Pazar İki asırlık anayasa tecrübemizi kimse hafife almasın

İki asırlık anayasa tecrübemizi kimse hafife almasın

23.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

İki asırlık anayasal tecrübelerimizi küçümsemeye kimsenin hakkı yoktur ama herkesin yolu kendine göredir

İki asırlık anayasa tecrübemizi kimse hafife almasın

Amerikan devriminin ve Fransız ihtilalcilerinin beyanname ve sözleşmeleri çarpıcı anayasal belgelerdir. Hele Amerikan anayasası değişikliklerin ancak eklerine konduğu, orijinaline el sürülmeyen bir belgedir. Fransız anayasası kaç defa değişti; ruhunun aynı kaldığı iddia ediliyor. Öyle mi? Anayasaların toplumu ileriye götüren, öncülük eden belgeler mi, yoksa o toplumun düzeyini yansıtan yapılanmalar mı olması gerekir, bu tartışılır. Sovyetler Birliği anayasası komünizm yolunda ilerleyen bir toplumun, o andaki durumunu ve yapılanmasını yansıtan bir belgeydi. Nitekim siyasi ve idari hayatta politikayı belirleyen yöneticiler, ikide bir "Anayasanın falanca maddesine göre açıktır ki..." üslubuyla değil, "Marksizmin, Leninizmin ilkelerine göre gayet açıktır ki..." üslubuyla konuşurlardı.Cezayir anayasası devletin kuruluşu sırasında gayet kısa bir belgeydi. Buna karşılık 60 yıllık Hindistan'ın halen yürürlükte olan ve titizlikle itaat edilen anayasası ise inanılmaz ayrıntıları içeren kocaman bir kitaptır. Bu muazzam ve renkli kıtayı bir arada tutan, varlığını devam ettiren akide ve prensipler bu anayasaya işlenmiştir. Anayasalar siyasi bir kuruluş olan devletin ana örgütlenmesindeki doktrin ve ilkelerin yansıdığı belgelerdir. Belgelerden söz ettik ama belge halinde ortaya çıkmayan anayasal sistemler de vardır; yeryüzünün en eski ve mükemmel demokrasisi Britanya için anayasa belgesinden söz edemeyiz fakat mükemmel işleyen bir anayasal mekanizma vardır. Bazı bükülmez kural ve kurumlar bir parlamento kararına, hatta hükümdarlık ile meclis arasındaki bir sözleşmeye bile dayanmaz; tarihin akışı içinde oluşan adetler ve karşılıklı kabul edilen davranışlardır. Dünya devletlerinde anayasayı dilinden düşürmediği halde rafta tutanlar vardır. Zaten itaat edilse de, bir anayasadan bekleneni vermeyecek anayasalar da vardır. Bazı anayasalarda seçim mekanizması ile bağdaşmayan kurumlar yer alır. Bunlar bir grubun hakkını sınırladığı gibi, mesela şaşılacak şey, İran İslam Cumhuriyeti'nin anayasasında nüfusu çok az olan Zerdüşdi, Yahudi ve Ermeni cemaatlerine birer veya ikişer mebusla mecliste temsil hakkı verilir. Sovyetler Birliği'nde de her azınlığın gazete, kitap çıkarma hakkı vardı. Bu nedenle Nâzım Hikmet'in şiirlerini 75 adet basmakla övünen azınlıklar vardı; nüfusları o kadardı. Dünyada her anayasa mükemmel ve uygulanıyor demek değildir; bazı anayasaların uygulanabilirliği tartışılırdı. Nitekim yakın geçmişte kardeş Pakistan'ın şeriat ışığında hazırlanan anayasaları çatışma ve anlaşmazlık yaratan denemelerdi; hepsi de askeri darbe ve örfi idare kanunları ile rafa kalktı. Pakistan ve İran örnekleri Oysa daha 19'uncu asırda Ahmet Cevdet Paşa "İslam devletinin anayasası kelamdır" demişti. Bu hükmü hemen bir bağnazlık diye değerlendirmeyelim. 19'uncu yüzyıl dünyasının bazı halde bol gürültülü ama kof anayasa metinlerine bakıp İngiliz parlamentarizmine ve sistemine hayranlıkla bakan bir düşünürün bu taraflar için özlediği anayasal sistemi ifade etmekteydi. Türkiye'de Britanya tipi bir parlamentarizm mümkün olabilir miydi? Cevabı tarih verdi: Hayır... İki asırlık anayasal tecrübelerimizi küçümsemeye kimsenin hakkı yoktur ama herkesin yolu kendine göredir.1839 Tanzimat Fermanı bir anayasal gelişmedir. İmparatorluk tebaasının dinini kamusal hizmetlere ve katılıma yansıtma konusunda eşitlik getiriyordu. Asıl önemlisi vergi meselesinde kanuna dayanma, ceza ve muhakemata insan hayatı açısından teminat getiriliyordu. Bu kurumlar 1856 Islahat Fermanı ile daha da geliştirildi. Kimse bu iki belgenin kağıt üzerinde kaldığını iddia etmesin; imparatorluğun idari ve hukuki coğrafyası değişmeye başlamıştı. Kuşkusuz hemen İngiltere ve Fransa gibi olmadık ama milliyetler çağında imparatorluğun her köşesinde bir yangın vardı ve gene de tebaa-ı şahane gerçek teba olma yolunda ilerliyordu. Coğrafya değişiyordu Gerçek şu ki "anayasa olsun veya olmasın" diyenler arasında 1848 Avrupa'sının her yerinde kan dökülüyordu. Rusya ve Avusturya bu fikre en tahammülsüz olanlar, hatta milliyetçi ve liberal ayaklanmaları birlikte bastırdılar. Osmanlı onların karşısındaki insanları bu ülkeye kabul edip görev ve rütbe vermekte hiçbir mahzur görmedi. 19'uncu asrın Rusya'sında liberal bir anayasa istemek bile hoş görülmez bir zındıklıktı. Aslında Bolşeviklerin karşıtı ve muhafazakar bir parti olan KADET (yani anayasacı demokrat) partisi iktidarı yarım yamalak elde edene kadar 1905 ve 1917 İhtilali yaşandı. Türkiye imparatorluğunda ise anayasa sanıldığının aksine dehşet uyandıran bir metin değildi. 1876'da İstanbul'da Tersane Büyükelçiler Konferansı toplandı ve kaynayan Rumeli'nin sorunlarını tartışırken; "Siz despotsunuz, ıslahat yapın, yoksa Balkanlar'daki halklara özerklik verin" diyorlardı. Hariciye Nazırı Savfet Paşa bunalımlı anda, bir sabah "Şu duyduğunuz top sesleri Osmanlı devletinin artık anayasal bir monarşi olduğunu ilan ediyor, her şey düzelecek" diye ilan etti.Toplantı dağıldı ama kimse pek oralı değildi. "Görelim bakalım nasıl bir meclis kuracaklar, özgürlükleri nasıl uygulayacaklar?" diyorlardı. Rusya sefiri ise "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz, yani bu konferansın çalışmasını bu yolla önleyeceksiniz. Rusya imparatorluğunu Avrupa'da anayasasız ve parlamentosuz tek ülke olarak bırakma ayıbına iteceksiniz. Bu teşebbüsünüz size pahalıya mal olacaktır" dedi. Çok geçmeden 1877 Türk-Rus savaşı patladı. 1877 Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı da bu savaş nedeniyle tarihte kaldı. Rusya neden kızdı? (Devam edecek) Müzeler bölgesi üzerine 7 Eylül tarihli Sabah gazetesinde Atilla Dorsay, Topkapı Sarayı ve çevresinin trafiğe kapatılıp, abartılı bir ifade ile, turistlerin kilometrelerce yürütüldüğünden şikâyet ediyor. Hazin bir tecellidir; sarayı ve Sultanahmet Meydanı'nı, motorlu taşıttan vazgeçtik, otobüs trafiğinden temizlemeye çalışıyoruz. Dünyanın en güzel köşesi gezilemez, görülemez ve korunamaz halde. Her yerde park kuran çeteler çeşitli engeller çıkarıyor. Egzoz gazı III. Ahmet Çeşmesi ve Ayasofya gibi binaları süratle kirletiyor. Keşke bazılarının isteği doğrultusunda bütün Sultanahmet ve hele Sur-u Hümayun dediğimiz Ayasofya ile Sarayburnu arası trafikten tamamen korunsa ve ihtiyacı olanlar elektrikli küçük taşıtlara alınıp gezseler. Malta'da Valetta surları içinde faytonlar var, şehir dışına gitmek için taksi sorduğumda elektrikli küçük bir taşıt türedi ve bizim parayla 2 YTL karşılığında adeta bir kale içi turu yaparak sur dışındaki taksilere ulaştık. Bazı hayallerin bizler için henüz çok ham olduğu anlaşılıyor. Ama er ya da geç kabul etmek zorundayız. Şimdilik sadece Sur-u Hümayun yani müzeler bölgesinin içindeki yaya alanını, yakın bir gelecekte ise bütün Sultanahmet ve Divanyolu'nu kapsaması gerekir. Çünkü buradaki eski eserler bu garip trafiği taşımıyor. Koca koca otobüslerin içinde bazen 510 tane turist oturmuş. Yeryüzünün en güzel meydanı otobüs parkına dönüşmüş. Ağır tramvayın 1500 yıllık (evet aynen öyle) binaları sarstığını uzmanlar feryatla söylüyor. Sayın Atilla Dorsay'a yürüyüş talimleri tavsiye ederiz. Atilla Dorsay ve İsmet Berkan'a yanıt Radikal gazetesinin 11 Eylül Salı nüshasında yayın yönetmeni İsmet Berkan, İstanbul'un dünya kültür merkezlerinden biri olduğunu müjdeliyor. Doğrusu İstanbul hakkındaki bu müjdeli teşhise ben de candan katılıyorum. Resim ve Heykel Müzesi'nin acil onarımından söz ediyor. Bence yeni bir bina yaptırılmalı. İsmet beyin bir önerisi daha var ki ona katılmak mümkün değil; İstanbul Modern dediğimiz müze o kadar gelişmiş ki artık kendisine verilen antrepoya sığamıyormuş, yanındaki antrepo da betahsis verilmeliymiş. Bu antrepolar fakirlikten kurtulma savaşı verilen Demokrat Parti yıllarında, "Yapalım da ne olursa olsun" düsturuyla, bir hayli de görgüsüzce işlerin arasında yapıldı. Yeni projeler bunları temizlemeyi, arkasındaki Tophane'nin güzelliklerini ve eski eserleri açığa çıkarmayı hedefliyor. Hal böyle iken, denizcilik bakımından işlevleri tükenen bu antrepoları bir hayli kalabalık taliplere vermenin anlamı yoktur. Kaldı ki İstanbul Modern'in neresinin dolup taştığını da anlayamadık. Gene Berlin'deki müze adası gibi bir proje olan Sur-u Hümayun'un önemli bir parçası ve iki yıl içinde demiryolunun kalkması ile müzeler içinde yer alacak Sirkeci Garı'nın Tarih Vakfı için istenmesini anlayamadım. Ortada ciddi projesi olmayan bir kuruluşun bu gibi kamu binalarına sahip çıkmasının ciddi niyetlere dayandığını sanmıyorum. Bazı şeyleri gazetelerde yazmadan evvel hepimizin bir araya gelip tartışması yararlı olur düşüncesindeyim. Müze ve antrepo