Pazar Kortlardan iki başarı öyküsü

Kortlardan iki başarı öyküsü

29.01.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Biri 18 yaşında bir Rus... Diğeri 24 yaşında bir İsviçreli... Dünyanın konuştuğu iki tenisçi...

Kortlardan iki başarı öyküsü

Federer ve Şarapova başarının tesadüf olmadığını kanıtlayan iki isim can.dundar@e-kolay.net Genç tenisçiler yılda birkaç kez bu turnuvalarda bir araya geliyor.Bir dönemin "zengin sporu"nun Anadolu'da nasıl yayıldığını gözümle görmesem inanmazdım. Sponsorlar da devreye girerse Türkiye'nin yakında dünya sıralamasına birkaç tenisçi yollaması işten değil.Orada olup korttaki çocukların şevkini görmeliydiniz.Maç başladı mı, akşam birlikte oynayan o sevimli çocuklar gidiyor, çelik gibi bilenmiş hırslı sporcular geliyor:Her vuruşun ardından yumruğunu sıkıp "Kamon" diye haykıran ya da arkadaşını "Hadi bakiym...", "Hadi oğlum hadi... Ez onu..." diye destekleyen, öfkelenen, ağlayan, raketi yere çalan, hakemle iddialaşan, "kantar yapan" (kortta sahtekarlık yapanlara öyle deniliyor) yüzlerce çocuk...Sadece onlar mı? Aileleri de kenarda aynı hırsla yarışıyor.Akşam çocuklar yattıktan sonra da velilerin iç muhasebesi başlıyor:"Acaba onları bu yaşta, bu soğukta, bu kadar ağır bir yarışa sokarak yanlış mı yapıyoruz?""Hırs mı aşılamalıyız, her şeyin yarıştan ibaret olmadığı fikrini mi?""Amaç her şeye rağmen bir şampiyon yetiştirmek mi, spor keyfi vermek mi?"Aileler bunları tartışırken ekranda dünyanın en önemli dört turnuvasından biri olan Avustralya Açık yayınlanıyordu ve orada oynayan tenisçiler bu soruların cevaplarını çoktan bulmuştu.Yetenekli çocukları olan çoğu anne babanın zihnini kurcalayan soruların cevaplarını, başarının tesadüf olmadığını kanıtlayan iki dünya starının hayat öyküsünden çıkarmaya çalıştım. Geçen hafta birkaç günü İzmir'de bir tenis şenliğinde geçirdik. Şenlik diyorum, çünkü Tenis Federasyonu'nun turnuvası, her yaştan, her kentten çocukların katıldığı büyük bir organizasyondu ve İzmir'in Universiade için yapılan muhteşem tesislerinde soğuğa rağmen bir şenlik şeklinde geçti. MARİA ŞARAPOVA Tenis izleyicisi olmayıp da tenisçi izleyicisi olanlar onu güzelliğinden, kıyafetlerinden, her korta asılan posterlerinden ve en çok da kortta topa vururken çıkardığı (rakiplerine "tahripkar", erkeklere "tahrikkar" gelen) sesten tanıyor.Ancak Rus raket Maria Şarapova kariyerini bunlara borçlu değil.Son birkaç yılda dünya sıralamasında inanılmaz bir hızla üst sıralara tırmanması da sürpriz değil.Bu tırmanışın ve daha 18 yaşında dünyanın en tanınmış kadın tenisçisi olmasının ardında hayret verici bir külkedisi masalı var.Şarapova ailesi Çernobil'e 320 kilometre mesafede bir köyde yaşıyordu. Nükleer santral patladığında annesi Şarapova'ya hamileydi. 1986'da kaza olduğunda nükleer serpintiden kaçmak için mümkün olduğunca uzağa, Sibirya'ya taşındılar. Maria, 1987 Nisan'ında Sibirya'nın bir köyünde doğdu.1989'da aile Karadeniz kıyısındaki Soçi'ye taşındı.Burada, 4 yaşındayken hediye edilen bir tenis raketi Maria'nın hayatını değiştirdi. Raketi getiren, ünlü Rus tenisçi Yevgeny Kafelnikov'un babasıydı. Maria giderek bir tutkuya dönüşecek tenisle böylece tanıştı. Çernobil'in çığlığı Hayatına damga vuracak ikinci tenis yıldızını da tanıyoruz:Martina Navratilova...O da Maria'yı 6 yaşında Moskova'daki bir tenis okulunda gördü ve yeteneği karşısında gözlerine inanamadı. Hemen babası Yuri Şarapova'ya gidip "Ne yapıp edin, onu Florida'daki Bollettieri Tenis Akademisi'ne gönderin" dedi.Bir süre sonra Rusya Tenis Federasyonu'nun baş antrenörü de aynı teklifle çıkagelince Yuri Şarapova etraftan 1000 dolar denkleştirip, 7 yaşındaki kızıyla Amerika'nın yolunu tuttu. Tek kelime İngilizce bilmiyorlardı. Üstelik vize alamayan anne Yelena'yı Rusya'da bırakmışlardı.Baba-kız elde bir raketle yepyeni bir dünyaya gittiler.IMG sponsor oldu ve Maria yıllık 35 bin dolarla Bollettieri Akademisi'ne kaydoldu. Henüz 7 yaşındaydı. Annesi yanında değildi. Dil bilmediği gibi utangaçtı da... İki yıl böyle yaşayacaktı.Akademi yatakhanesinde odasını paylaştığı üç kız sayesinde İngilizcesini ilerletti. Annesine ancak iki yıl sonra kavuşabildi. Yelena o güne dek hiç resmi eğitim görmemiş olan kızının eğitimine ağırlık verdi.Şimdi tırmanış başlıyordu.Akademide daha önce Davenport'u, Sampras'ı, Austin'i yetiştiren ünlü tenis gurusu Robert Lansdorf'un eline teslim edildi.Dört-beş yıl katı disiplin altında yoğun bir tenis eğitimi gördü. Navratilova'yı şaşırttı Artık hazırdı. Tenis kariyerinin başlangıç noktası kabul edilen 2001'deki küçükler turnuvasında 28 maçın 25'ini kazandı. Üç uluslararası turnuvada da şampiyon oldu. Henüz 14 yaşındaydı.Ertesi yıl bu skor devam etti: 26 zafer ve üç uluslararası turnuva şampiyonluğu...Bunun üzerine profesyonel turnuvalarda oynamasına izin verildi. İlk profesyonel turnuvasında Monica Seles'e yenildi. Kadınlar sıralamasında 186'ncı sıradaydı. Dünyanın Şarapova ile tanışması için 2003 yılını beklemesi gerekiyordu. O yıl büyük lige çıktı. İlk WTA turnuvasına katıldı ve yeteneğiyle herkesi büyüledi. Oynadığı 45 maçın 34'ünü kazandı. Japonya Açık'ta şampiyon oldu. Sezon bittiğinde sıralamadaki yeri 32'nciliğe yükselmişti.2004'te Wimbledon'da dünya şampiyonu Serena Williams'ı yenince tenis dünyası sarsıldı. Bir efsaneyi yıkmıştı.O yıl Wimbledon'u kazanan ilk Rus raket oldu. Tenis tarihinin en genç tenis şampiyonları arasına girdi. Herkesi büyüledi Halen internette eğitim veren bir okulda online lise eğitimi görüyor. Ünlü spor markalarıyla anlaşması var, markaların podyumuna dönüşen kortlarda tenis oynarken aynı zamanda modellik de yapıyor. Reklam filmlerinde oynuyor, bir parfümün tanıtımını yapıyor. Magazin basınının gözdesi... Florida'da yaşıyor. Beş korumayla geziyor. "Bırakın bir erkek arkadaş sahibi olmayı, ehliyet almaya bile vakti olmadığını" söylüyor. 18 yaşında ama yaşına göre çok olgun.Kortta servis atarken yüzüne yerleşen bilenmiş çelik ifadesi, maçı kazandığında yerini sevimli bir lolita gülücüğüne bırakıyor.Ve şampiyon olup tribündeki babasına koştuğunda Çernobil'den kaçan o küçük Rus kızı oluyor yeniden...Bu yıl Avustralya Açık'a erken veda etti ama elendiği gün Türk hayranlarına bir sürpriz yaptı:Mayısta yapılacak İstanbul Cup tenis turnuvasına gelecekti. Mayısta İstanbul'da ROGER FEDERER Ustalara göre o, "Kortların gelmiş geçmiş en iyi tenisçisi" olmaya aday...Muhteşem bir tekniği var. Yenilmez görünüyor.Navratilova'nın dediği gibi "Onu tenis oynarken izlemek usta bir piyanisti Mozart konçertosu çalarken izlemeye benziyor".Kortta poker suratlı... Aşırı sinirlendiği ya da sevindiği görülmüş değil. Maç kazandığında alnına düşen saçını bandajının kenarına sıkıştırıp eliyle raketine birkaç kez vurarak seyirciyi selamlıyor ve yerine oturuyor. Her daim en ön sıradan onu yan yana izleyen babasıyla sevgilisi Mirka'ya bir gülücük atıyor; o kadar...Bir İsviçreli soğukluğu mu?Hayır, eğitimle edinilmiş bir terbiye bu...Çünkü 1981 doğumlu Roger, küçüklüğünde yaşıtları gibi, heyecanını kontrol edemezmiş. Oyunda bağırıp çağırır, hakemle tartışır, kaybettiğinde raketi yere çalarmış. Tüm zamanların en iyisi 3 yaşında başladığı tenis, onu çok sevdiği futboldan kopardıktan sonra tek uğraşı olmuş. 10-14 yaş arasında, ailesinden çok tenis koçuyla geçiriyormuş zamanını...Tenisin sadece, bir strateji, teknik ve güç sporu olmadığını, yeteneğin ötesinde de özellikler gerektirdiğini, tepkilerini kontrol altında tutmanın, kibarlığın, sportmenliğin önemini o yaşta koçu Carter'dan öğrenmiş. Yenilince oluşan hayal kırıklığıyla baş etmek için bir süre psikolog yardımı da almış. Ve 14'ünde evi terk edip Lozan'daki Ulusal Tenis Merkezi'ne yazılmış. 16'sında anne-babasına "Artık okula gitmek istemiyorum, tamamen tenise yoğunlaşmak istiyorum" demiş. Ailesi anlayışla karşılamış; "Ama eğer önümüzdeki birkaç yıl içinde iyi bir neticeye varmazsan okula geri dönersin" demişler.Kabul etmiş. Okulu bıraktıktan sonra hızla gelişmiş tenisi... 60'ıncı sırada başladığı yarışta, okulu bıraktıktan sonraki yaz 1'inci sıraya yükselmiş. "16 yaşındayken tepkilerimi kontrol edemediğim için sürekli antrenmandan kovulurdum. Fırlattığım raketler havada helikopter gibi uçuşurdu. Annem babam beni kortta görünce tanıyamazdı. Ama rakibe ya da hakeme değil, kendime kızardım. Biraz büyüyünce raket fırlatmanın ya da çok konuşmanın benim oyunuma yarar sağlamadığını fark ettim. Tersine beni olumsuz etkiliyordu. Artık kortta fazla konuşmuyorum, raket de fırlatmıyorum. Duygularımı denetlemeyi öğrendim" diyor.Öğrendiği bir başka ders de seyirciyi memnun edecek hareketler yapmak yerine doğru vuruşlar yapıp maçı kazanmaya çalışmak... Psikolog yardımı da aldı Çocukken Stefan Edberg'e hayranmış, sonra Boris Becker'i ve Pete Sampras'ı kahraman seçmiş. 1998'de profesyonel olmuş. 1999'da ilk 100'deki en genç tenisçiymiş.Dünya onu 2001'de ilk şampiyonluğuyla tanıdı.2003'te Wimbledon'u kazanan ilk İsviçreli oldu. O şampiyonluğundan birkaç ay önce sadece tenisine değil, hayatına da yön veren antrenörü Carter'ı bir trafik kazasında kaybetmişti.Bir daha antrenör istemedi ve sadece babasıyla çalıştı.Sonra birer birer devirdi efsane isimleri... Kahramanı Sampras'ı Wimbledon'da yendi.21-24 yaş arasında dünyanın en önemli altı turnuvasında şampiyon oldu. Bunlar dışında da 27 turnuva kazandı. Halen dünyanın 1 numaralı tenisçisi... Aynı zamanda da en çok kazananı... Ama parayı sadece "tenisin bir bonusu" olarak görüyor. "Arada anne babam banka hesabımı gösteriyor. 'Amma para kazanmışım' diye şaşırıyorum" diyor.Adının ve soyadının başharflerinden oluşan "RF" adlı bir parfümü var. Şimdilik sadece İsviçre pazarında satılıyor. Yakında dünyaya açılmayı düşünüyor.Vaktiniz olursa bu gece Avustralya Açık finalinde izleyin onu...Sadece bir şampiyonla değil, bir centilmenle tanışın. Efsaneleri devirdi