Pazar Kubrick’in bıraktığı yerden...

Kubrick’in bıraktığı yerden...

16.07.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kubrick’in bıraktığı yerden...

Kubrick’in bıraktığı  yerden...

Kubrick’in bıraktığı yerden...

WASHINGTON

Kamera, karakterlerine kolayca bağlanıveren ve mutsuz sonlara dayanamayan Steven Spielberg’in değil de, yalnızlığı, histeriyi ve ölümü uzak mesafeden anlatmaya alışkın Stanley Kubrick’in elinde olsaydı eğer, okyanusun dibinde, Mavi Peri’ye dua ederken donup gidecekti David ve film de orada bitecekti.
Bitmedi.
Spielberg, yeryüzünün birçok kısmının sular altında kaldığı, insanların işlerini insan kılıklı robotların gördüğü bir çağdan alıp, dünyada hiç insanın kalmadığı daha öte bir çağa taşıdı bizi. İnsan aklının ne menem bir şey olduğunu araştıran yeni dünya yaratıkları, David’i buldular, erittiler, düşünü bir gün için bile olsa yaşattılar ona.
Filmin sonunda, aslında hiç kırpmadığı robot gözlerini ilk kez kapayan David, sanki uyku denizine daldı gerçekten de, bizden biri oldu. Oldu mu sahi?
"A.I." yani "Artificial Intelligence" (Yapay Zeka), iki ayrı yerinde direksiyonu 90 derece kıran bir film. Kendi psikanalizini yaparak ağır ağır ilerleyen, ruh hali değiştikçe akış yönü de değişen bir nehir- hikaye.
Son keskin virajın bizi götürdüğü yerde, tartışmasız Spielberg yasalarına tabiyiz artık.
Bize E.T. ile Eliot’un dostluğunu, Krakow gettosundaki kırmızı elbiseli kızı, Indiana Jones’un hazine avlarını, Normandiya kumsalında toplu ölümü, Jaws’ı ve Jurassic Park’ı verecek kadar dünyası geniş, dönüp geldiği yer ise hep aynı olan tilki yönetmenin duygu dükkanındayız.
Sonunda damga Spielberg’in ama, "A.I." aslında iki babalı.
Spielberg’in "sıcacık, yumuşacık" dokunuşlarıyla, kendinizi "orga" değil "mecha" yani organik değil, mekanik dünyanın bir parçası hissettiğiniz, dünyaya "mecha çocuk" David’in cam gözlerinden baktığınız yerleri de var. Kubrick serinliğinde, perdedeki hayata yabancılaşarak, ille de robot ya da insan, yetişkin ya da çocuk, iyi adam ya da kötü adam olmaya zorlanmadan, var oluşa, sevgiye ve sona ilişkin sorular sorabildiğiniz bölümleri de. Bu bölümlerde, John Williams’ın müziğinin de yardımıyla, "Clockwork Orange" (Otomatik Portakal) ve "2001: A Space Odyssey" (2001 Uzay Yolculuğu) filmlerine yapılan göndermeler sarmalıyor sizi.
Birbirine hayran iki yönetmenin ortak projesi "A.I.". Daha doğrusu "Bu konu, senin duyarlılığına benimkinden daha yakın, gel birlikte yapalım" diyen Kubrick’in Spielberg’i de içine çektiği bir macera.
Kubrick 1999’da, son filmi "Eyes Wide Shut" gösterime girmeden kısa süre önce bu dünyadan göçünce, Spielberg’i de "gebe" bırakmış bir bakıma. Kubrick ile üzerinde çalıştıkları senaryoyu baştan yazan Spielberg, "A.I." filmini çekerken her kareyi "Stanley’nin gözleriyle de görmeye çalıştığını" söylüyor. Sonunda daha yaşarken efsaneleşmiş yönetmen Kubrick’e adanmış, ondan da esintiler taşıyan, ama yine de kameranın komutunu verenin, ışık ve hareket ustası Spielberg olduğundan kuşku bırakmayan bir film çıkmış ortaya.
"The Sixth Sense / Altıncı His" filminden hatırlayacağınız Haley Joel Osment, filmin baş kahramanı. Yaratıcısı, Cybertonics şirketinin parlak mühendisi Allen Hobby’nin (William Hurt) deyimiyle, "sevmek üzere programlanabilen ve böylece işlevi verdiği hizmetlerle sınırlı bir ‘mecha’ olmanın ötesine geçerek, kendi düşlerini kurabilen bir robot." Bu anlamda, türünün ilk örneği. "Beni, sonsuza kadar sev" komutunu şifreleri girerek kendisine veren "orga" annesinin çocuk özlemini karşılamak için yapılmış, ama sevmeye başlamasıyla dönüşmeye başlaması da bir olan bir geçiş yaratığı.
Aslında film de David’in bu geçişi tamamlayıp, tıpkı Pinokyo gibi, "sahici bir oğlan çocuğu" olabilme düşünün hikayesi.
Ailesi tarafından terkedilen David, kadınlarla seks yapıp onlara hiçbir insanla yaşayamayacakları zevki vermek üzere programlanmış bir "mecha" olan "Jigolo Joe" (Jude Law) ile tanışır ve onun da yardımıyla, Pinokyo’yu eteğe kemiğe büründüren Mavi Peri’nin peşine düşer.
Tek derdi, "sahici çocuk" olmaktır, çünkü ancak o zaman annesine verdiği sevginin karşılığını görebilecektir. Komutu yalnızca "sevmek" olan bir "mecha" bile, sevilmenin yollarını aramakta, gözümüzün önünde aslında Mavi Peri’sine kavuşmadan da dönüşmektedir.
Spielberg deneğinin ucundaki sihir, bizi David ile özdeşleştirse de, yolumuz David ve Jigolo Joe ile birlikte, "hayatı robotlaşmaktan kurtarmaya, yapaylığa bir son vermeye kararlı" "orga" gruplarının kurdukları Et Panayırı’na düştüğünde, Kubrick’in tılsımı işbaşındadır.
Bir katliam alanıdır burası. İnsanlar, kendi suretlerinde yarattıkları "mecha"ları üzerlerine asit dökerek, yakarak, parçalayarak yok etmektedir. Bu toplu linç sahnesi, "Sahi ben kimden yanayım?" sorusunu havada bırakır, insanlara yabancılaştırır sizi. Spielberg’in Kubrick’le en çok anlaştığı kareler de bunlardır işte. Aslolan şizofrenisidir hayatın.




PAZAR