Pazar “Kadın dergilerini önemsiyorum”

“Kadın dergilerini önemsiyorum”

07.08.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Ressam ve tiyatrocu Mehmet Güleryüz’ün bir dönem Votre Beaute dergisi için gerçekleştirdiği söyleşilerden oluşan “Güleryüzlü Sohbetler” isimli kitabı çıktı

“Kadın dergilerini önemsiyorum”

İnsanın anlatacak hikayesi arttıkça, bunu anlatmak için yeni alanlar aramaya başlıyor. Mehmet Güleryüz, ressam. Aynı zamanda tiyatrocu. Şimdi bundan 20 yıl önce sırtlandığı, ama yıllardır uyuyan bir işle karşımızda: Röportajcılık.
1990-1995 yılları arasında Votre Beaute dergisinde söyleşiler yapardı Güleryüz. Sanatçılar, yazarlar, iş adamlarıyla...
O söyleşilerden 21’ini bir kitapta topladı, kitabın adını da “Güleryüzlü Sohbetler” koydu. Ayrıntı Yayınları tarafından basılan kitapta Abidin Dino da var Güler Sabancı da, Aziz Nesin de Nilüfer Göle de, Ara Güler de Komet de...
Evet, en yenisi 15 yıllık ama sorulara ve verilen cevaplara bakınca, bu söyleşi geçen hafta yapılmış diye düşünebilirsiniz. Ne Türkiye’nin temel sorunları değişmiş, ne yakınılan olaylar ne de “yapılması gerekenler” listeleri...
Bazı fikirler değişmiş elbet, evrilmiş, kimi de sahipleriyle birlikte ayrılmış bu dünyadan. Türkiye’nin son yıllardaki değişimini ve bir türlü değişmeyenlerini takip etmek için iyi bir fırsat “Güleryüzlü Sohbetler”. Mehmet Güleryüz’le buluştuk ve bu kitaptaki cevapları değil; sorularındaki ipuçlarının izinde onun değişimini konuştuk.

“Kadın dergilerini önemsiyorum”


* Kitabın bir yerinde “Tuhaf bir zamanlama duygum vardır” diyorsunuz. Bu kitabın zamanlaması neden şimdi?

Biraz da tesadüfi. Arşivimi derlerken bu Votre Beaute dergileri geçti elime, okumaya başladım. Unuttuğum ve bana şu anda çok önemli gelen konularla karşılaştım. Birçok kişiyle hiç konuşmadıkları şeyleri konuşmuşuz.

* Bir kadın dergisinde söyleşi yapmaya nasıl ikna olmuştunuz?

Ben kadın dergilerini daha çok önemsiyorum. Eve giriyor bu dergiler ve evde kalıyor. Moda için bakan bir kadının sanatsal gerçekle karşılaşması ilgimi çekiyor. Çok ciddi bir kanal olduğuna inanıyorum. Votre Beaute dergisini Fatoş Erbil çıkarıyordu. Annesi Leyla Erbil dolayısıyla bir dostluğumuz var. Dört yıl sürdü bu söyleşiler, az değil.

“Temelde değişmedim ama, beklentilerimde farklılıklar var”

* 20 yıl sonra hepsini oturdunuz yeniden okudunuz. Sorularınızda kendinizle de karşılaştınız. Değişmiş misiniz?

Bugün muhakkak farklı şeyler sorabilirim ama o soruları yine de sorardım. Benim sorumun önemi kadar, o soru-cevaptan çıkanın da önemi var. Bugün de Aziz Nesin’e aynı soruları sorabilsem aynı cevapları alırım. 15 yıl evvelki cevaplar bugün Türkiye’de hala geçerli.

* Temel sorunlar pek değişmemiş. Sizin o sorunlara bakışınız aynı mı hala?

Temelde değişmediğimi sanıyorum ama beklentilerimde farklılıklar var. Soruları mesele edişimde keskinliklerim törpülenmiş, ama bünye olduğu gibi duruyor. Daha mesafeliyim bu kitaptaki halime göre.

* Peki daha spesifik konuşalım. Canan Beykal’la söyleşinizde örtünmeyi bir tehdit olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Hala aynı fikirde misiniz?

Bugün bunu kimse bir tehdit olarak görmüyor. Ben de görmeyebilirim. Her zaman özgür iradeden yanayım. Alafranga anlamda en erken sakal bırakanlardandım Türkiye’de. İki günde bir dövüşmek zorunda kalıyordum bu yüzden. Yıl 1957-1958...

“Sakalım yüzünden iki günde bir dövüşürdüm”

* Ne sakıncası vardı ki sakalın?

O zaman sokakta bir erkeğin yüzünde taşıdığı yalnızca ince bir bıyıktı. Ayhan Işık türü. Pos bıyık oldukça azdı, favori yoktu. Sakal hiç yoktu. İki üç tane ticanide vardı ancak. 15 günlüğüne bırakmıştım, sonra keserim diyordum. İnanılmaz bir tepkiyle karşılaştım. Adeta çıplak dolaşıyormuşum gibi bakıyorlardı. Omuz atıyorlardı, taksiler üzerime araba sürüyordu. Ben de o tepkiyi gördükten sonra kesmekten vazgeçtim.

* Kendisi gibi olmayana verilen tepkiyi bizzat yaşamışsınız. Buradan bakınca, örtünmeyi tehdit olarak gören düşüncenize bir özeleştiriniz olur mu?

Olur tabii. Ama kendimi tamamen haksız görürsem de haksızlık ederim. İnsanların inançlarına saygım var, inançsızlıklarına da saygı duyduğum gibi. Bastırılmış bir ortamdan geliyorum, babamın muhafazakarlıkları vardı. Ama şunun farkındayım, babam değerler muhafazasındaydı. Bunu haklı görürüm, ta ki ötekine verilen fırsat sizin üzerinizde baskı yapana kadar. Evet, laik rejim büyük bir baskı yaptı, ama kimsenin kafasını zorla açmadı. Şimdi iş zorla kapanmaya gidebilir.

* Nasıl olacak zorla kapanma?

Kendine özgü kapanma biçimi, bir üniformiteye döndü. Assos’un bir köyünde erkeklerin şehirde evlendikleri kadınların hepsi başlarını köydeki kadınlardan farklı örtüyorlar. Uzun pardösülerin
ve eşarpların rengi bile farklı. Bunun dışına çıkıp başını bağlayan, dışarıda kalıyor. Arada ton farkı var. İşte ben o ton farkından korkuyorum.


“Bütün eserler protest olunca hiçbir şey protest olmuyor”
n Kitabın bir yerinde “Tuhaf bir zamanlama duygum vardır” diyorsunuz. Bu kitabın zamanlaması neden şimdi?
Biraz da tesadüfi. Arşivimi derlerken bu Votre Beaute dergileri geçti elime, okumaya başladım. Unuttuğum ve bana şu anda çok önemli gelen konularla karşılaştım. Birçok kişiyle hiç konuşmadıkları şeyleri konuşmuşuz.
n Bir kadın dergisinde söyleşi yapmaya nasıl ikna olmuştunuz?
Ben kadın dergilerini daha çok önemsiyorum. Eve giriyor bu dergiler ve evde kalıyor. Moda için bakan bir kadının sanatsal gerçekle karşılaşması ilgimi çekiyor. Çok ciddi bir kanal olduğuna inanıyorum. Votre Beaute dergisini Fatoş Erbil çıkarıyordu. Annesi Leyla Erbil dolayısıyla bir dostluğumuz var. Dört yıl sürdü bu söyleşiler, az değil.
“Temelde değişmedim ama, beklentilerimde farklılıklar var”
n 20 yıl sonra hepsini oturdunuz yeniden okudunuz. Sorularınızda kendinizle de karşılaştınız. Değişmiş misiniz?
Bugün muhakkak farklı şeyler sorabilirim ama o soruları yine de sorardım. Benim sorumun önemi kadar, o soru-cevaptan çıkanın da önemi var. Bugün de Aziz Nesin’e aynı soruları sorabilsem aynı cevapları alırım. 15 yıl evvelki cevaplar bugün Türkiye’de hala geçerli.
n Temel sorunlar pek değişmemiş. Sizin o sorunlara bakışınız aynı mı hala?
Temelde değişmediğimi sanıyorum ama beklentilerimde farklılıklar var. Soruları mesele edişimde keskinliklerim törpülenmiş, ama bünye olduğu gibi duruyor. Daha mesafeliyim bu kitaptaki halime göre.
n Peki daha spesifik konuşalım. Canan Beykal’la söyleşinizde örtünmeyi bir tehdit olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Hala aynı fikirde misiniz?
Bugün bunu kimse bir tehdit olarak görmüyor. Ben de görmeyebilirim. Her zaman özgür iradeden yanayım. Alafranga anlamda en erken sakal bırakanlardandım Türkiye’de. İki günde bir dövüşmek zorunda kalıyordum bu yüzden. Yıl 1957-1958...
“Sakalım yüzünden
iki günde bir dövüşürdüm”
n Ne sakıncası vardı ki sakalın?
O zaman sokakta bir erkeğin yüzünde taşıdığı yalnızca ince bir bıyıktı. Ayhan Işık türü. Pos bıyık oldukça azdı, favori yoktu. Sakal hiç yoktu. İki üç tane ticanide vardı ancak. 15 günlüğüne bırakmıştım, sonra keserim diyordum. İnanılmaz bir tepkiyle karşılaştım. Adeta çıplak dolaşıyormuşum gibi bakıyorlardı. Omuz atıyorlardı, taksiler üzerime araba sürüyordu. Ben de o tepkiyi gördükten sonra kesmekten vazgeçtim.
n Kendisi gibi olmayana verilen tepkiyi bizzat yaşamışsınız. Buradan bakınca, örtünmeyi tehdit olarak gören düşüncenize bir özeleştiriniz olur mu?
Olur tabii. Ama kendimi tamamen haksız görürsem de haksızlık ederim. İnsanların inançlarına saygım var, inançsızlıklarına da saygı duyduğum gibi. Bastırılmış bir ortamdan geliyorum, babamın muhafazakarlıkları vardı. Ama şunun farkındayım, babam değerler muhafazasındaydı. Bunu haklı görürüm, ta ki ötekine verilen fırsat sizin üzerinizde baskı yapana kadar. Evet, laik rejim büyük bir baskı yaptı, ama kimsenin kafasını zorla açmadı. Şimdi iş zorla kapanmaya gidebilir.
n Nasıl olacak zorla kapanma?
Kendine özgü kapanma biçimi, bir üniformiteye döndü. Assos’un bir köyünde erkeklerin şehirde evlendikleri kadınların hepsi başlarını köydeki kadınlardan farklı örtüyorlar. Uzun pardösülerin
ve eşarpların rengi bile farklı. Bunun dışına çıkıp başını bağlayan, dışarıda kalıyor. Arada ton farkı var. İşte ben o ton farkından korkuyorum. n Kitabın bir yerinde “Tuhaf bir zamanlama duygum vardır” diyorsunuz. Bu kitabın zamanlaması neden şimdi?
Biraz da tesadüfi. Arşivimi derlerken bu Votre Beaute dergileri geçti elime, okumaya başladım. Unuttuğum ve bana şu anda çok önemli gelen konularla karşılaştım. Birçok kişiyle hiç konuşmadıkları şeyleri konuşmuşuz.
n Bir kadın dergisinde söyleşi yapmaya nasıl ikna olmuştunuz?
Ben kadın dergilerini daha çok önemsiyorum. Eve giriyor bu dergiler ve evde kalıyor. Moda için bakan bir kadının sanatsal gerçekle karşılaşması ilgimi çekiyor. Çok ciddi bir kanal olduğuna inanıyorum. Votre Beaute dergisini Fatoş Erbil çıkarıyordu. Annesi Leyla Erbil dolayısıyla bir dostluğumuz var. Dört yıl sürdü bu söyleşiler, az değil.
“Temelde değişmedim ama, beklentilerimde farklılıklar var”
n 20 yıl sonra hepsini oturdunuz yeniden okudunuz. Sorularınızda kendinizle de karşılaştınız. Değişmiş misiniz?
Bugün muhakkak farklı şeyler sorabilirim ama o soruları yine de sorardım. Benim sorumun önemi kadar, o soru-cevaptan çıkanın da önemi var. Bugün de Aziz Nesin’e aynı soruları sorabilsem aynı cevapları alırım. 15 yıl evvelki cevaplar bugün Türkiye’de hala geçerli.
n Temel sorunlar pek değişmemiş. Sizin o sorunlara bakışınız aynı mı hala?
Temelde değişmediğimi sanıyorum ama beklentilerimde farklılıklar var. Soruları mesele edişimde keskinliklerim törpülenmiş, ama bünye olduğu gibi duruyor. Daha mesafeliyim bu kitaptaki halime göre.
n Peki daha spesifik konuşalım. Canan Beykal’la söyleşinizde örtünmeyi bir tehdit olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Hala aynı fikirde misiniz?
Bugün bunu kimse bir tehdit olarak görmüyor. Ben de görmeyebilirim. Her zaman özgür iradeden yanayım. Alafranga anlamda en erken sakal bırakanlardandım Türkiye’de. İki günde bir dövüşmek zorunda kalıyordum bu yüzden. Yıl 1957-1958...
“Sakalım yüzünden
iki günde bir dövüşürdüm”
n Ne sakıncası vardı ki sakalın?
O zaman sokakta bir erkeğin yüzünde taşıdığı yalnızca ince bir bıyıktı. Ayhan Işık türü. Pos bıyık oldukça azdı, favori yoktu. Sakal hiç yoktu. İki üç tane ticanide vardı ancak. 15 günlüğüne bırakmıştım, sonra keserim diyordum. İnanılmaz bir tepkiyle karşılaştım. Adeta çıplak dolaşıyormuşum gibi bakıyorlardı. Omuz atıyorlardı, taksiler üzerime araba sürüyordu. Ben de o tepkiyi gördükten sonra kesmekten vazgeçtim.
n Kendisi gibi olmayana verilen tepkiyi bizzat yaşamışsınız. Buradan bakınca, örtünmeyi tehdit olarak gören düşüncenize bir özeleştiriniz olur mu?
Olur tabii. Ama kendimi tamamen haksız görürsem de haksızlık ederim. İnsanların inançlarına saygım var, inançsızlıklarına da saygı duyduğum gibi. Bastırılmış bir ortamdan geliyorum, babamın muhafazakarlıkları vardı. Ama şunun farkındayım, babam değerler muhafazasındaydı. Bunu haklı görürüm, ta ki ötekine verilen fırsat sizin üzerinizde baskı yapana kadar. Evet, laik rejim büyük bir baskı yaptı, ama kimsenin kafasını zorla açmadı. Şimdi iş zorla kapanmaya gidebilir.
n Nasıl olacak zorla kapanma?
Kendine özgü kapanma biçimi, bir üniformiteye döndü. Assos’un bir köyünde erkeklerin şehirde evlendikleri kadınların hepsi başlarını köydeki kadınlardan farklı örtüyorlar. Uzun pardösülerin
ve eşarpların rengi bile farklı. Bunun dışına çıkıp başını bağlayan, dışarıda kalıyor. Arada ton farkı var. İşte ben o ton farkından korkuyorum. n

*İnsanlık Anıtı’nın yıkımına karşı protestolar sizi tatmin etti mi?

Hayır. Açık konuşayım, ben utandım. Oraya gittiğimiz zaman katılımın çok farklı olacağına inanıyordum. Arkasını getirmemiz lazımdı. Üstelik yaratıcı bir kesimden söz ediyoruz. Bu protestonun ifade edilmesinden sanat bile üreyebilirdi. Şu da var. Katılım yok ama varmış gibi gösteriyoruz. Yahu neredesiniz? Sizi bundan fazla ne ilgilendirir? Bugün hangi mevzi kazanıyorsa, bunun arkasında inancında süreklilik, gereğini yapma, yerinde durma var.

* Heykelin yıkılma sürecinde içinde bulunduğunuz çevre adına hayal kırıklığına uğradınız mı?

Tabii uğradım. Ama söylemek de istemiyorum. Hiç olmazsa kuyruğumuz dik dursun. Ama o da kalmadı. Biz yenildik filan değil. Biz terk ettik. Kaçtık, savaşmadık. Şimdi bak, izi bile yok.

* Komet’le yaptığınız söyleşide; “Biz Türkiye’de yaşanan politik ortamın değişmesini arzulayan, bunu resimde yapmaya çalışan bir
kesimdik” diyorsunuz. Bugüne bakınca bir mağlubiyet mi görüyorsunuz?


Mağlubiyet demeyelim. Halen geçerli, yenilenen bir duruş içinde miyiz? Evet. Fakat vidanın boşa döndüğünü fark etmemek en büyük aymazlık. Sizin o vidayı soktuğunuz duvar, arka tarafından boşaltıldı. Artık ortada duvar yok. Mesela bugün görsel sanatlarda protest olmayan hiçbir iş görmüyorum. Hepsi protest olunca hiçbir şey protest değil. Diyorlar ki “Çok sert bir iş”. Çok sert iş filan yok ortada. En can alıcı konularla ilgilenen bir sanat var gibi, ama aslında hepsi birbirinin aynı.

“Biz terk ettik. Kaçtık, savaşmadık. Şimdi bak, heykelin izi bile yok”

* Abidin Dino diyor ki söyleşinizde; “Birtakım denemeler tarih boyunca aynı kaderi yaşadı. Fransız Devrimi 10 yıl sürdü. Paris Komünü birkaç ay sürdü. Bu deneme 70 yıl sürdü veya daha fazla.” Cumhuriyetten söz ediyor. Tam da bugünün güncel tartışması...

Dino’ya katılıyorum. Bu dönem kapanmıştır. Ben II. Cumhuriyetçi filan değilim, ama bir dönemin sonundayız. Önemli bir değişim. Demokrasi adına her şey iyi gözüküyor. Ordunun çekildiği nokta demokrasi için gerekli. Ama onun yerini alacak şeyler de kuruluyor. Bunu yapanların otokontrolü var mı? Bugün maalesef sol düşünce büyük bir mevzi kaybında. Herkes alanın gerisine çekildi. Beklenmedik bir şekilde teslim olundu. Demek ki aslında çok da inanılmıyormuş.

* Neye, sola mı?

Sol sola inanmıyordu diyebiliriz. Sahaya bile çıkılmadı. Yoksa mücadelenin bütün unsurları halen var. Ama şu anda sahada bir takım oynuyor. Sol hükmen mağlup. Buna sadece sol da demeyelim. Karma bir takım da olabilir. Muhalefet diyebiliriz buna.

* Mevcut muhalefetin fikri takibini nasıl buluyorsunuz? Mesela Kars’ta İnsanlık Anıtı’nın yıkımına karşı protesto yapıldı, siz de oradaydınız. Heykel yerle bir ve kimse bundan söz etmiyor artık.

Biz bir şeye bir kere hayır diyoruz. “Yok, ben ondan yana değilim” diyorsun, üzerine düşeni yaptın sanıyorsun. Hadi gerçekçi olalım, zaten onu da yarım gönülle yapıyorsun. Gücünün ancak binde onunu koyuyorsun ortaya. Aslında ne var biliyor musun? Herkes başka çıkış noktalarına da bakıyor aynı anda.

* Nasıl? Her an o muhalefet ettiğinin yanında olabilir mi?

Biraz öyle görüyorum artık. Bir kere çabuk pısan bir tarafımız var.

* Pısırıklığın yanında üşengeçlik de var mı?

Üşengeçlik demeyelim; tembellik. Kendi varlığının korunmasında bile bir tembellikten söz ediyoruz. Kişiliği, inançları, düşünceleri, hepsinde tembel.


“Türk edebiyatında resimdeki kadar özen yok”

* Kitabın bir yerinde edebiyatçıların resme ilgi duymadıklarını, resmi yanlış anladıklarını söylüyorsunuz. Geçerli bu fikriniz?

Evet. Resimde sistem meseleleri tartışılıyor. Kurgusu, felsefesi ve oluşturduğu dil farklılıklar gösteriyor. Edebiyatta böyle bir şey göremiyorum. Edebiyatta bu iç kurgu, alan derinliği ve dil özeni yok. Daha erken dönemlerde bu tür bir özen vardı. Bugün ise bestseller’ı besleyen piyasa tarafından işgal altında edebiyat. Başka bir şey daha var. Türkiye’de edebiyatın en büyük eksiklerinden biri; edebiyatçıların görsel sanatlarla ilgili hiçbir bilgisinin olmaması. Mesela Orhan Pamuk, eskiden resim yapmak istiyormuş. Yapamadığı zaman orada kalmış. İnsanlar bizzat yapmıyorlarsa ilgileri kesiliyor. Pamuk’un resim üzerine söyledikleri nedir diye baktığınızda... “Benim Adım Kırmızı”da bir resim bilgisi görmedim ben. Hayal kırıklığına uğradım.

* Ya tam tersi? Ressamların edebiyatla ilişkisi nasıl?

Ressamlar edebiyatı bilir, takip ederler. Zaten okumazsa nasıl olabilir ki?