Pazar “İnsanlık deyip insanı unutuyoruz”

“İnsanlık deyip insanı unutuyoruz”

24.03.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:

Yetkin Dikinciler, 9 yıldır kapalı gişe oynadığı “Profesyonel” oyunu için “Sanat sınırları ortadan kaldıran bir şey. Bizi insanla baş başa bırakıyor. Biz genelde insanlık deyip özelde insanı unutabiliyoruz” diyor.

“İnsanlık deyip insanı unutuyoruz”

Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya yeni ülkeler çıkarken, geriye eskiye özlem duyan milyonlar kaldı. Sırp yazar Duşan Kovaçevic Balkanlar’ın dağılma sürecini anlattığı eserinde, Tito döneminin sivil polislerinden Luka Laban ile karşıt görüşlü edebiyatçı Teodor Kray’ı yüzleştiriyor. İstanbul Devlet Tiyatroları’nın “Profesyonel” adıyla oyunlaştırdığı eser 9 yıldır kapalı gişe oynayarak tiyatro sahnesinin efsanevi oyunlarının yanında anılmaya başladı bile. Oyunda anlatıcı ve Kray rollerinde izlediğimiz Yetkin Dikinciler’le Cihangir’de buluştuk ve “Profesyonel”in sırrını konuştuk.

Haberin Devamı

“Profesyonel” oyunu 9 yıldır kapalı gişe oynuyor. Yıllarca bilet bulamayanlar var. Nedir bunun sırrı?

Bir kelime için şudur denir ama sözcükler aslında anlamların prangaları, onları özgürleştirmek yerine hapsediyorlar. Bir sırrı da açıklayabilmek için artık sır olmaması gerekir sanıyorum. Gizem ortadan kalktığında hayatın tadı da ortadan kalkar. Hayatın anlamı nedir deriz mesela anlamını söylediğimizde artık anlamı kalmaz. Bazı şeyleri söylememek gerekir ama bu sakladığımız için değil tam hakkıyla söyleyemeyeceğimiz için. Keşke bilseydim “Profesyonel”in sırrının ne olduğunu! Belki de bu yüzden hem biz oynamaya devam ediyoruz hem de seyirci izlemeye devam ediyor. Bu sırrı arıyoruz hep birlikte.

İpucu alsak...

İpuçlarından bahsedebilirim bir iki cümleyle. Bunlardan bir tanesi kendiyle yüzleşmiş olan Sırp yazar Duşan Kovaçevic. Hem içinden geçtiği dönemi hem o dönemki mücadelesini bizlere anlatırken kendini eleştirerek yola çıkıyor ve bu özeleştiri insanları yakınlaştırıyor. Bu oyunda bir de biçim olarak didaskali dediğimiz parantez içleri var. Bunların paylaşılıyor olması da seyirciyi oyunun içine davet ediyor. 2 saate yakın arasız oynadığımız bir oyun insanların artık reklamları, klipleri, dizilerdeki uzun kurguları izlediği dönemlerde, kısa mesaj döneminde onları iki saat bir öyküyle baş başa bırakmak büyük bir cesaret ister. 1992’de yazdığı bu oyunla Kovaçevic bunu başarıyor.

“Seyirciyle birebir temastayız”

9 yıl boyunca aynı metni oynamak nasıl bir duygu?

Bir ömür aynı bedeni taşıyoruz kendimizden sıkılıyoruzdur bazen ama bir şeyi biliyoruz ki aynı bedeni taşımıyoruz aslında Heraklitos’un dediği gibi. Biz de aynı metni sadakatle oynayarak dünyanın ve ülkenin değişen hareketlerine yeni bir yanıt buluyoruz her gün. Sanat bunun için sınırları ortadan kaldıran bir şey. Dili, dini, ırkı, coğrafyayı ortadan kaldırıyor, bizi insanla baş başa bırakıyor; samimi insan öykülerindeki doğal sonuç budur. Biz genelde insanlık deyip özelde insanı unutabiliyoruz. Bu özellikle de devletlerin, otoritelerin işine gelen yerde çok güzel kullandığı gelmeyen yerde de susturduğu bir şeye dönüşüyor. Biz sanatla öğrenilmiş çaresizliğimizi de atlatmaya çalışıyoruz. En büyük ihtiyacımız koşulsuz özgürlük.

Sosyal medyada oyunla ilgili binlerce yorum var. Açıp okuyor musunuz ne yazılmış diye?

Biz zaten seyirciyle birebir temastayız. Önemli olan samimi olarak insana dokunabilmek, bunu başardığımızı görüyorum. Tabi ki rivayetler muhtelif, herkes birbirine diyor ki örneğin bu oyunda komünizm eleştirisi var. Evet, öyle gibi görünüyor çünkü o dönemde baskıcı sistem komünizm. Ama komünizmi çıkarıp başka bir sistemi koyduğunuzda başka bir şey dayatıyorsa aynı insan hikayesi o dayatmaya da karşı çıkacak. Asıl eleştirdiğimiz şey dayatmanın kendisi, dayatmayı yapanın adı değil. Edebiyatçı Teodor Kray’la sivil polis Luka Laban’ınki derin bir yüzleşme. Bunu anlamaya çalışıyor insanlar. “E ne oldu bir sistemi sonuna kadar eleştirdin sistemin insanlara dayatmada bulunduğunu bunun böyle olmaması gerektiğini söyledin. Evet, başardınız dağıttınız Yugoslavya’yı, sosyalist öz yönetimi de bitirdiniz ama yeni bir sisteme geçtiniz. Şimdi onun hizmetkarısınız ve üstelik de bunu yüksek makamların onayını almadan yapamayacağınızı bile bile nasıl hâlâ bunun özgürlük olduğunu savunabiliyorsunuz” bu çok özel ve güzel bir yüzleşme değil mi?

Her yere ve çağa uyarlanabilir aynı zamanda...

Geçmişte de bu böyleydi. Bir nasyonal sosyalizm dönemi geçti Hitler yaktı yıktı, büyük acılar yaşattı ama bununla yüzleşebildi Almanya. Bu yüzleşmedir Alman coğrafyasını daha medeni olmaya adım attıran. Yüzleşememe halinde faşizm faşizmi doğuruyor. Bir yerde bir dayatma varsa karşısında başka bir dayatma olur bu coğrafyada da yaşanıyor bu. Birilerine karşı olmak için bizi tarif etmeyen yapıların içine girmeye çalışıyoruz çünkü kendimizi yalnız hissetmemeye çalışıyoruz. Halbuki yalnızlık değerlidir, az olmak da değerlidir.

Bu kadar uzun süre devam eden oyunların bir parçası olmak nasıl bir his?

Onuncu yıla gireceğiz gelecek sezon. Bu oyunun öyle bir şeyi var ki biz oyunu bir derya deniz olarak görüp her gün bir şeyini keşfediyoruz seyirciyle birlikte. Bu keşfetme anı seyirciyle aynı anda yaşandığı için oyun canlılığını, tazeliğini yitirmiyor.

“Bülent, gıpta ettiğim bir adam”

Profesyonel’de Bülent Emin Yarar ile ikinizin yarattığı enerji dillerden düşmüyor...

Bülent benim konservatuardan beri izini sürdüğüm bir aktör ve sahnede birlikte oynadığımda gıpta ettiğim bir adam. Biz Müşfik Kenter’in öğrencileriyiz oradan bir teçhizattan geçtik bize derdi ki: “Aktörlük, sanatçılık, oyunculuk etiketlerini bırakın insan olun gerisi önemli değil. Öyle bir oynayın ki seyirci ‘Ya bunu ben de yaparım’ desin yani öyle çok zor bir şey yapıyormuş gibi artistlik yapmayın.” Biz mesleğimizi istikrarla, ısrarla, sabırla yapıyoruz ve bu tip aktörlerin buluşmaları da bu enerjiyi yaratıyordur diye düşünüyorum.

”Profesyonel”de Yugoslavya’daki Tito dönemi hakkında öncesi ve sonrasıyla birlikte bir durum tespiti var. Çok yakın bir dönemden bahsediyoruz ve insanlık benzer şeyleri yaşamaya devam ediyor. İnsanlık hiçbir şey öğrenmiyor mu?

İnsanlık dediğimiz yerde insansızlık başlıyor. Orada birey unutuluyor. Toplum oluşturabilmek için bireyler gerekiyor birey olmayanlardan oluşan o yapıya biz yığın diyoruz. İnsanın güvenli olması için özünü keşfetmesi lazım. Özgüven olmayınca öz benlik inşa edilemiyor, başkalarına benzeyen biri oluyorsunuz. Bir hayvanı öldüren biri insan oluyor insanlığın bir parçası olarak ya da karısına, kızına şiddet uygulayan da insan oluyor. İnsanlık buysa ben insan değilim diyesi geliyor insanın ama tam tersi insanlık buysa ben insanım demesi lazım. Ben diyebilmek için de kendiyle yüzleşmesi lazım. Varsın insanlık ileri gitmesin insan ileri gitsin ve bu ileri gidenler çoğalsın.

“Mücadele ediyorum”

Oyunda baba olmak ince bir şekilde işleniyor. Siz de yakın zamanda babalığı tecrübe ettiniz...

Kızım Lal’in beslenmesinde 6 aydan sonra ek gıdaya geçtiğimizde tek istediğim ona özel bir an yaratıp yedirmek değil öğünlerde sofraya hep birlikte oturmaktı. Kayınvalidem şimdi hep “İyi ki onu öyle yaptın Yetkin” diyor. O kadar mutlu oluyor ki kızım hemen daha mama sandalyesine koyduğumuzda vuruyor böyle yemek vakti diyor. Çünkü bizde bir hata var, bebek muamelesi, çocuk muamelesi, bilmez muamelesi yapmak gibi. Farkında mısınız her şeyi bizden çok daha duru ve iyi biliyorlar. Devrim Nas’ın babası eğitim bilimi üzerine bir kitap yazmıştı daha başlığından her şeyi okudum ‘Çocuk İnsandır’ bu kadar. Şimdi öyle bakıyorum ben de. 10 aylık olabilir ama insanlık tarihinin mirası var onda. Kötü olan şu ki eğitim başlayacak! Önce ailede başlayacak. Kendimde bunlara mani olmaya çalışıyorum, en samimi itirafım bu röportajda bu olabilir. Endişe ettiğim her şeyde önce kendi endişelerimle mücadele etmeye çalışıyorum.

“İnsanlık deyip insanı unutuyoruz”