Pazar "İnsanın içindeki iyiyi ortaya çıkardık"

"İnsanın içindeki iyiyi ortaya çıkardık"

03.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Reklamcı, şair, sosyalist ve hasta Fenerbahçeli Ersin Salman, öncülerinden olduğu "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eyleminin beşinci yıldönümünde "Seçimden seçime oy verelim, sonra koyverelim dönemi kapandı" diyor

İnsanın içindeki iyiyi ortaya çıkardık

Reklamcı Ersin Salman: "Hâlâ dünyanın sosyalizmle kurtulacağına inanıyorum" Aslında kamyondan sonra Ersin Salman da artık eskisi gibi olamadı. Serde solculuk da olunca, kısa sürede Aydınlık İçin Yurttaş Girişiminin ve Şubat 1997de 23 milyon kişinin katıldığı "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eyleminin öncülerinden birine dönüştü.2000 yılında reklamcılığı bırakan ve kendisini tümüyle sivil girişimlere adayan Ersin Salmanla "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eylemlerinin beşinci yılında buluştuk.Susurluk Davasında mahkemenin verdiği (iyi kötü!) kararın Yargıtayca onanmasının getirdiği buruk bir tatmin içinde ve yeni eylemlerin arifesindeydi. Ersin Salman, modern Türk reklamcılığının öncülerinden. 80li, 90lı yılların en önemli ajanslarından Adanın kurucusu. Sıra dışı bir işadamı. Şair, sosyalist (Dünyanın kurtuluşunun sosyalizmde olduğuna hâlâ inanıyorum" diyor). Birçok reklam kampanyasına imza atan bu parlak reklamcının, bence yine de en parlak kampanyası ticari değil, siyasi bir kampanyaydı. Salman, Susurluk kazasının ardından medyadaki demokratikleşme ve saydamlaşma taleplerinin sloganını yazan kişi: "Kamyondan sonra artık Türkiyede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak". Yurttaş Girişiminin "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" kampanyasının üzerinden beş yıl geçti. Sizce bu beş yılda neler değişti? İnsan bu tür konularda çok tatminsiz oluyor. "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eylemi belki de dünyada eşi olmayan bir eylemdi. 23 milyon kişi katıldı, ışıklarını yakıp söndürdü. O zaman insan umuyor ki "Tamam, her şey çözümlenecek, Türkiyede demokrasi, saydam bir hukuk devleti oluşuverecek, devletin çetelerle ilişkileri de ortaya çıkacak!" Hatta Susurluk kazasından sonra "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diye bir slogan üretilmişti. Evet, o dönemde medyada Susurluk sürecine ilişkin kampanyayı hazırlayacak ajansı seçmek için bir konkur açılmıştı. Bunu bizim ajans kazandı ve bir kampanya hazırladık. Kampanyanın temel mesajı şuydu: "Kamyondan sonra Türkiyede artık hiçbir şey eskisi olmayacak". Bir gün ajansta otururken Ahmet Dindar ve Ergin Cinmen adında iki avukat geldi. Bu ışık söndürme eylemini önerdiler. Bir iletişimci olarak bu fikir bana olağanüstü geldi. Ve 1997 Şubat ayı boyunca bu eylemin yapılmasını kararlaştırdık. Ben de hâlâ onur duyduğum bu eylemin öncülerinden biri oldum. Peki, bu sloganın vaat ettiği ölçüde bir değişim oldu mu Türkiyede? Tabii, umduğumuz kadar bir mesafe aldığımızı söyleyemem. Özellikle o ışıklarını yakıp söndüren kitle bir hayal kırıklığına uğradı. Ama o ışıkların ateşböcekleri gibi yanıp sönmesiyle toplumun içinde yıllardır bastırılmış demokratikleşme talepleri ortaya çıkmış oldu. Yani insanın içindeki iyi ortaya çıktı. Ve işte aradan beş yıl geçti, bütün karanlıklar aydınlatılamamış, konunun en derin noktalarına girilememiş olsa bile, yine de bir mahkumiyet kararı çıktı. Gerek mahkemenin verdiği kararın gerekçesi gerekse o kararı onayan Yargıtayın gerekçesi olağanüstü yüksek bir hukuk devleti bilincine işaret ediyor. Şimdi top TBMMde; aynı davada suçlanan milletvekillerinin dokunulmazlık dosyaları Meclis Komisyonundan geçti, fakat bir türlü TBMM Genel Kurulunda görüşülemiyor, hep öncelikli konular ele alınıyor ve bu dosya hep yüzüncü sırada filan. Bu dokunulmazlıklar kaldırılmazsa bizler hayal kırıklığına uğrayacağız. Az önce "Bu eylemde insanın içindeki iyi ortaya çıktı" dediniz ya. Bu tür eylemlerin iyileştirici bir etkisi oluyor, değil mi? Üstelik her anlamda iyileştirici etkisi oluyor. Bir doktor arkadaşımıza bir hastası anlatmış. "Fiziksel acıla içindeydim ve bu beni psikolojik bir yıkıma da sürüklemişti. Hayatla bağlarımın kesildiği bu dönemde benim ölmemi engelleyen, o yanıp sönen ışıklar oldu" demiş. Bu olağanüstü bir şey. Bu eylemin aynı zamanda Türkiyede sivil toplum eylemlerinde birr milat olduğunu söyleyebilir miyiz? Daha da önemlisi biz bu eylemle unuttuğumuz bir şeyleri hatırladık. Mahalleli olmak, komşu olmak, dost olmak, merhabalaşmak gibi şeyler hayatın akışı içinde neredeyse unutulmuştu. Mahallelerinde saklambaç oynayan çocuklar azalmıştı. Mahalleli olmak, komşu olmak, aynı yere ait olmak duygusu gibi bir şeyler uyandı, insana dair bir şeyler uyandı bu eylemle. Anlatırlardı da inanmazdık: Mesela Batıda bir sokakta bir çocuk yuvası bulunuyor ama trafik de çok yoğun. O semtin insanları bu olay özelinde bir araya geliyor, bir sivil inisiyatif oluşturuyor ve bir ay, bir buçuk ay çeşitli eylemler yapıp oraya trafik lambası diktirtiyor. Ve sonra dağılıyorlar. Evet, artık modern politika pratiği de böyle bir şey. Projeler bazında örgütlenip sonra dağılan gönüllü birliktelikler. Neden bizim medyamız hâlâ politikayı katı siyasi partilerin polemikleri ya da meclis çalışmalarından ibaretmiş gibi gösteriyor? Çünkü orada, reel politikada hep daha fazla heyecan oluyor, daha çok reyting getiriyor bu. Artık sivil inisiyatifler olmadan politika düşünmek imkansız oysa. "Seçimden seçime oy verelim, sonra koyverelim" diye bir şey yok artık. Siz bu eyleme sadece reklamcı olmanız vesilesiyle öncülük etmediniz ama değil mi? Aynı zamanda bir solcusunuz; ya da eski solcu mu desek acaba? Hayır, ben eski solcu değilim, ben hâlâ dünyanın kurtuluşunun sosyalizmde olduğuna inanıyorum. Bu "mahalleli olmak", "komşu olmak" duygusu da modern politikada çok önem kazanacak galiba. Çünkü özellikle kafa emeği ile para kazanan insanlar iletişim teknolojileri sayesinde evlerini işyerine dönüştürüyorlar. Politikaya da evlerinden, mahallelerinden müdahale ediyorlar. Bakıyorum, siz de artık ofis olarak evinizi kullanıyorsunuz. Evet, elektronik haberleşme sayesinde, bakın burada iki tane bilgisayar bulunuyor, insanların artık mahallelerde, evlerde kendilerine daha çok zaman ayıracakları bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu da tabii semt girişimlerini, mahalle birliklerini geliştirecektir. Mesela hemen yanıbaşımızdaki Arnavutköy Semt Girişimi köprü inşaatı meselesinde aslanlar gibi savaşıyorlar. Televizyonda bir programda, hem de reklamcılıkla ilgili bir programda isminizin altında "Reklamcı" ibaresi dışında "Şair" de yazıyordu. Şiire devam mı? Adam Sanat Dergisinde yayımlıyorum şiirlerimi. Bir kitabım çıktı. Ama iki kitap dosyam hazır. Yayıma hazırlıyorum. Beş kitaplık mal hazır aslında şu anda. Nedir bu? Mahfi Eğilmez mesela parayı bankacılıktan kazanıyor ama roman yazıyor, siz reklamcısınız ama şiir kitapları çıkarıyorsunuz. Asıl mesleklerinizi aklama girişimi mi bu bir çeşit? Ben reklamcılığa başladığımda doğrusu herkes reklama yan bakıyordu. "Elin parasıyla ele mal satıyorsunuz" gibi bir bakış söz konusuydu. Ama reklamcılık yapmakla fabrikada kapitalistlerin malını üretmek arasında çok da büyük bir fark yok. Çünkü kaçış yok bu sistemden. Bir yerden hayatını kazanmak zorunda insan. Solcuların aç kalması gibi bir zorunluluk yok. Gazetede çalışmaya da çok yüz ağartıcı bir şey olarak bakılmayabilir de yani. Ama ne yapalım ki, çalışacağız. Peki, ajans sahibi olduğunuz zamanlarda herhangi bir siyasi partinin kampanyasını yaptınız mı? Evet. Hem de ilk kampanyamız MDPnin (Milliyetçi Demokrasi Partisi), Kenan Evrenin desteklediği Turgut Sunalpin partisinin kampanyası oldu. Bana bu kampanya ilk önerildiğinde çok düşündüm. Türkiye İşçi Partiliyim. 12 Eylülün hemen ertesi. Solcu olduğum için o sıralar iş almakta zorlanıyorum. Ya da birileri çomak sokmaya çalışıyor. Pasaport alamıyorum. "Aklanırız belki" diye MDPnin kampanyasını yaptık. Sahiden de aklandık. 83 seçimlerinde MDPnin kampanyasını yaptım, 84te pasaport aldım. Daha sonra SHPnin, Erdal İnönünün kampanyasını yürüttük. Baykalın CHPsini yaptık, ANAP kampanyası yaptık. Tansu Çiller politikaya atıldığı zaman benim ev sahibimdi. Bana birlikte çalışmayı önerdiğinde "Ben solcuyum. Süleyman Demirel sağcı. Zorlanırız" dedim. "Aman, ne olacak canım?" dedi. Ama yine de kabul etmedim. Ancak daha sonra Tansu Hanımın genel başkanlık kampanyasını hazırladık. Ajans olarak kazandığımız tek siyasi seçim de o oldu zaten. "Fatih Terimin olduğu hiçbir takımı tutmam" Sizin hasta Fenerbahçeli olduğunuzu biliyoruz. 1907 Fenerbahçeliler Derneğinin kurucularındansınız. Fenerbahçe yöneticisi olan polis şefi Hüseyin Kocadağ, Susurlukta öldüğünde takımınızın Kocadağ pankartı ile sahaya çıkmasına karşı çıktınız mı? Şimdi şunu söyleyeyim: Fenerbahçelilik, Galatasaraylılık, Beşiktaşlılık bir tür hastalık. Ama bu spor camialarımız Türkiyenin dışında değiller, Türkiyeden farklı bir yüz gösteremezler. Türkiyenin içinde devlet-çete ilişkileri oluyorsa, kulüplere de yansıyacak bir şey bu. Bütün büyük kulüplerimizde ne yazık ki kaba kuvvet gözükmektedir. Bu, taraftarların sahaya atlamasıyla, kavga çıkarmasıyla sınırlı bir şey değildir. Başkanların bilet dağıtmasıyla başlayan, beş yüz biletten bin bilete çıkarak gruplar oluşturulmasıyla gelişen bir şey. Amigoların hepsinin altında son model arabalar bulunuyor. Niye bütün spor kulüplerinin yeraltı ilişkilerine açılan bir damarı oluyor? Neden mutlaka bu bağlantıları sağlayacak birileri kulüplerde istihdam ediliyor? Bu sadece Türkiyede olan bir şey değil. Milan Başkanı Berlusconi şu anda aynı zamanda İtalya Başbakanı. Türkiyedeki büyük kulüplerin herhangi birinin başkanı istediği an başbakana ulaşabilecek güçte. Spor kulüpleri, yöneticilerine müthiş bir iktidar sağlıyor. Devlet -çete ilişkisi de bu ilişkiler ağı içinde yerini alıyor. Mesela bütün kulüplerimizde amigoluk müessesesi bozkurt işaretiyle iç içe geçmiştir. Bir sosyalist olarak siz de bu takımlardan birinin ateşli taraftarısınız. İlk bakışta ne işim olabilir bu takımla, değil mi? Ama işte futbol virüsü bu. Futbolu o kadar seviyorum ki, hiçbir maçı tarafsız seyredemem. Yabancı takımların maçlarında da mutlaka bir tarafı tutarım. Peki, Fatih Terim, Milandayken Milanı tutuyor muydunuz? Fatihin olduğu hiçbir takımı tutmam. Galatasaray başta olmak üzere.