkü özel bir şey yaptırıldı dilim için, onu takıp çıkarıyorum, ilk beş dakikada bir öğürtü de geliyor, ağzımda devamlı bir şeyle oynuyorum, ya diyorum nasıl takabiliyorlar bunu...

Haberin Devamı

Dövmeler peki? Kendi dövmen var mı?

Sırtımda küçük bir papatya var ama bu kızın ilk konuştuğumuz yönlerinden biriydi: Çok fazla piercing’i var, dövmesi var. Böyle yapıştır-çıkar takılıyorum. Ama birkaç gün set arka arkaya olduğu zaman üstümde kalıyor dövmeler, şöyle şeylere tanık oluyorum o zaman İstiklal’de yürürken filan: “Ay kıza bak, ne kadar tuhaf.”

Eylem’in neden bu kadar nemrut bir tip olduğunu biliyor muyuz?

Bilmiyoruz. Her türlü sebebi olabilir. Gençlikte böyle çok saf bir yerden gelen bir anarşizm oluyor. Kendini ifade edememe, etmeyi çok isteme ama hep kendisine “Neyin var?” diye sorulması beklentisi içinde dolaşma... İlk bölümde “Dilimdeki piercing’le dalga mı geçiyorsun? Ben bunu kendimi ifade etmek için takıyorum” diyor. İyice konuşamıyor onu takınca ama o önemli değil, yeterince ifade ediyor onu piercing.

“Hayatta ne istediğimi not ettiğim bir defterim var”

Çok hazır cevap bir tip, bayılıyor insanlar...


Ben de bayılıyorum. “Yalan Dünya”ya çok gülüyorum zaten, karikatür dergisi gibi okuyorum senaryoları.

İlk bölümden sonra nasıl tepkiler aldın?

Hiç kötü tepki almadım. Hiç, ama. İlk gece Twitter’ı filan açamadım... O kadar heyecanlıyım ki annemleri de hazırlamaya çalıştım, “Anne bak, çok komik değilim” filan diye.

Haberin Devamı

Her projeden önce böyle bir güvensizlik oluyor mu?

Oluyor ya. Oynarken inanılmaz mutluyum.
Ama bazen yaptığım şeyin içinde kaybolabiliyorum. İzledikten sonra “Orada çok güzel bir detay vardı, kaçırdım, aman canım neyse” yapamıyorum. Çünkü o an bir daha gelmeyecek ki... Biraz abartıyorum bu konuyu, fazla kızıyorum kendime ama ben böyle çalışıyorum. Çünkü çok kalemlerin, kağıtların havada uçuştuğu, şöyle olsun bu karakter, gözlük taksın,
etek giysin diye defalarca yapmıyorum. Bir şey hissediyorum ve hemen ilk hissettiğim şeye çok inanıyorum. Bir dur, düşün, değil mi, belki bir şeyler daha var. Hayır, her şeyi zamanla ve yaşayarak öğreniyorum. Hayattaki gibi.

Hayatta da ani karar verip hareket eden bir insan mısın?

Ani karar veririm, çabuk yargılarım kendimi. “Benim yüzümden oldu” durumunu çok yaşarım. “Etrafımdaki herkes yanlış insan olabilir ama onların olmasını ben seçtim” derim. Bir şeyler yolunda gidiyorsa, olumlu anlamda “Bu benim seçimim” derim ve bundan dolayı başım ağrırsa, ağlarken yine dönerim ve derim ki: “Bu benim seçimimdi”.

Haberin Devamı

Başkalarını suçlamıyorsun yani?

Suçlamıyorum. Ama iyilikten kaynaklı değil, öyle çalışan bir motorum yok. Bunun olumsuz tarafları da oluyor tabii, bazen fazla depresif oluyorum ama, lunaparkta gibi yaşıyorum hayatta da ilişkilerimi, oynadığım karakterleri. Hep çok eğleniyorum, o en tepesine geldiğin andaki adrenalini, o düşme korkusunu neşeli bir çığlığa dönüştürme potansiyelim var devamlı.

Bir taraftan şiir yazıyorsun, hatta bir gecede aniden yazmaya başlamışsın, ne zaman oldu o?

Evet konservatuvarda nefret ediyordum, bir tane şiiri okumak için bir senemi harcadım okulda. Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri”, Şebnem Sönmez’in dersinde ödevimdi. Herkes atladı, ben o şiirde kaldım. Mezun olduktan sonra bir gece “Parfümün Dansı” kitabını yeni bitirmiştim, biraz da depresif bir zamanımdı, müzik dinlerken kalktım şiir yazdım. Sonra da çok beğendim yazdığım şeyi. Bana bir şeyler olduğunda şiirler de yazmaya başladım. Zaten günlük tutuyorum, hayatta ne istediğimi yazdığım ayrı bir defter var, bir de ne istemediğimi yazdığım defter var. Ben insanın insanı merak etme güdüsünü çok seviyorum. Bazen tarihten birini o kadar merak ediyorum ki bütün günümü sahafta harcayabilirim, tek bir resmini bulmak için, bir tek benim gördüğüm bir şeyle karşılaşmak için... O yüzden de fazla bir şey bırakasım var çoluğuma çocuğuma. Yazma nedenim biraz bu.

Haberin Devamı

Bastırmayı düşünüyor musun yazdıklarını?

Neden olmasın ki? Çünkü ben her şeyi kaybeden bir kızım. Bir şeyi böyle aşkla alıyorum; saat, ayakkabı, resim, yazı, bir şekilde kaybediyorum. O yüzden bir kitap olarak çıkarsa bende kaybolsa bile kitapçıda bulunur.

Savruk biri misin, neden kayboluyor?

Savruk değilim, fazla arşivciyim. Her şey duruyor, ilk aşkımın hediye ettiği çikolata ambalajı bile. O niye duruyor, tamam yedin, bitti artık.

Günlük ne zamandır tutuyorsun?

İlkokuldan beri. Annem senelerce bana Atatürk ajandaları getirirdi, o yüzden lise 1’e kadar günlüğümün adı Atatürk’tü. “Sevgili Atatürk” diye yazardım. Sonra değişti tabii isimler ergenlikle birlikte. Her defterin bir ismi olur.

Nasıl bir ailedeydi sizinki?

Çok sesli, çok neşeli, çok okuyan... Baba astsubay, anne ev hanımı. Zor bir çocuktum ben, tabii ki çok uğraştılar. Çok büyümeye hevesli, onların okuduğu kitapları okuyarak, ne anladıysam sadece anladığım kadarını konuşarak vakit geçirmeyi çok seviyordum.

Güzellikle derdin var mıydı?

Yoktu, çünkü hep “Ya bu kızın ne kadar güzel bir enerjisi var” diye sevilirdim. O bende yer etmiş olacak ki “Herhalde bu iş bende enerjiyle oluyor” dedim. Zaten bir kere kaş almaya giriştim, sonra da eğer bir güzellik varsa karşıdan gelsin, ben kendime bir şey yapmayayım dedim, mahvettim suratımı çünkü. Şunu da söylemeliyim ama: Konservatuvarda çok iş görüşmesi yaptığım ve dişlerim ayrık olduğu için alamadığım olmuştur. Sonradan birleştirdim, o da sağlık probleminden ötürü. Hayatım seçmelerle geçti. Ne zaman ki Dot’a girdim, özgüvenim yerine geldi.

Dot’ta “Punk Rock”ta oynadın, öncesi var mı?

“Vur Yağmala Yeniden” var. Şimdi bu yıl Craft’la bir oyun yapıyoruz. Rıza Kocaoğlu yönetiyor, iki kişilik. Kemal Hamamcıoğlu yazmış, Erkan Köstendil’le birlikte oynuyoruz. Bir kabinde geçiyor, fazla detay vermeyeyim, askerden gelmiş bir çocukla sevdiği birinin düğününden çıkmış gelmiş bir kadının tanışması ve olayların gelişmesi...

“Göksel’in ‘Yalnız Kuş’u gibi geziyorum bu sene”

Giyimle kuşamla aran nasıl? Bugün çok şıksın...

Bugün sizin için böyle giyindim, bu üstümdekileri biraz önce aldım. Ama bir sevdim kendimi böyle, kısa siyah saçlar filan... Bu sene Göksel’in “Yalnız Kuş”u gibi geziyorum biraz, bu görünüm de hoşuma gidiyor. Alışveriş tutkunluğum hiç yoktur. Birinin evine giderim, “Aa bu ne güzel kıyafetmiş” derim ve kendimi yerden yere atabilirim onu bana versin diye.

Saçın sürekli değişiyor...

Ben çok seviyorum değişik değişik saç yapmayı. İlerleyen zamanlarda bir rol olsa, keşke platin de gezsem. Yeşil, sarı, mavi, mor, denemek istiyorum hepsini.

Rock geceleri de yapıyor, türkü de söylüyor

Cihangir’de çok vakit geçiriyor musun?

Aslında çok vakit geçirmezdim, ta ki arkadaşım Toprak Göktay, Aliye’yi açana kadar. Şimdi buraya geliyorum. Onun dışında Asmalı’yı çok seviyorum. Orada da Toprak’ın mekanı var, Nar Pera, bir de Off Pera’ya gidiyorum tabii ki. Orada bir dönem senin DJ’liğinde geçmiştir. Bazı anılarımı “Asu’nun çaldığı gece” başlığı altında anlatmaktan keyif alıyorum.
Az ağlatmadın bizi çaldığın şarkılarla.

Sen de DJ’lik yapıyorsun şimdi...

Nar Pera’da her güne özel bir program yapılıyor, ben de en az haftada üç kez gidiyorum, bazen de setup’ın başına geçiyordum. Sonra Toprak “Böyle bir şey yap, zaten hayatının her anında müzik dinleyen bir kadınsın” dedi. Bu da benim için başka bir oyun alanı gibi oluyor, 15’te bir perşembeleri Nar Pera’da böyle bir gece yapıyorum.

“Elektro gitar aldım, derslere başladım”

Neler çalıyorsun?

68 kuşağı özentisi olduğum için ben, rock’n’roll gecesi oluyor. İlk geceyi Patti Smith’e adadık, ben çok hayranım kendisine. Hatta geçenlerde bir delilik yapıp kendisine bir Türk kahvesi, fincan, cezve ve mektup yolladım. Ama ben her türlü müziği çok seviyorum, bir sürü bağlamacı arkadaşım var, onlarla yaptığım gecelerden de müthiş keyif alıyorum, bir araya geliyoruz, çalıyoruz, ben de söylüyorum.

Enstrüman çalıyor musun?

Elektro gitar aldım, yeni derslere başladım. Enstrüman çalmak, şarkı söylemeyi sevdiğim için biraz evde oyalanmamı sağlayan, biraz da parmaklarımı yeme huyumdan beni uzaklaştıran bir şey. O kadar da çırpındılar konservatuvarda bir enstrüman çalın diye. Ama 17 yaşında bunu idrak edemiyorsun. Şimdi her şeyin, yemeğin bile en iyisini yapma derdindeyim.

Yapabiliyor musun peki?

Çok güzel yemek yaparım. Ama keşke başka mutfaklar bilebilsem, o mutfakları konuşabilsem insanlarla, havamdan geçilmezdi. Şimdi karnıyarık filan yapıyorum. “Bunu aslında şöyle yapmalısın” diyen olunca, hiç yeri de olmasa kalem kağıdı çıkarıp not alabilirim. Bir evde mimari olarak en önemli yer mutfak benim için.
Mutfağım güzel olmalı.

“Mehmet hâlâ benim canımdır”

Aşkı nasıl yaşıyorsun? Hep aynı coşkulu halle mi?

Aynı coşkulu halle. Bir dönem uzun ilişkim oluyor, sonra bitiyor ve bir süre aşk olmuyor hayatımda, böyle her şeyi aşkla ifade etme dönemi başlıyor. Bu arada da büyüyorsun, yeni şeyler katıyorsun, o yeni şeyleri paylaşmaya kalktığında senin gibi biriyle karşılaşıyorsun ve birbirinize âşık oluyorsunuz. Şu anda hormonal olarak da şunu yaşıyorum: Bütün arkadaşlarım doğurdu, kıskançlığımdan geçilmiyor. Bu yıl iki tane arkadaşımın bebeği oldu ve ikisinin de annelerinden sonra ikinci dokundukları el benim elim, bu muhteşem bir duygu. Sevmek de işte bu kadar naif bir yerden olsa gerek diye düşünüyorum. Tabii ki de aşk çok güzel yaşanmalı, delirmeli, bağırmalı, bol bol dans etmeli aşık olunca, bol bol müzik dinlenmeli, şiir okunmalı bağıra bağıra. Allaha şükür ki hiç sükut içinde ve donuk bir ilişki yaşamadım. Ve hepsi de canımın bir parçası çünkü annemle babamda, boşanmış olmalarına rağmen sevmeyi öyle gördüm ve öyle seviyorum, öyle de sevildiğime inanıyorum.

Biz senin Mehmet Turgut’la ilişkine şahit olduk biraz, sosyal medya üzerinden. Öyle olmasaydı keşke gibi bir düşüncen var mı?

Hiç yok. Hâlâ da benim canımdır kendisi. Elimin bir yarısını paylaştığım hiçbir insana bunun tersini göstermem, bence bütün gerçek aşklar da öyledir. Çok sevdiğim bir insan hala, insan olarak değişmez ki. Biraz bazen yalnız öleceğim duygusuna giriyorum, o yüzden bence eski sevgililerle iyi geçirmekte ve onların düğünlerine gitmekte fayda var. Ben giderim, hiç de kıskanmam. Sevdiklerimin sevdiği her şeyi severim.