Pazar "Kaybetmeyi hiç sevmem"

"Kaybetmeyi hiç sevmem"

19.02.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Petrol Ofisi'nin CEO'su Jan Nahum "Otomobillere meraklıyım. Türkiye'nin iddialı olmasına meraklıyım. Patent üreten, teknoloji yapan bir Türkiye, işte böyle bir merakım var" diyor. Günde ortalama üç saat uyuyan Nahum bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Mecburiyet. Sorumluluk duygusu. Üstüme aldım, yapmak zorundayım. Başarısız olmaktan hiç hoşlanmam"

Kaybetmeyi hiç sevmem

Sabah 5'te veya öğleden sonra 4'te olacaktı randevumuz. Bir adam sabah 5'e randevu verebiliyorsa, bu onun hakkında çok şey söyler bence. Sonra 4'e karar verdi. Ercan'la gittik, tam zamanında odasına kabul etti ve "Sadece bir saatiniz var" dedi. Hayatımızda bir saatte konuşamayacak kadar çok konuştuk. Röportajı dinlerken "Ah keşke yer olsaydı da atmasaydım" dediğim çok şey oldu. Türkiye otomotiv sektörünün "dahi çocuk"u, Koç Grubu'nda uzun yıllar çalıştıktan sonra Fiat için İtalya'da iyi işler yapan, şimdi de Petrol Ofisi'nin CEO'su Jan Nahum. Çılgın enerjili, sonsuz üretken, dağınık saçlı bir adam. Bence yerine göre çok komik, Türkiye ve İstanbul aşığı bir dahi. Karakter, reklam ajansımızın bize yaptığı teklifle çıktı. Bir kahramanlık öyküsü yaratma ve kendinizi bu öykünün içinde konumlandırma şansınız varsa, bu bir fırsat. Bizim tüketiciyle doğrudan etkileşim halindeki ara yüzümüz pompacı. Bizi temsil eden, akaryakıtı arabaya koyan pompacı. Bu kahramanın pompacı olması gerektiği kanaatine vardık. Pompacılık genelde çok yüceltilen bir iş değil. Petrol Ofisi reklamlarında kullanılan "Poman" gibi bir karakterin çıkmasına nasıl karar verdiniz? Evet, biz bir kahraman yaptık, pompacıya bir misyon, bir hedef yükledik. Yapmak istediğimiz hizmet anlayışımızı aktarabileceğimizi fark ettik. Düşünsenize, her zaman tüketicinin hizmetine koşan bir kahraman. Siz yücelttiniz... Açıkçası ilk başta pek ısınmış değildim. Fikir doğruydu. Benim bir zaman kendi içimde yoğurmam gerekiyordu. Yoğurdum, sonra "tamam" dedim. Bir de tam kış döneminin içindeydik, tam da bizim bir kış yakıtımız çıkıyordu. Kahramanımız zaten öyle doğdu; şimdi de yaşıyor... Kahramanı sevdiniz mi? Değişim hep acı verir, biz de bu sancıları yaşıyoruz. Ekibimiz sabahlara kadar çalışıyor. Çoğumuzun özel hayatı sekteye uğruyor. Alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız. Bir yük var, hem bireyin hem de kurumun sırtında. Bazılarımız adapte olur, devam eder; bazılarımız olamaz, ayrılır. Yeni yüzler gelir, onlara alışmak zorundasınız. Yeni bir yapının mimarısınız. Bu değişim kolay olmasa gerek. Bu doğal bir uzantı. Petrol Ofisi, Türkiye'nin akaryakıt ve maden yağı sektörünün lideri. Böyle büyük boyutlu kuruluşların üstlenmek mecburiyetinde oldukları sosyal sorumluluklar vardır. Mümkün mertebe kendi sahaları etrafında tabii. Biz, içten yanmalı motorlara yakıt veririz ve otomotiv endüstrisine yakınız. Türkiye'nin marka çıkarma dönemindeyiz. "Petrol Ofisi böyle bir göreve aday" dedik. Hem ülke marka olacak hem de kendisi marka olacak. Dünyaca en çok izlenen, en çok etki yapan Formula 1 sporuna bulaşarak bunu yapabileceğimizi düşündük. 20 ülke bunu yapabilmişse, Türkiye de bunu yapabilir. Formula 1'e verdiğiniz destek de değişimin bir parçası mı? "Takım çok iddialı" Aynen öyle. Türkiye'nin markasını da, Petrol Ofisi ismini de dünyaya taşıdık. Hem sosyal sorumluluk hem de bizim kazancımız var. Ayrıca İstanbul Park'taki araçlara yakıt vereceğimiz bir istasyonumuz da var. Petrol Ofisi Grand Prix'si olarak mı geçiyor? Formula'nın isim hakkının bir hakkı vardır tabii, ama kontratım bunu sana söylememi engelliyor. Ben bütçeden değil de, yarattığımız değerlerden konuşmaktan daha büyük bir haz duyuyorum. Ne kadar bir bütçe ayırdınız bu sponsorluğa? Bir defa çok alçakgönüllü bir adam. Formula 1'de zirveye çıkmış bir pilot. Takımı çok iddialı. Mükemmeliyet, takımcılık, zorlukları aşmak, rekabetçilik, disiplin, hazırlık; bunların hepsi bence birer meziyet. Bunların başarılı bir pilotta olması gerekir. Bizim de kurum olarak bunları sindirmemiz, doğru algılamamız lazım. Giancarlo Fisichella'dan ne bekliyorsunuz? Benim yıllardır, go-kart günlerinden beri takip ettiğim bir isim Jason Tahincioğlu. Vaktiyle ben de go-kart yapardım. Sonra Formula günlerinde de onu takip ettim. Altyapısını sindirerek geliştiren bir pilot. Şimdi uluslararası iddiası oluşmaya başladı. Vakti geldiğinde başka pilotlar da radarımıza girecek ve hepsini değerlendireceğiz ama bugün için değerlendirdiğimiz tek pilot Jason. Genç bir pilot temsil ediyor bizi: Jason Tahincioğlu. Jason'a nasıl karar verdiniz? "İtalyanca savaş verdim" 23 ay. İtalya'da ne kadar kaldınız? Çok iyi geçti. Astığım astık, kestiğim kestik, istediklerimi yaptım. Nasıl geçti? Tofaş'ta öğrenmiştim. Kafa göz yara yara. Her gün İtalyanca savaş vermem gerekiyordu. İtalyanca bilir miydiniz? Ben görevimi tamamladım. Uluslararası yapılandırmayı bitirdik, çalışmayan fabrikaları kapattık, ürün politikalarını değiştirdik. Neden bıraktınız? Görevim buydu. Hepsi sevdi diyemem. Olması gerekeni yaptım. Herkesin hoşnut kalması beklenemezdi. Bugün Tofaş'a geliyor olan Mini Cargo'yu getirebilmek için çok uğraştım. O araç İtalya'da yapılacaktı, yurtdışında daha iyi yapılacağını kanıtladım. Üstelik, yurtdışı pazarı içinde de, Türkiye'nin en iyi üretimi yapabileceğini ispat ettim. "Türkün biri geldi başımıza, illallah" demediler mi? Ortalama üç saat. Günde kaç saat uyuyorsunuz? Çok zor. Bol vitamin falan alıyorum. Hafta sonu günde altı saat uyuyorum. Nasıl dayanıyorsunuz? Mecburiyet. Sorumluluk duygusu. Üstüme aldığım işi yapmak zorundayım. Başarısız olmaktan hiç hoşlanmam. Hiç. Kaybetmeyi hiç sevmem. Neden peki? Aslında kullandığım sadece bir tanesi, bunu eve de götürüyorum. Diğerleri de burada duruyordu... Masanızda üç tane laptop görüyorum. O da burnumu silmek için! Bir de çekmecenizde tuvalet kağıdı gözüme ilişti. "Uzay merakım yüzünden oğullarım benimle alay ediyor" Kısmen. Ama biraz da çocukların bu merakını artırmak için yaptık. Eşim Yüzyıl Işıl Okulları'nın yönetim kurulundaydı zaten. Oradaki çocukların araştırma ruhunu geliştirmeye faydalı olur diye düşündük. Ben kendime bir teleskop almaya karar vermiştim aslında. Hanım "Sen kendine ne alıyorsun, okula alıp koyalım da çocuklar da bakarlar" dedi, sonra da iş büyüdü, neredeyse bir rasathaneye dönüştü. Türkiye'nin en büyük teleskoplarından biri orada. Sizin Yüzyıl Işıl'da "Nahum Gözlemevi" adı altında, bir nevi küçük bir rasathane kurduğunuzu okumuştum. Evet ama benimle çok alay ediyorlar. Oğullarınızla iyi anlaşıyorsunuzdur herhalde. Bu uzay şeylerinden dolayı. Ben konuşmaya başladığım zaman yanımdan gidiyorlar. Oysa ben onlarla çok iyi anlaşıyorum. Neden? İlgim devam ediyor ama bu aralar biraz aksattım. Görevim mastır öğrencilerine entrikalarıyla, stratejileriyle endüstriyi anlatmak. Düşebilecekleri çukurlar konusunda eğitip daha az bocalamalarını sağlamak. Sabancı Üniversitesi'nde ders vermeye devam ediyor musunuz? Pratik hayatta başımdan geçen tecrübeleri onlara aktarmayı deniyorum. Nasıl oluyor bu? "1800'lerden beri var olan tüm gemi modellerini yaptırttım" Fotoğrafı seviyorum ama fırsat kalmıyor açıkçası. İstanbul'a meraklıyım. Adalar'a, vapurlara ve iskelelelere. Eski İstanbul'a meraklıyım. Hep hayal ediyorum, eğer İstanbul'u 1950'lerdeki gibi saklayabilseydik, etrafına pilot şehirler kurabilseydik ve onları taşıma kanallarıyla merkeze taşıyabilseydik diye... O zaman kültür merkezi falan olmak için çabalamamıza gerek kalmazdı, zaten kendinden olurdu. Herkes "N'olur yapalım" derdi bize. 1800'lerden beri var olan tüm gemi modellerini yaptırttım, şimdi iskele modellerini yaptırtacağım da vakit bulamadım. İnşallah üçüncü emekliliğimde... Spor olarak kayak yapmayı seviyorum. Otomobillere meraklıyım. Türkiye'nin iddiasına meraklıyım. Patent üreten, teknoloji yapan bir Türkiye, işte böyle bir merakım var. İlgi alanıma gelince; arkeoloji, astronomi ve efsaneler ile dinlerin karışımından meydana gelen yeni bir akım... Çok çalışıyorsunuz, insanlar sabah 5'te işe geldiğinizi söyler. İş dışında başka şeylere vakit kalıyor mu? Din kitaplarında olan ve birçoğu bize "olmaz" gibi görünen efsanelerin, arkeolojide ve astronomide elde edilen bulgularla bir sürü insanın aklında acabalar oluşmaya başladı. Olmaz diye gördüklerimizin aslında olabileceğini gösteren bir akım bu. Buna dolaylı olarak ilgim arttı. Nasıl bir akım bu? Zekeriya Sitchin, Allen Alford, Graham Hanchock gibi isimler var. Mısır arkeolojisi, Mars gizemleri... Bir yığın şey var. Sümer tabletlerini de inceleseniz bir sürü şey var. Gelin görün ki daha Sümer tabletlerini inceleyemedik biz daha. Yanılmıyorsam Arkeoloji Müzesi'nde 80 bin tablet var ve bunları okuyabilen topu topu bir hanım var. İnşallah bu hanım, efsanelerdeki gibi bin yaşına kadar yaşar da hepsini okumaya fırsatı olur. Yoksa onlar kaybolup gidecek... Kimler okunuyor bu akım çerçevesinde?