Pazar ‘Kadınları tanımak istemiyorum’

‘Kadınları tanımak istemiyorum’

08.07.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ahmet Altan’a aşk okulu açmasını öneren köşe yazarı Serdar Turgut, kadınları gizemli bulmuyor. "Rana da anlayamamış, bana soruyor kadınların gizemini" diyor

‘Kadınları tanımak istemiyorum’

Serdar Turgut kışkırtıcılığın, gazetecinin mesleki sorumluluğu olduğunu söylüyor
‘Kadınları tanımak istemiyorum’

Ahmet Altan’a aşk okulu açmasını öneren köşe yazarı Serdar Turgut, kadınları gizemli bulmuyor. "Rana da anlayamamış, bana soruyor kadınların gizemini" diyor

Ahmet Tulgar

İstanbul’un Anadolu yakasında, sıcaktan kavrulan TEM otoyolunun yanı başında, dev konut bloklarının arasında bir çay bahçesinde buluştuk Serdar Turgut’la. Türkiye’nin önde gelen köşe yazarlarından herhangi birinin röportaj için pek de uygun bulmayacağı bir orta sınıf coğrafyasındayız. Cappucino değil, Türk kahvesi içiyoruz.
Ama zaten Serdar Turgut da herhangi bir köşe yazarı değil. Sokaktan kopmadığını, siyasilerle konuşmak yerine işsizleri dinlediğini söylüyor. "Provokatif olmak gazetecinin mesleki sorumluluğudur" diyor.
Bir süre sonra aramıza Turgut’un köşe yazılarından tanıdığımız ve bugüne kadar medyada görünmeyen menekşe gözlü karısı Rana Turgut da katılıyor. Sorularımı cevaplıyor.
Sevincim iki katına çıkıyor.
Tertemiz iki insan tanıyorum.

Neden Ataşehir’e taşındınız? Burası pek medyatik bir semt değil. Neden Beykoz Konakları değil mesela?
Biz kiradaydık. Buradan ev aldık. Aslında burada hayat son derece modern. Sabah çıkıyorsun sokağa, herkes spor yapıyor, birbirine "Günaydın" diyor. Toplu yoga dersleri veriliyor. Sonra burada orta ve ortanın üstü sınıflar oturuyor, iyi insanlar. Zaten bizim gücümüz Beykoz Konakları’na falan yetmez. Sanırım iki tür köşe yazarı bulunuyor. Biz de kötü kazanmıyoruz ama oralarda onu, bunu alacak paramız olmadı. Karı koca çalışarak bir Bodrum’da bir yer yaptık bir de buradaki evi aldık.

Ama siz Hürriyet gazetesinin en çok okunan köşe yazarlarından birisiniz. Çok kazanan bir köşe yazarı olmak için başka şeyler mi gerekiyor?
Köşe yazarlarının çok kazandığı kanaati biraz imaj meselesi galiba. Bazı insanların yaşam biçimlerine bakıyorlar ve bunu genele yayıyorlar. Çok zengin olanlar transfer filan olmuşlardır. Ben kendi değerimi serbest piyasada denetme imkanını pek bulamadım. Bana bakıyorlardır, benim yaşama biçimime, "A, buna bu kadar yeter" diyorlardır. Aslında krizden önce bana verilen maaş dünya standartlarına uygun. Türkiye basınında bu standartlar aşılmıştı.

Köşe yazarı çok kazanınca sokağın gerçekliğinden kopuyor ve bu da yazılarına yansıyor mu?
Ben bugünlerde çok mutsuzum. Çevremdeki iyi eğitimli, kültürlü birçok insan işsiz kalmış. Bunların evlilikleri, bütün hayatları tahrip oluyor işsizlik yüzünden. İntiharı düşünüyorlar. Bugün bu konuları yazmayanlar siyasilerle konuşmak yerine onlarla konuşsalar bakış açıları değişir herhalde.

Gazeteler bu krizi tam olarak yansıtabiliyor mu yoksa bir psikolojik terapi, pedagojik eğitim aracı işlevi mi görüyor?
Ben şimdi bu konularda konuşursam genel yayın yönetmeni bana kızar. Ama doğruyu söylemem gerekirse tam, net olarak göremiyorum. Ama bir gazete de hep berbat haberlerle mi çıkacak? Türkiye’nin bugünkü görüntüsü bu berbat haberler. Fakat profesyonel olarak böyle bir gazete çıkarmak da mümkün değil. Ayrıca benim bu işsiz kalmış arkadaşlarım da okur olarak haberden kaçıyor. "Sex and the City", "Seinfeld" en fazla seyrettikleri programlar, haberden kaçıyorlar, sadece İngilizce programları seyrediyorlar. Ekonomi haberlerine de sadece bir iş imkanı olabilir mi diye bakıyorlar. Bu bir trend. Bu yüzden bütün gazeteler magazine yöneliyor.

Peki, gidişat nereye?
Türkiye’de gerekli olan üretim. Ama Türkiye’de devamlı döviz, faiz, onlar tartışılıyor. Ben 18 ay önce "Ekonomi batıyor, ‘Öteki Türkiye’ denilen bir yerde insanlar çok zor durumda" dedim. Şimdi benim grubum da dahil oluyor "Öteki Türkiye"ye.

Sosyalistler niye bu kesimleri etki alanına alamıyor?
Türk insanının kişiliğine ortaklaşa, omuz omuza iş yapmak ters düşüyor. Herkes bireysel kurtuluş peşinde. Faşizme yatkın bizim memleket.

Derviş, Harvey Keitel gibi
Kemal Derviş’i ne olarak görüyorsunuz?
Siyasiler bu işi çözmek için yapılması gerekenleri yaparlarsa bunun siyasi hayatlarının sonu olacağını anladılar, dışarıdan Derviş’i çağırdılar. Teknik olarak bu işi çözecek, sonra da gidecek. Siyasi olarak başarılı olması mümkün değil o adamın.

Neden?
Çünkü çözdükçe bir sürü insan işsiz kalacak, bir dolu insan acılar çekecek. Öyle bir insana oy verir mi Türkiye?

Medya niye ona siyasi gelecek çiziyor o zaman?
Çünkü sanal bir dünyada yaşıyor Türkiye. Derviş işi yapacak, gidecek.

Hani kara filmlerde temizlikçiler olur, gelir, pis işi yapar, gider, öyle mi?
Harvey Keitel gibi çözecek, gidecek.

Siz yayın yönetmeniniz Ertuğrul Özkök’ü yazılarınızda bir figür olarak kullanıyorsunuz. Onunla bizim yayın yönetmenimiz Mehmet Yılmaz’ı karşılaştırır mısınız?
İkisi de son derece profesyonel insanlar. Bir süre birlikte çalıştılar. Hayatları ayrı ayrı yönlere gitti. Ertuğrul Bey’in daha başka idari görevleri de oldu. İş konusunda da adımlar attı. Söylüyor bunu yani, bu gizli değil. TÜSİAD’a üye. Mehmet Yılmaz bunu yapmadı, daha çok yayında kaldı. İkisi de başarılı insanlar. İkisi de "cool" insanlar. Bu seviyeye geldiğinizde biraz sinirlerinizi aldırmanız gerekiyor. Kolay iş değil. Altınızda bir dolu senin gibi, benim gibi problemli insanlar oluyor. Evet, bence ikisi de "cool". Bana kalırsa Milliyet ve Hürriyet aleyhine bir dolu şey söylerim ama onların çalışma ortamını düşününce bu doğru değil.

Köşe yazarlarını okur musunuz?
Hayır. Bir kere siyasi yazanları artık okumamaya başladım. Çok sıkıcı buluyorum. Ben şuna bakıyorum yazarda: Hangi konuda yazarsa yazsın birazcık provoke edici bir şey söylemek zorunda. Bunu mesleki bir sorumluluk olarak yapmalı. Siyasi yazı "Hükümet ne olacak?", "IMF" falan, bunlar değil. Okurlar da bunun farkında.

Hürriyet gazetesinde sizin işleviniz bir "suni muhalefet" olabilir mi?
Olabilir. Bunun bence bir sakıncası yok. Özkök kendisi de söylüyor zaten, "Hürriyet’te her şeyi bulabilirsiniz" diyor. Benim son dönemde ezilen insanlarla dayanışma yazıları yazıyor olmam Hürriyet’in hoşuna da gidiyor olabilir.

Sekse ilişkin yazmayı bıraktınız.
Çünkü seksin doğrusu olmaz. Ben o kadar çok seksüalite biçimi biliyorum ki, saysam Hürriyet kapanabilir. Ben bunları normal görüyorum. İki gelişkin insanın baskı altında kalmadan anlaştığı her şey normal sekstir.

Seks çok komik bir şey
Mutlaka iki kişi mi olmalı?
Tek kişi de olabilir. Onanizm yani.

Ben ikiden fazla kişiyi kastettim.
Aile ilişkisiyse, o da zar zor giden bir şey. Ne yazacaksınız bu konularda?

Penisi niye bıraktınız peki?
Yeni bir şey bulsam yine penis yazacağım ama aklıma yeni bir tarafı gelmiyor. Kalmadı artık.

O kadar sınırlı bir şey mi penis?
O yetenek olsaydı bende keşke. 365 gün penis yazan en yetenekli yazardır.

Penis gibi vajinaya ilişkin de yazı yazılabilir mi?
Düşündüm vajina yazmayı ama o konuda "humour"u bulamadım. Penis çok daha mizaha yatkın bir organ.

Bir de penis daha dışa dönük değil mi?
Tabii. Açıkta.

Penis yazıları yazarken, duşta bedeninize, organınıza baktığınızda gülüyor muydunuz?
Hayır. Benim yaptığım şey çok profesyonel bir şeydi. Ama seks genelde çok komik bir şey.

Ahmet Altan’ın "İsyan Günlerinde Aşk"ını okudunuz mu?
Tartışmanın açıldığı, o 31 Mart Vakası’yla ilgili bölümlere baktım. Neden tartışma açıldığını da anlamadım. Bu tartışmaların suni olduğunu düşünüyorum.

Bu tartışmanın açılacağını bilerek, isteyerek yazmış olabilir mi?
Büyük ihtimalle. Yazdığı her kitaptan sonra böyle bir tartışmanın çıkması bana doğal gelmiyor.

Ahmet Altan’ın bir aşk okulu açmasını önerdiniz.
Neden böyle şeylere ihtiyacı olduğunu anlamıyorum, iyi bir romancı. Belirli bir ekonomik özgürlüğü olduğu için böyle bir işe girişmiş. Kadınları tanıyan insan imajı onun hoşuna gitti. Ben mesela kadınları tanımak istemeyen bir yazarım. Ben kadınların gizemini göremedim pek. Rana da soruyor, "Nedir bu gizem, bana da anlat" diyor.

Gizemli değil mi Rana Hanım?
Öyle derin, anlaşılmayacak bir gizemi görmüyor kendisinde. Ben bıraktım kadınları anlamayı.

"Serdar’ın okurları beni cadaloz sanıyor"
Hiç kızdığınız yazısı olmuyor mu Serdar Turgut’un? Özellikle sizinle ilgili olanlardan...
Rana Turgut: Hayır. Zaten tepki alabilir miyim, diye düşündüğünde önceden bana gösterir.
Bütün yazılarını önceden okuyor musunuz?
R.T.: Çok seyrek. Ama yayınlandıktan sonra mutlaka okurum.
S.T.: Rana’yla ilgili değil de kritik konularda yazdığım yazıları okutuyorum. Mesela geçenlerde RTÜK’le ilgili bir yazı yazdım. Çıkmadı gazetede. Çünkü Rana okudu ve "Uygun değil" dedi. Ben güvenirim onun bakış açısına.
R.T.: Tabii, benimki dışarıdan bir göz çünkü. Dikkatli bir okurum ben.
S.T.: Bu arada seni de daha çok Rana okumaya başladı önce. O benim dikkatimi yöneltti sana.
R.T.: Çok da seviyorum röportajlarınızı ama bir eleştirim de olduğunu söylemeliyim.

Nedir?
R.T.: Beni bir kadın okur olarak giyim tarzınız biraz yoruyor. Çok renkli tişörtler ya da postal tarzı ayakkabılarınız. Ben sizi daha çok Sinan Çetin, Okan Bayülgen gibi tek renkli bir kıyafet içinde görmek istiyorum.

Evliliğinizi ve Serdar Turgut’u anlatır mısınız biraz?
R.T: Bana birkaç dakika verin, düşüneyim.
S.T: Biz bir karar aldık 10 sene önce bir şeyi beraber yürütmeyi ve bu kararı aldığımız için de keyifliyiz. Ben evcil bir insanım zaten.
R.T.: Evet, hayatı keyifli tarafından yürütmeyi az çok beceriyoruz gibi. Serdar kolay yaşanabilir bir insan.

İştahlı, yemeğe düşkün biri mi Serdar Turgut?
R.T.: İkimiz de çok iştahlıyız. Kilo problemimiz olmasa...
S.T.: Bodrum’a gittikten sonra alışkanlıklarımızı değiştirdik biraz, otlar filan yetiştiriyoruz. Mesela bir mantı icat ettik, hamur yerine mantar kullanıyoruz. Kıyma, soğan filan.
R.T.: Üzerine de sarımsaklı yoğurt...
S.T.: Bir de bisiklete filan biniyoruz.

Okurlar sizi tanıyor mu?
R.T.: Evet, benim Serdar’ın karısı olduğumu öğrenince şaşırıyorlar, daha cadaloz birini bekliyorlar. Özellikle Serdar’ın kadın okurları beni çok merak ediyor.




PAZAR