Pazar "İktidarın bir süre için verildiğini bilen biriyim"

"İktidarın bir süre için verildiğini bilen biriyim"

16.10.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yayınevi yöneticiliği bittikten sonra yazarlığa ağırlık veren Enis Batur "Bir şey yapmadığım zaman daha çok sevildiğimi biliyorum" diyor

İktidarın bir süre için verildiğini bilen biriyim

axpaz021.jpg Bu hafta Enis Batur'un iki kitabı birden vitrinlerde yerini aldı: "Cep Meşkleri" ve "Bulutlardan Yontma Kayalar". Batur bir buçuk yıl önce, Yapı Kredi Yayıncılık'ın murahhas üyeliği görevinden alınmıştı. BDDK tarafından verilen bu karar büyük yankılar yaratmıştı. Batur bu arada kitaplarını art arda yayımlamaya devam etti. Batur ile yeni kitaplarını ve son bir buçuk yılda neler yaptığını konuştuk. Kendini salıvermiş, kendine tembellik hakkı tanıyan, günün saatlerini farklı bir biçimde kullanma lüksünün keyfini çıkaran bir yaşama geçtim. Hayat ritmi şehirle ilişkimi çok olumsuz yönde etkilemişti. O ilişkiyi düzene soktum. Geçen bir yıldan bugüne neler değişti hayatınızda? Durmadan hem de... Yetişme sorunum olmadığından, karşıya geçeceksem daha erken çıkıyorum, yürüyerek Beşiktaş iskelesine gidip vapura biniyorum. Tabii eşime ve ilişkimize de daha fazla vakit ayırma imkanım doğdu. Vapura bindiniz mi yeni süreçte? Bu benim için yeniden keyif okumalarına dönme dönemi oldu. Ayrıca artık dört saat, beş saat opera dinleyebiliyorum. Peki profesyonel anlamda bakarsak... "Üzerimden yük kalktı" Sonuçta ben herhangi bir iktidar koltuğunun zaten belli bir süreliğine kişiye verildiğini bilen biriyim. Bunu sarhoş olmadıkça insanın bilmesi ve bir biçimde de iç hazırlığını yapması gerekir. Bir projeyi, beni tatmin edecek boyuta getirecek süreye sahip oldum. Yapmak istediklerimin çoğunu yapamamış durumda olsaydım belki bir tatminsizlik duygusu ağır basabilirdi. Ayrıca öyle çok sonsuz ve doyumsuz hırslara da sahip değilim zaten. Onca yıl "yayıncılık dünyasının imparatoru" olarak anıldıktan sonra olan bitene egonuz hiç tepki vermedi mi? Hayır. Bir küçük bocalama dönemi geçirdim ve hayatımı nasıl sürdüreceğim yönündeki belirsizlikler biraz oyaladı zihnimi. Eyvah dediğiniz bir an olmadı mı hiç? Tabii daha çok maddi. Ama sonra bir biçimde insan yeni düzenini oluşturuyor. Sonuç olarak hayatımın birliğini sağlayan yazma eylemi zaten dış etkenlere çok bağlı olan bir etkinlik değil. Ben yazıyorsam yazıyorum. Maddi anlamda mı? Benim zorluğumda bir yazar İtalya'da, Fransa'da, Almanya'da daha yüksek sayıda okura sahip. Türkiye'de bu rakamın çok uzağındayız. O zaman geçim çarkını tek başına oradan döndürmenin mümkün olmayacağını zaten biliyorum. Yaptığım çeşitli danışmanlıklarla bir biçimde çarkımı döndürebiliyorum. Artık yazarak yaşayacak noktaya geldiniz mi? Hayır, oldu denemez. Tabii ki eskisine oranla biraz daha hesaplı ve dikkatli hareket etmek durumundayım. Eskisi kadar hovardaca kitap alamıyorum örneğin. Yurtdışı yolculuklarımda daha çok çağrılı olduğum ve bana uygun yolculukları seçiyorum. Bir de sonuçta benim mütevazı denebilecek bir yaşam şeklim vardır. Kotram, arabam ya da benzeri şeylerim yok. Peki yaşam kalitenizde bir düşüş oldu mu? Üzerimden negatif bir yük kalktı. İktidarın merkezinden uzaklaşınca kimi nefret bakışları çekildi mi üzerinizden? "Uygun projelere varım" Elbette. Ben hep onu söyledim; bir şey yapmadığım zaman daha çok sevildiğimi biliyorum. Tamamen iktidarla ilgili bir şeydi o zaman... Buna ben tek başıma karar verecek değilim. Yani bu toplumun ürettiği uygun projelerden biri için uygun bir çağrı alırsam yaşım, enerjim henüz elverişliyken bunu sürdürürüm. Ama olmazsa da neden olmadı diye kendimi kemirmem, onu da söyleyeyim. Peki "Enis Batur vizyonu" bundan böyle yalnızca yazdığınız kitaplarla mı sürecek? "Tatil yapmak zorlaştı" Birincisi Türkiye'de tatil yapmak çok zorlaştı. Çünkü gürültü sevmiyorum. Bu durumda tatil terbiyesi daha gelişkin coğrafyaları imkanım varsa seçmeyi tercih ediyorum. Bretagne'ın kültürel zenginliği de çok çarpıcı. "Bulutlardan Yontma Kayalar: Bir Bretagne Gezisi" adlı kitabınız bu hafta yayımlandı. Son 10 yıl içinde defalarca gitmişsiniz Bretagne'a... Neydi sizi bu kadar çeken? Bu anlamda yararcı bir gezi yazısının peşinde olmadım hiç. Bu tarz kitaplarımı da gezi kitapları olarak saymıyorum. Bretagne'dan söz ederken ünlü kreplerine, yerel içkisine filan değinmiyorsunuz. Klasik bir gezi kitabı anlayışınız yok. Plansız-programsız gezi Günümüzün o çok organize yolculuklarını yolculuktan saymıyorum. Yani bir seyahat acentesine başvuruyorsunuz, size bir plan program çıkartıyorlar, hangi anıta kaç dakika bakacağınız belli, ne yiyeceğiniz belli. Bu organize geziler bütün yeryüzünü kaplamaya başladı. Belki de bizden sonraki kuşaklar kendi başlarına seyahat yapamadıklarını görecekler. Kitabınızda "Bizim kuşakla birlikte tamamlanacak mı gerçek yolculukların öyküsü?" diye soruyorsunuz. Gerçek yolculuk ne? "Belki de ölüm, hayattan daha olumlu!" Bir tür vasiyet diyelim çünkü insan belirli bir süre için ölümünden sonra gövdesinin uyuyacağı nokta konusunda, buna aldırış ediyorsa eğer, bir yer gösterebilmeli. Kitabınızdaki mektuplardan birinde Samih Rifat'a hitaben "Senden önce çekip gidersem, Tül'e yardımcı ol, beni Burgazada'ya gömün" diyorsunuz. Bir tür vasiyet mi bu? Birincisi ada, benim yazın hayatımda önem taşıyan bir yer. Bir sonraki kitabım da Yassıada üzerine; yakında çıkacak. Ada yaşarken de, ölündüğünde de varlığı yarı münzevi bir biçimde topluma bağlayan ve ayıran bir mekan. Ben mesafeyi sevdiğim için böyle bir dilek taşıyorum herhalde. Bir de Burgazada'yı çok seviyorum tabii. Niye Burgazada? Bütün ömrüm ölüm korkusu içinde geçti. Bir tür nevroz gibi yaşadım bunu. Gerçek hayatın akışı içinde tedirgin edici bir bilgi olarak durur hep. Ölümle hesaplaşabildiniz mi? Her an yarın ölebilirim rahatlığı içinde bakabiliyor musunuz hayata? Ölümün aynı zamanda hayattan kopuş şekli olduğunu düşünüyorum. Kendinizi nasıl rahatlatıyorsunuz? Herhangi bir hayattan. Hayatın olumlu bir şey olduğu düşüncesi bizim yarattığımız bir düşüncedir. Belki ölüm çok daha olumlu bir şey. Bu hayattan? "Küçük işlerden oluşan bütünlük" Büyük hat ürünleri her zaman gözde sanat yapıtları olmuştur. Hattatın kendi köşesinde ısınmak için yaptığı, adına meşk dediğimiz ürünlerin gerçekte çok daha sahici unsurlar, boyutlar barındırdığı ise sonradan anlaşılmış ve önemsenmiştir. Biz bunları bilen bir kuşak olarak yetiştik. Bu tarz metinleri kağıda düştüğüm zaman onları minör işler olarak görürüm. Ama onlar durur ve sonra bir araya getirmek daha bilinçli bir sıralama gerektirir. Yan yana gelince nasıl bir bütünlük oluşturacak diye inşa başlar. Bu arada bir de "Cep Meşkleri" adlı kitabınız çıktı. İçinde denemeler, minimal öyküler, irili ufaklı notlar, alıntılar var... Bütün bunlar neye göre bir araya geldi? "İnsan hayatının en önemli projelerinden biri birlikte yaşamayı öğrenme sanatı" Ben de zor bir yol arkadaşıyım, o da... Önemli olan bu yoldaşlığı hayata olumlu bir biçimde döndürebilmenin yolunu bulmak. Yolculuklarınız sırasında yanınızda eşiniz de var. Nasıl bir yol arkadaşı Fatma Tülin? Pratik olarak hiçbir çift uyumlu olamaz. Fatma Tülin sıcağı sever, ben soğuğu severim. Ortada bir noktada buluşmamız gerekir. Yani çok uyumlu bir çift değilsiniz aslında... Yolculuklar insanın kendi temel ilişkilerini inşa terbiyesi geliştirmesini de sağlıyor. Yoksa vazgeçmek çok kolay hayatta; ama hayat vazgeçme üzerine mi kurulacak, tutku üzerine mi? İkimiz de hayatımızı tutku üzerine kurmayı tercih etmiş bireyleriz. O zaman da karşılıklı birbirimizden birer heykel yontacağız ki ortak bir heykel haline de dönüşelim. İnsan hayatının en önemli projelerinden birinin birlikte yaşamayı öğrenme sanatı olduğunu düşünüyorum. Yolculuklarda birbirinizi biraz daha tanıdığınız oluyor mu?