Pazar "Kendimi Picasso kadar güçlü bir sanatçı gibi hissediyorum!"

"Kendimi Picasso kadar güçlü bir sanatçı gibi hissediyorum!"

27.02.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün seçtiği aryalardan oluşan "Arta Kalan Zamanda" adlı CD'si üç hafta boyunca, D&R'ın yabancı müzik listelerinde 1 numaradaydı. Özkök sanat konusunda tüketici olmanın da müthiş bir sanatkarlık olduğunu söylüyor. Bu konuda hayli iddialı: "Kendimi Picasso kadar güçlü bir sanatçı gibi hissediyorum!"

Kendimi Picasso kadar güçlü bir sanatçı gibi hissediyorum

Peki hangisi Ertuğrul Özkök?Galiba ikisi de. Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök. Sevdiği aryalardan hazırladığı "Arta Kalan Zamanda" adlı CD'ye bakarsanız bir yanı keder içinde. Ama bir yanı da şaraptan gazeteciliğe elini neye atsa tadını çıkardığını belli ediyor. 1,5 saati geçen söyleşi sırasında iki yanını da gördüm. Rahat, telaşsız, güvenli... Hemen orada "büyük kararlar" alabilir. Ama bir yandan da kırılgan, yalnız ve hüzünlü. Arka arkaya iki kez Mahler dinlese gözleri dolu dolu olabilir. Filiz Ali'nin yorumu çok önemli benim için; kendisine teşekkür ederim. Bu şarkıları seçerken, özellikle hüzünlü olanları seçmek gibi bir düşüncem olmadı; hatta bazılarının sözlerinin anlamlarını dahi bilmiyordum. Şimdi sizden duydum. Ama şu var ki; seçtiğim aryalar yalnızlık anlarımda dinlediğim ve keyif aldığım aryalar. İnsanların hepsinin karakterinde biraz hüzne yatkınlık olduğunu düşünüyorum. Neşeli müzikleri de seviyorum. Ama yalnız kaldığım zaman -ki çok bu anlar- bunları dinliyorum. Seçkinizi Milliyet'in klasik müzik yazarı müzikolog Filiz Ali'ye gönderip değerlendirmesini istedim. Filiz Ali seçkinizi "opera repertuarının en hüzünlü örnekleri" şeklinde değerlendirdi. Nedir sizin hüzünle olan bu yoğun ilişkiniz? Hayır, naturası o insanın. Ben gece hayatına tahammül edemiyorum. Arkadaşlarım, mesela Milliyet'in yayın danışmanı Nurcan Akad saat 11 olduğunda "Ertuğrul bey, gene uykunuz geldi" diye dalga geçer benle. Saat 11'den sonra tek başıma televizyon seyretmek istiyorum. Yalnızlık özel bir tercih mi peki? "Evlilik insan durumunun en trajik hallerinden biri" Yıllardır böyle; belki 20 yıldır. Bu ne kadar zamandır böyle? Yoo... Aksine, arkadaşların çoğu beni komik bulur aslında. Ama kendi başıma kaldığım zaman çok hüzünlüyüm; başkalarıyla olduğum zaman da durmadan gırgır geçen, neşeli bir insanım. Peki siz hep hüzünlü bir karakter miydiniz? Yalnızım çoğunlukla. Aslında, her insan yalnız. Ve insanların en yalnız olduğu halleri de evlilikleri. Evlilik çok güzel bir şey, hele hele belli bir yaştan sonra. Mesela ben şimdi evliliğimde mutluyum ama evlilik bütün güzelliğinin yanında, insan durumunun en trajik hallerinden biri. Arya dinlerken yalnız olmak istiyorsunuz. Çünkü bize öğretilen evlilik, insanın asla yalnız kalamayacağı bir yaşam tarzını getiriyor. İki insanın aynı yatağı paylaşması kadar zor bir şey olabilir mi? Düşünün birisi televizyonla uyuyamıyor, öbürü televizyonsuz... Bunun da ötesinde insanın yalnız kalmaya ihtiyacı var. Neden? Ben yalnız kalabiliyorum. Karım da öyle. Böyle bir düzen kurduk. Allah da bize imkanlar verdi; büyük bir evde yaşıyoruz. O büyük evin içerisinde çok güzel ortak anlarımız da var yalnız anlarımız da. Bir de müzik dinlemek, bir koza halini zorunlu kılıyor. Hepimiz aslında sanat ürünleriyle çok şahsi ve yalnız bir ilişki içindeyiz. Şimdiye kadar hep sanatçı üzerinde yoğunlaştım ama anladım ki sanatın tüketilme biçimi de bir sanatkarlık. Onun da dönemleri var. Pop müziği gençlik yıllarımda en iyi takip eden insanlardan biriydim. Hâlâ çok iyi bilirim. Ama bu son yıllarım yalnızlıkla iç içe bir aryalar dönemi. Siz evliliğinizin içinde dilediğiniz kadar yalnız kalabiliyor musunuz? Tansu klasik müzikten başka bir şey dinlemiyor. Dolayısıyla bizim evin fon müziği klasik müzik. Tutucu da biraz; çok çeşitli değil dinlediği şeyler. Handel, Bach, Schubert, Chopin dinliyor... Yalnızlık anlarında sizin evden başka hangi sesler yükseliyor? Eşinizin odasından mesela... "İşimde duygularımı kontrol edemediğim oluyor" O kadar hayati bir soru soruyorsunuz ki bir gazete yöneticisi için. İlk defa bu soruyla yüz yüze geliyorum. Duygusal bir insanım; hayatımın en büyük çabasını bunu kontrol etmek için harcıyorum ve bu çok yorucu bir şey. Zaman zaman kendimi bir haberi aşırı duygusal tepkiyle değerlendirirken buluyorum. Hürriyet'e geldiğimden beri hep çok güçlü ve fikrini rahatlıkla söyleyebilen insanlarla çalıştım. Onlar beni dengeliyor. 20 yıl içerisinde duygularımı kontrol etmeyi başardım ama itiraf edeyim ki bu her zaman mümkün değil. Şimdi bir müzik CD'sine duygusallığını bu kadar kontrolsüzce yansıtan bir insan acaba kontrollü bir gazete yapabilir mi? Çok doğru bir soru. Ama ben de diyorum ki acaba çok kontrollü gazeteler mi yapmamız lazım? Hem çok eğlenceli hem de hüzünlü bir Ertuğrul Özkök portresi çıktı ortaya. O aynı zamanda Hürriyet'i de yönetiyor. İş söz konusu olduğunda o duygusal, hüzünlü tarafınızla aranıza profesyonel bir mesafe koyar mısınız? "Şımarmıyorsanız sonradan görmelik kötü bir şey değil!" Çünkü bazı tabuları kırmak istiyorum. Şımarmıyorsanız sonradan görmelik kötü bir şey değildir. Sonradan görmek, dünyevi zevkleri tatminde insana çok daha etkili bir iklim hazırlıyor. "Sonradan görme olduğunuz" meselesini albüm kitapçığında sık sık vurguluyorsunuz. Niye bu kadar çok dile getiriyorsunuz? O kadar geç başladım ki, sıraya koyup hayatımın sonuna kadar yapmak istediklerimi yapsam yine de zaman yetmez. O yüzden boşluk duygum yok. Peki artık her şeye sahip olmanın verdiği bir boşluk duygusu yaşadığınız oluyor mu? Sanatla ilişkim çok yoğunlaştı son yıllarda. Evvelden dergilerden tablolara bakmak yetiyordu. Artık Floransa'da, Amsterdam'da, Paris'te o sanat eserlerinin kendilerini görmek istiyorum; çünkü dediğim gibi tüketici olmanın da müthiş bir sanatkarlık olduğunu öğrendim. Kendimi Picasso kadar güçlü bir sanatçı gibi hissediyorum. Çünkü o eser ancak benimle var olabilir. Benimle ilişkisi açısından. En çok ne yapmak istiyorsunuz? "Günde 10 milyarlık şarap içiyormuşum..." Benim için ambiyansın en önemli enstrümanı ışıktır. İyi de hissettirir, kötü de. Mesela yukarıdan sallanan ampul benim için kabus. Çünkü bütün o çocukluğumun evlerinin çaresizliğinin, imkansızlığının sembolü o ışık. Ya kağıtlarla etrafını kapamak ya da altına bir şey takıp yukarı vermek istiyorum. Yani epey gömlek yaktım, ışığın üzerini kapatacağım diye. Aryaların yanına ne gider? Özel bir ambiyans da hazırlar mısınız mesela? Sanılanın aksine çok fazla şarap içen bir insan değilim. Herkes öyle zannediyor. Hatta bir yerde okumuştum "Günde 10 milyar liralık şarap içiyor" demişler benim için. Matematik de bilmiyorlar. Bir hesap yaptım. Ayda aşağı yukarı 320 bin YTL eder yani 200-250 bin dolar ve yılda 2,5 milyon dolar. Bill Gates bile şarap düşkünü olsa bu kadarını içemez. Fiziken içemez. Yani o kadar şarabı içmem için benim günde altı-yedi şişe Petrus patlatmam lazım. İçtiğim şaraplar, genellikle akşamları, 20-30 dolarlık şaraplardır. Bu da artık normal bir rakam. Tabii dünyanın en iyi şaraplarını da içtik. Bu arada şarap içtiğim bardağa şaraptan daha fazla para verebilirim çünkü benim için bardak şarap kadar önemli. Ayaklı; şekli, formu, inceliği güzel olan bardakları severim. Peki ya şarap? Çok roman okudum gençliğimde ama artık okuyamıyorum. Şiiri takip ediyorum. Deneme ve polisiye okuyorum. Bazen utanıyorum diğer romanları niye okuyamıyorum diye. Mesela tiyatroya da gidemiyorum. Tiyatro bana ömrünü tamamlamış bir sanat dalı gibi geliyor. Orpheo ile en iyi "Üvercinka" gider diyorsunuz CD'de. Edebiyatla aranız nasıl? Biliyorum. Çok da seviniyorum buna. Bu tamamen kişisel görüşüm. Sinema dışında kolektif sanat olan hiçbir şeye tahammül edemiyorum. Tiyatroya gidemiyorum. Ama mesela Cem Yılmaz'ın stand up'ını sonuna kadar izliyorum. Yılmaz Erdoğan'ı da... Biraz Amerikanvari bir durumum var. Sıkıntıya gelemiyorum böyle şeylerde. Ama salonlar tıklım tıklım dolu.... "Kasımpaşa'dan çıkıp başbakan olma duygusunun ne olduğunu çok iyi biliyorum" Başyapıt çok iddialı bir kavram; şöyle bir başyapıt yarattım diyemem. Ki zaten opus magnumunuzu kendiniz tayin edemezsiniz. Puccini'nin "O mio babbino caro"su için opus magnumdur (başyapıt) diyorsunuz. Sizin opus magnumunuz ne? Kahramanlar'dan çıkıp da Hürriyet'in genel yayın yönetmeni olmak bana keyif veriyor, gurur duygusu yaratıyor. Çok insani bir duygu bu. Yoksul insanların yaşadığı bir semtten gelip Hürriyet'in genel yayın yönetmeni olmak gurur veriyor. Babamı düşünüyorum, onunla ve ileri görüşlülüğüyle de gurur duyuyorum. Babam, ben orta 2'deyken matbaacıydı, kağıt almaya İstanbul'a gitti. Üç kitap getirdi bana, hâlâ duruyor: Haldun Taner, Panait Istrati ve Sait Faik. Bunlar bana gurur veriyor; umut da veriyor. Yani insan dediğiniz varlık, nerede olursa olsun, eğer bir kıymetse, bir parlaklığı, zekası varsa, insan ilişkileri kuvvetliyse kendine bir yol açıyor ve ilerliyor. Çok insani bir duygu. Sorumu değiştiriyorum: "Hayatta yaptığım en iyi şey" dediğiniz nedir? Ben mesela Tayyip Erdoğan'ı o yüzden çok iyi anlıyorum biliyor musunuz? Kasımpaşa'dan çıkıp başbakan olma duygusunun ne olduğunu o kadar iyi biliyorum ki... Ama dikkat etmezseniz bu duygu sizi faşizme, diktatörlüğe de götürür. "Erdoğan gururu intikam duygusuna çeviriyor" O yüzden bu çok kıymetli duyguyu, keyif halinde yaşamak ve hoşgörünün serbestiyetinin zaferi olarak da görmek mümkün, intikam duygusuna çevirmek de... Ne yazık ki Erdoğan'da bunu görüyorum son zamanlarda. Acısını çıkarmakla tadını çıkarmak arasındaki fark... "Dört-beş saat opera dinleyemem!" Bild gazetesinin genel yayın yönetmeni Kai Diekmann çok yakın arkadaşımdır; o da opera hayranıdır ve her yıl Bayreuth'a gider ve sabahtan akşama kadar opera dinler. Bana diyor sen de gel diye ama ben dört-beş saat dinleyemem; tahammül edemem, mümkün değil. Bir yere bağlı kalma duygusuna dayanamıyorum. Neler yapabilirsiniz opera zevkiniz için? Mesela dünyanın en ünlü opera festivali Wagner'in Bayreuth Festivali'ne gider misiniz? Var. Ama beni en çok etkileyen Maria Callas'tır. Zaten albüm için seçtiğim şarkılar herkesin kolayca seveceği şarkılar. Mesela Dame Janet Baker'ı çok severim. Benim gibiler Kiri Te Kanawa'yı da çok sever. Yeni dönemlerde Anna Netrebko'yu seviyorum. Güzel de bir kadın aynı zamanda. Opera sanatçılarını şimdiye kadar kocaman memeli, şişman kadınlar olarak gördük. Angela Gheorghiu gibi sanatçılar değiştirdi o durumu. Sonra İspanya ekolünden sevdiklerim de vardır. Victoria de Los Angeles... Kate Royal; o kadın da enteresan. Ama bir Callas yorumu yok. Gerçekten opera için deli olanlar, tıpkı pop star fan'ları gibi, bir sopranoya, tenora hayran olurlar. Sizin de var mı böyle hayran olduklarınız?