Pazar Kıbrıs labirentini aydınlatıyor

Kıbrıs labirentini aydınlatıyor

23.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kıbrıs labirentini aydınlatıyor

Kıbrıs labirentini aydınlatıyor



Adnan Menderes hükümetinin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Demokrat Parti grubunun toplantısında "Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktur" dediği zaman tarih 20 Haziran 1955’i gösteriyordu.
Çok değil, daha iki ay önce adada bombalar patlamış, İngiliz egemenliğine karşı bayrak açılmıştı.
Türkiye’de de bayraklar açıldı. Mitingler birbirini izledi. Alanlar "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" ve "Ya Kıbrıs ya ölüm" sesleriyle inledi. "Ya Kıbrıs ya ölüm", bu düşün gerçekleşemeyeceği anlaşılınca "Ya taksim ya ölüm"e dönüştü.
Kıbrıs’ta İngiliz egemenliğine başkaldıranlar, adanın bağımsızlığını istemiyorlardı aslında. Ortak bir amaçları da yoktu. Rumlar Yunanistan’a, Türkler Türkiye’ye bağlanmak amacını güdüyordu.
***
Osmanlılar, Kıbrıs’ı 1571’de topraklarına katmış, yaklaşık üç yüz yıl sonra da Ruslara karşı askeri destek sağlayabilmek için İngilizlere kiralamıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizler adayı ilhak etmişti.
Türkiye, Lozan Anlaşması’yla Kıbrıs üzerindeki haklarından bütünüyle vazgeçti. Ada artık İngilizlerin egemenliğindeydi.
1950’lere doğru Enosis çığlıkları yükselmeye başladı Kıbrıs’ta. Çoğunluğu ellerinde bulunduran Rumlar, Yunanistan’a iltihak istiyorlardı. Buna karşılık Türkler de "anavatan" demeye başladılar.
Enosis yanlısı EOKA örgütü, 1955’te silahlı eyleme başladı. İngilizlere ve Türklere karşı saldırılar düzenlendi. Çatışmalar, şiddetini artırarak 1960’a kadar sürdü.
19 Şubat 1960’da Adnan Menderes, Konstantin Karamanlis ve Harold Macmillan’ın imzaladıkları Londra Anlaşması’yla ada bağımsızlığına kavuştu, Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.
Anlaşmaya göre Kıbrıs herhangi bir devletle tamamen ya da kısmen hiçbir biçimde politik ve ekonomik bütünleşmeye giremeyecekti. Kağıt üzerinde de olsa Enosis ya da Türkiye’ye ilhak yolları kapanmıştı.
Adada üç yıl kadar bir barış havası yaşandı. Sonra toplumlararası çatışmalar alevlendi. Türkiye, Londra Anlaşması’yla kendisine tanınan garantörlük haklarını kullanarak Kıbrıs’a hava harekatı düzenledi.
Asıl savaş 1974’te çıkacaktı. 15 Temmuz’da Enosis amaçlı darbeden beş gün sonra Ecevit hükümeti adaya çıkarma yaptı. Kıbrıs ikiye bölündü. Bir yıl sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi. 1983’te de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu ve Rauf Denktaş cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonraki yıllar, adanın politik açıdan yeniden düzenlenmesi için yapılan sonsuz (ve sonuçsuz) görüşmelerle geçti.
***
Erdal Güven’in "Helsinki’den Kopenhag’a Kıbrıs" (Om Yayınevi) kitabı "resmi tarih" anlayışı dışında kaleme alınmış bir yapıt. Adanın son üç yıldaki serüvenini, KKTC’nin kendi içinde yaşadığı çekişmeleri, görüş ayrılıklarını, AB-Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs ilişkilerini ayrıntılı biçimde anlatıyor.
Yazar bir yerde, Güney Amerikalı devrimci Simon Bolivar’ın bir sözünü aktarıyor: "Bir memleket bir kez kurtarılmaya görsün, o memleketi kurtarıcılarından kurtarmak hiç de kolay değildir."
Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkinin Bolivar’ın söylediği türden bir "aşk-nefret" ilişkisi olduğunu belirtiyor Güven. Örnekler de veriyor. Sözgelimi, Derviş Eroğlu’nun başkanlık seçimlerinden çekilmesi, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Özeyranlı’nın KKTC muhalefet partileriyle çekişmesi, Şener Levent olayı...
Kitabın temelini AB-Kıbrıs ilişkileri oluşturuyor. 1990’da Kıbrıs’ın AB’ye üyelik için başvurmasıyla başlayan, 1993’te başvurunun kabul edilmesiyle ve dört yıl sonra da üyelik görüşmelerinin başlatılma kararıyla süren dönem içinde Türkiye’nin ve KKTC’nin yaptıkları (ve yapmadıkları ya da yapamadıklarıyla birlikte) anlatılıyor. Son üç yıllık gelişmeler ise bir uzmanın saptamalarıyla ve yorumlarıyla sergileniyor.
***
Erdal Güven, Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Fakültesi’ni bitirdikten sonra gazeteciliğe başlamış. Cumhuriyet ve Yeni Yüzyıl’da çalışmış. Yedi yıldır Radikal’de yazı işleri müdür yardımcısı.
Yazarı deneyimli bir gazeteci olunca, kitabın okunması da rahat oluyor. Doğrusunu isterseniz, Kıbrıs’la ilgili bu tür kitaplarla bir süredir pek ilgilenmiyordum. Daha önce okuduklarım bana yeni pencereler açmamışlardı çünkü. Ama "Helsinki’den Kopenhag’a Kıbrıs"ı okuyunca her kesimden, her ulustan "etkili kişiler"in içinden çıkılmaz bir labirente çevirdikleri "Kıbrıs sorunu"nun kafamda daha duru, daha anlaşılır bir biçim aldığını gördüm.