Pazar Hayatın doğaçlamaya bandığı topluluk

Hayatın doğaçlamaya bandığı topluluk

09.12.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kilim deseni gibi ekli, yamalı bohça kadar alakasız ifadelerin aralarındaki titreşimden doğan bir etkiyi taşıyan 14 parçanın oluşturduğu tutarlı bir bütünlük var Ayyuka albümünde

Hayatın doğaçlamaya bandığı topluluk

MÜZİK Biraz karanlık, biraz kara mizah; biraz şaşkınlık, biraz yanılsama... Kahramanlar biçare; ekonomileri yok, politikaları yok... Her daim mustarip... Kimisi zavallı bir toprak kurdu, beriki tek kanatlı sinek... Çoğunlukla da aşksız...İstanbul'un yeraltı kültürü tarafından altı yıldan beri iyi bilinen, cemaat sempatisinin aktif taşıyıcılarından Ayyuka'nın kendi adlarını taşıyan ilk albümünün içinde olup bitiyor tüm yukarıdaki tuhaf hadiseler. Gitar ve vokalde Özgür Yılmaz, gitarda Ahmet Kul, basta Altan Sabuktekin ve davulda Alican Tezer'in hayallerinden vücuda gelen topluluğun bu ilk albümündeki şarkılar, aslında başta Peyote olmak üzere şehrin biraları öğrencilerce tüketilen tüm kült mekanlarında ve internet ortamında altı yıldan beri kulaklarımızdan içeri tınlıyordu. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine diye bitmese de, masal masal matitas virajları neredeyse her satırda alınıyor Ayyuka'nın masallarında. Şarkı okuyuşlarındaki "Açık E" aksanı kökleri konusunda deşifre ediyordu onları. Üçü Samsunlu, biri Eskişehirli ahbap çavuşların yolu Eskişehir'de öğrenci kantininde kesişmiş, adına Ayyuka dedikleri toplulukla sonuçlanmıştı. Önce varmak istedikleri bir müzikal hedef, çalmak istedikleri türe dair bir şekil şemal yoktu. Yedi-sekiz saate varan doyumsuz doğaçlamalarla yol alıyor; hal böyle olunca süreç kendi kendini kendiliğinden şekillendiriyordu. Topluluktan hiç kimse müzik eğitimi almamıştı. İçlerinden geldiği gibi çalarak ilerlemek istedikleri için bunu özellikle benimsemişlerdi. O nedenle kuralsız bir topluluktu Ayyuka. Bu kuralsızlık içinde oluşan doğaçlama ise bir amaç değil, kendileri gibi çalmak amacında bir yoldu. Sözlüye kalktıklarında okuduğundan anladığını, anladığından aklında kalanı anlatan çalışkan öğrenciye benziyorlardı. Besteleri notalara dökülmüş değildi Ayyuka'nın. Yazılı olmayan metinler çalıyorlar, bu nedenle bir çaldıkları bir çaldığına benzemiyor, her defasında başka haller çıkıyordu. Çoğuna demo kayıtlarından, internetten ya da sahne performansından şahit olduğumuz ilk albümdeki parçalarda da bunu kuvvetle gözlüyoruz. Açık E aksanlı rock Kilim deseni gibi ekli, yamalı bohça kadar alakasız ifadelerin aralarındaki titreşimden doğan bir etkiyi taşıyan 14 parçanın oluşturduğu tutarlı bir bütünlük var Ayyuka albümünde. Açılıştaki "Toz Bulutu", Tom Sawyer ve Huckleberry Finn'den esinlenerek İngilizce yazılmış. Sonradan Türkçeye uyarlanmış. Karambol ve kakafoninin özgün bir estetiğe dönüştürüldüğü sözsüz "Hamam Sefası", "Azgın Çengi", "Çifte Yarası" ve "Çaça", Shadows döneminin elektrik gitar arpejlerinden Savoy Brown blues'una, düğün salonlarında yankılanan türden arabeske oyun havasına uzanan köprüler kuruyor. Orhan Gencebay'dan yorumlanan "Ümitsiz Aşk", Ayyuka'nın ne çalarsa çalsın kendine benzettiğinin ispatı. Hicranlı "Hayat Derde Bandı Beni", hicivli "Aksi", birbirlerine ilmiklenmiş kopuk enstantanelerle anlatılan ürkünç sembolizm yüklü olaylar dizisi "Sapasağlam", şizofrenik kısa cümle parçacıkları ve Kafka'vari ifadelerle yüklü "Havada Bir Hinlik Var" ve derviş gönlüyle yazılmış "Dünya Hali"; hepsi grotesk bir dünyanın kapılarını açıyor bize. "Susuz çölde balık, deniz dibinde deve" olan Türk rock müziği talihsizliğini az buçuk kıracak bir şans olabilir mi Ayyuka? Karar sizin! Çölde balık, denizde deve Zaman ne hızlı akıyor. Daha dün gibi. Depeche Mode'un parlak siması Dave Gahan'ın ego tedavisi mahiyetindeki solo albümü "Paper Monster" çıkalı dört yıl olmuş bile. Hatta araya çok başarılı bir Depeche Mode albümü sıkıştırmışlardı. İşte Gahan şimdi bayrağı tam da Depeche Mode'un "Playing The Angel" albümünde zirveye diktiği yerden alıyor, kaldığı yerden koşuyor yeni solo albümü "Hourglass" ile. Minimal vuruşlar, sample tekniğine dayalı ekonomik melodiler ve soğuk tavırlı şarkılar; albümün anatomisini oluşturuyor. Şarkı çizgisi olarak Radiohead'in "Creep"ini anımsatan kapanıştaki "Down", çalışmanın tepe noktası. Gahan'ın salt bir Martin Gore kuklası olmadığının, işinin başında bir lider olduğunun kanıtı "Hourglass". Kukla değil lider Köklerini arama uğruna defalarca Batı Afrika'ya seyahat etmişti güçlü caz şarkıcısı Dee Dee Bridgewater. Bu kez son albümü "Red Earth"te Mali geleneksel müziğine el attı. Orada toprağın rengi tıpkı doğduğu yer Tennessee'deki gibi kırmızıydı. O nedenle "Red Earth" koydu albümün adını. Müzikal kök kaygısı cazı ve blues'u eşelemeye yöneltti onu. Piyanist Edsel Gomez ve basçı Ira Coleman dışında, Mali'de karşısına çıkan çok yetenekli üçlüyle Oumou Sangare, Toumani Diabate, Bassekou Kouyate ile kaydetti parçalarını. Standart caz kalıpları üzerine geleneksel Mali melodileri yerleştirdi. Köklerin Amerika'da olmadığını ve gelişimin geleneklerden kopmadan yapılan deneylerden geçtiğini çok iyi biliyor Bridgewater. Bu onun cazını eşsiz kılıyor. Eve yolculuk Sürpriz konusunda bugüne kadar elimizi hiç boş çevirmedi PJ Harvey. Sekizinci stüdyo albümü "White Chalk"ta da can yakan cömertliğini esirgemiyor bizden. İlk dinleyişte varlığının kendinde yarattığı ağırlığı dışa vurmaktan vazgeçmiş gibi görünse de, sinsi yıkıcılığından çok şey kaybetmemiş. İnsanların yüzüne haykırmaktan, kafalarına gitarları vurmaktan vazgeçmiş olsa da, siyaha boyanarak geceye yaptığı atıfla karanlığın tehlikesini kullanmaktan geri durmamış. Akustik gitar, uslu bas, sade piyano ve asude vokal bileşiminde sessiz bir çığlık atmış. Sancılı atmosferiyle kasvetli bir albüm çıkarmış. Bu tuhaf bir oda müziği eşliğinde şimdi daha tehlikeli PJ Harvey. Kafalarımıza vurmakta kullandığı çekici bırakmış, böğrümüze deşmek için bıçağı kapmış. Çekiçten bıçağa