Pazar "İzmir’in kızlarını özgürlük güzelleştiriyor"

"İzmir’in kızlarını özgürlük güzelleştiriyor"

01.09.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"İzmir’in kızlarını özgürlük güzelleştiriyor"

İzmir’in kızlarını  özgürlük güzelleştiriyor





ündüz tanıştırıldığımızda bana anında Gaffar Okkan’ı hatırlatıyor. Koltukta aynı arkaya doğru kaykılış, aynı ileri doğru kayıp bacak bacak üstüne atış. Yani sahneyi dolduruş. Aynı karşısındakinin ilgisini pek de umursamaz tavır ama aynı herkesle flört hali.
Gece fuardaki kültür merkezinde Türkiye-Porto Riko basketbol maçını seyrederken çakırkeyif. Yüzünde misafirlerine ilgisini sunmayı can havliyle sürdüren bir ev sahibinin dinlenme, kendisiyle kalma isteği. Gömleğinin yarı eteği pantolonundan dışarı taşmış; masadan masaya dolaşıyor. Bu haliyle Fatih Terim’in iki yıl önce Brescia maçı sonrası yağmur altında Fiorentina tribününe koşuşunu hatırlatıyor bana. Aynı gömlek-pantolon pozisyonu.
Ve şehri gezdirirken: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina şimdi artık bana kimseyi hatırlatmıyor. Körfez deltası bataklıktan yeşilliğe dönüşmüş. Kordonboyu’nda yürüyüş, bisiklet parkurları, Karşıyaka’da ücretsiz hizmet veren spor üniteleri... Tertemiz bir estetik. İstanbul’da benzerine asla rastlayamayacağımız bir erken paydos hali insanlarda. Oturduğumuz deniz kıyısındaki artık çay bahçesi değil, "cafe" olan bir kıyı düzenlemesinde şimdi de hemşehrileri onunla flört ediyorlar.
İstanbul dışındaki kentlerde atanmış ya da seçilmiş iktidar sahiplerinden biri bazen kentin popüler kültürünün bir figürüne, bir çehresine dönüşür. Şehir efsanelerinin baş kahramanı. Ahmet Piriştina da İzmir’de böyle. Yıldız tozuna bulanmış başkan.
Onda da muktedir, 50’lik Türkiye erkeklerindeki özelliklere rastlıyorum: Bir kabına sığamama hali, sınırsız bir sevilme ve sevme ihtiyacı, delice bir enerji. Bu durum İzmir’e yarıyor.

İzmir’deki özgürlükçülüğün, demokrasinin Türkiye’nin geri kalanında biraz gıpta, biraz hasetle izlendiğinin farkında mısınız? İzmir’e ilişkin ahlakçı yargılar, İzmirlilere yönelik "Yunan tohumu" gibi faşist söylemler; siz de duymuşsunuzdur.
Şimdi bakın Türkiye’deki entelektüeller, ordu ya da yargı mensupları, üst düzey memurlar eğer hayatlarının bir döneminde İzmir’de görev yapmışlarsa emekliliklerinde İzmir’e yerleşmek isterler. İzmir cezbeder. Bu yüzden de Türkiye’de İzmir hep gelecekte gidilecek, yaşanacak bir yerdir.
Ve ben hasetten çok bir özlem görüyorum İzmir’e yönelik. Ama elbette ki demokrasiyi yargılamak isteyenler de her zaman olabilir. Yine de ben "haset" sözcüğünü kullanmak istemem. İzmir’de doğmuş, büyümüş bir insan olarak ben bu sözcüğü kullanamam.

Niye hep İzmirli kızların güzelliğinden bahsedilir? İzmir’in kızları niye güzeldir?
Özgürlük güzelliği ortaya çıkarır. Özgürlük genç insanların yüzüne, tenine yansır. Yüzünün gülmesi insanı güzelleştirir. Herhalde özgürlükleri, kendilerine güvenleri İzmirli kızları daha da güzelleştiriyor. Sanırım, bunun payı fazladır.

"İzmirli kadınlar dışa dönük, o yüzden başarılılar"
Sezen Aksu, Pakize Suda gibi kadınların başarıları da İstanbul’da hep İzmirlilikleri ile açıklanır. Hatta bir haftalık dergi bir keresinde zirvedeki İzmirli kadınların listesini vermişti. Nedir İzmirli kadınların farkı?
İzmirli kızlarımızın ulusal, hatta uluslararası başarıları bize gurur veriyor. Dışa dönüklükleri başarılı kılıyor onları herhalde. Bu dışa dönüklük sadece İzmir’in kadınlarında değil erkeklerinde de söz konusu. Bu yüzden birçok medya yöneticisi, Ankara’daki büro temsilcileri, hatta İstanbul’daki genel yayın yönetmenleri ya İzmirlidir ya da bir dönem İzmir’de yaşamıştır. Galiba bu röportajın sonunda İzmir’in insan ruhu üzerindeki etkileri psikologlar, sosyologlar tarafından incelemeye alınacak.

Siz seçimlerde aldığınız oyların cinsiyetlere göre dağılımına ilişkin bir araştırma yaptırdınız mı?
Hayır. Ama eşit biçimde dağıldığını düşünüyorum. Neyi kastettiğinizi anlar gibiyim.

Yakışıklılığınızın seçim başarınızda etkisi olmuş mudur?
Bilemiyorum. Beni yakışıklı olarak mı tanımlıyorsunuz? Ben daha çok tahmin ediyorum, hemşerilerimizin gözünde yakışıklı değil de daha farklı özelliklerimle algılanıyorum.

"Ecevit’le her gün görüşsem, aynı heyecanı duymazdım"
Şimdiye kadar hiçbir kadın size yakışıklı olduğunuzu söylemedi mi?
Bazen şaka yollu söyleyenler olmuştur da, seçmen bazında değil.

Anladım.
(Gülüyor) O kadar kaçtım ki cevaptan ne anladığınızı da bilmiyorum açıkçası.

Eğer milletvekili seçimlerine katılacak olsaydınız, DSP’de kalır mıydınız?
Ben 1991’den beri DSP’deyim. 1995’te milletvekili oldum. 1999’da da belediye başkanı seçildim. Ve bütün bu süreçte DSP’de çok huzurlu çalıştım. "DSP’nin sefasını sürdüm" diyebilirim. DSP’de insanı, özellikle benim konumumda bir insanı rahat bırakıyorlar. Çok rahat bir belediye başkanlığı yaptım. Siyasi partilerin belediyelerden çok büyük beklentileri, çok büyük talepleri olduğu bir dönemde benim partim, benim partime mensup bakanların benden herhangi bir talepleri olmadı. Herhangi bir baskı ya da yönlendirme ile karşılaşmadım. İşte bu yüzden ben hâlâ DSP’deyim.

Bülent Ecevit’le ilişkiniz nasıl?
Her zaman sevgi ve saygı çerçevesinde bir ilişki.

Ne hissediyorsunuz onun yanındayken?
Bir belediye başkanı olarak ben onunla çok seyrek bir arada olabiliyorum. Bu yüzden de heyecan dozu çok yüksek oluyor bu karşılaşmaların. Belki her gün her gün görsem aynı dozda olmayabilir heyecanım.

Ama zaten siz Hüsamettin Özkan ya da Şükrü Sina Gürel gibi çok fazla yanında olamazdınız başbakanın.
Neden?

Bu boyla kameraların kadrajının dışında kalırdınız. Siz hiç sizin boyunuzda bir devlet bakanı ya da başbakan yardımcısı gördünüz mü?
Hatırlamıyorum ama ben o kadar uzun muyum? Boyum 1,85.

YTP’den davet gelmedi mi size?
Hayır. DSP’den ayrılışının ardından Hüsamettin (Özkan) beyle birkaç kez görüştük ama bir davete ilişkin bir görüşme değildi bu.

Sizi sosyal demokrat yapan etken neydi?
Sanıyorum entelektüelliğim, okuduğum kitaplar. Sosyalist gelenekten geliyorum, hep o çevrede oldum. Hep sosyalist oldum. Bu yüzdendir o sizin "sosyal demokrat" dediğiniz çizgiye gelişim. Sosyalistliğimin ilk kıvılcımını yakan şeyin sanata, kültüre olan duyarlılığım olduğunu yazabilirsiniz.

İzmir eğer sahiden söylendiği gibi özgürlükçü bir şehirse, sizce bunun nedeni veya nedenleri ne?
Özgürlükçü iyi bir tanımlama, ayrıca uygar bir kent diye de tanımlayabiliriz; demokrat bir kent, ilerici bir kent diye. Bunun her biri için de elimizde çok sağlam veriler bulunuyor. Seçimlerdeki bu tanımlamaya uygun sonuçlar, birçok demokratik hareketin bu kentte başlaması ve hepsinden önemlisi insanların gündelik yaşam biçimleri İzmir’in Türkiye’nin diğer kentlerinden farklı olduğunu gösteriyor.

Nesi farklı İzmir’in gündelik yaşamının?
Genç kızların, kadınların sokaklarda çok rahat bir şekilde, herhangi bir kaygı duymaksızın dolaşabilmeleri, gençlerin özgürce eğlenebilmeleri, giyimleri, kuşamları, saçları, küpeleri ile kendilerini ifade edebilmeleri. Sonra İzmir çok fazla göç alan bir şehir. Güneydoğu veyahut doğudan gelen vatandaşlarımız İzmir’de, İstanbul ve Ankara’ya göre sosyal hayata daha çabuk entegre oluyorlar. Bu şehirde göç sonucu bir varoşlaşma olmuyor.

İzmir’in haritadaki konumu, yani Türkiye’nin geri kalanına sırtını dönmüş, kendini Batı’ya açmış, gözünü Batı’ya dikmiş olması, bütün evlerin cephelerinin Batı’ya dönük olması mı sağlıyor bu çoğulculuğu, demokratlığı acaba?
İzmir Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi. Bir kere bu etkili oluyordur. Sonra liman kentleri yeniliğe daha açıktır. Sonra bu şehirde yüzyıllar boyunca farklı inançta insanlar barış içinde bir arada yaşamış. Avrupa kültürünün temelleri de bu kıyıda atılmış. Antik Yunan felsefesi. Batı demokrasisi. Bu yüzden de son yıllarda ülkedeki en önemli tehditler olarak kabul edilen irtica ve bölücülük İzmir’de güç kazanamıyor.

Foucault "Denizini kaybeden şehirler düşlerini de kaybeder. Korsanların ve kadınların yerini casuslar ve polisler alır" der. Siz körfezi temizleyerek, denizdeki o pis kokuyu yok ederek kıyıdan kaçan İzmirlileri yeniden denizle barıştırdığınızı söylüyorsunuz. Bunun kent yaşamına olumlu etkileri nedir?
Foucault’nun sözü çok ilginç. Çünkü bakıyorum, insanlar deniz kıyısında vakit geçirmeye başladığından beri sanki zaten diğer büyük şehirlerimize göre düşük olan suç oranı daha da düştü. Kent içi ulaşımda deniz yoluna ağırlık verdik. Günde 60 bin kişi artık gemileri kullanıyor. Eskiden tıklım tıkış otobüslerde yolculuk yaparken zaman zaman taşıta zarar verenler olurdu. Orasını, burasını çizenler. Ama gemide yolculuklar çok daha barışçıl bir ruh haliyle yapılıyor. Deniz taşıtlarımız gıcır gıcır kalıyor.