Pazar Kültür merkezi İstanbul

Kültür merkezi İstanbul

16.02.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bizim gençliğimizde İstanbul kültürel bakımdan Avrupa'nın taşrasıydı, bugün öyle değil. 24 saat içinde gerçekleştirilen etkinliklere baktığınızda kültürel renkliliği görüyorsunuz

Kültür merkezi İstanbul

15 yıldır Moskova adeta bütün Rusya'yı emerek bir zenginlik sergiliyor ve hayat çok pahalı. İstanbul ise devamlı su tesislerini yeniliyor, yollar açılıyor, parklar düzenleniyor, sağlık hizmetleri artırılmaya çalışılıyor ama bütün yapılanlar anlamsızca artan nüfusa karşı hayat mücadelesi veren bir başkent görünümünü değiştiremiyor. Bu savaşı kim kazanacak? 2 bin yıllık büyük metropol mü, yoksa her gün akıp gelen ama şehri sevmeyen ve onun ruhuyla alakası olmayanlar mı? İstanbul'un parlak görünümü ve refahı yanında fakirlik ve çöküntü bölgesinin özeliklerini gösteren varoşlar yan yana. 1960'lı ve 70'li yılların çamur deryası gecekondu mahalleleri yerlerini beton yığını varoşlara bıraktı ve bunların ortasında da Davutpaşa'daki patlamanın nedeni olan kaçak fabrika ve imalathaneler gibi yerler günden güne arttı. İstanbul bir yönüyle 19'uncu yüzyılın şehirleşme sorunlarını yaşıyor.Fakat bu olumsuz gelişmelerin yanında bütün Avrupa'nın renkli bir kültür merkezi de gelişiyor. Bizim gençliğimizde İstanbul kültürel bakımdan Avrupa'nın taşrasıydı, bugün öyle değil. 24 saatin faaliyetlerine bakarsanız bu renkliliği görmemeniz mümkün değil. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nde Bizans ve Osmanlı İstanbul'u üzerine tertiplenen bir sempozyum, daha yazın Ömer Koç'un mali desteğiyle toplanan Arkeoloji Müzesi'ndeki Bizantinoloji kongresinin devamı gibi. İstanbul nüfusu ve aldığı göç bakımından üçüncü dünya ülkeleri başkentlerinden biri. Zira nüfusu böyle hızla artan ve 13 milyonun üstünde gezinen metropoller artık Batı Avrupa ve Kuzey Amerika coğrafyasında yok. Büyük metropollerin içinde 18 milyonla Kahire, New Meksiko, Kalküta ve Bombay ümitsiz çarpık gelişmeler gösteriyor. Moskova, İstanbul ve Tahran ise kendini toparlamaya gayret eden üç büyük şehir. Çarşamba öğle sıralarında Süleymaniye'de Darüzziyafe'de Mevlevi mutfağı üzerine Nevin Halıcı tarafından yazılan "Mevlevi Mutfağı" başlıklı kitabın Metro şirketi tarafından yapılan takdimi; onun üstünden 24 saat geçmeden Ferroli şirketinin Burçak Evren'e hazırlattığı "İstanbul'daki İtalyan İzleri" başlıklı bir kitap cömert bir resepsiyonla takdim ediliyor. Afife Batur, Afife Mat, Emre Aracı, Mert Sandalcı, Michele Nicholas, Nuran Yıldırım, Osman Öndeş ve Yeşim Ülman'ın katkılarıyla hoş bir albüm ortaya çıkmış.İstanbul artık sayıları çok azalan İtalyan hemşehrilerine kendisine yaptığı katkılardan dolayı şükranlarını sundu. Mimaride Raimondo d'Aronco, Mongeri; resimde Amadeo Preziosi, Fausto Zonaro; garplılaşan musikide ünlü Donizetti'nin kardeşi Donizetti Paşa ve Guatelli Paşa bildiğimiz isimler ama asıl şehrin çehresini mütevazı veya zengin zarif binalarla donatan yüzlerce İtalyan usta, mimar ve duvarcıyı unutmamalı. Bir zamanlar Pisani, Testa, Dhe, Orlando, Galevani gibi aileler sefaretlerin baş tercümanı, fahri konsolosluk gibi unvanlar etrafında Beyoğlu elit çevresini oluştururdu. 1925'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldığı vakit İstanbul şehrinde 30'a aşkın İtalyan mektebi vardı, bugünün İtalyanlarının genç kuşağı artık bu dili bilmiyor bile. Kiliselerde dahi Türkçe ibadete başladılar ama İstanbul'un çehresindeki çizgileri elan yaşıyor ve zaten İstanbul bu çeşitliliği ve renkleriyle büyük bir şehir. Perşembe akşamı yapılan bu törende de görülüyor ki İstanbul, Akdeniz dünyasının gerçek metropolüdür ve bu unvanına layık olmak için gerekli tavır ve şuura sahip olmalıdır. Ferroli resepsiyonunun ardından bir başka yerde İsmail Küçükkaya'nın kitabının takdim töreni vardı; yan yana düştüğümüz Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyelerinden Mehmet Çelik, İran edebiyatından, Azerbaycan Türk edebiyatından, Kerkük Türk hoyratlarından üst üste örneklerle etrafındakilerin zihnine küşayiş getirdi. Belli ki İstanbul bir kültür şehri; kurumları aksak çalışsa da sakinlerinin dizginlenemez gösterileri ve icraatıyla ve çok renkli kültür insanlarıyla bu büyük yapısal değişimi yaşadığı anlaşılıyor. Önemli kitaplar Taha Akyol hızlı ve çok okuyan bir yazar; değişik kaynaklardan yararlanır ve değişik ülkelerdeki çalışmaları izler. Yakın geçmişte İran devrimi üzerine kaleme aldığı kitap bence dışarıda da örneği az görülecek kadar, ortalama okuyucuya gereken bilgileri ulaştıran bir çalışmaydı.Hangi Atatürk? Bizim gençliğimizden beri Türk okumuşları patristik portre diyebileceğimiz, her yorumcunun kendine göre çizilmiş bir Atatürk portresini tartışır. Kimi yazar oldukça sosyalist bir Atatürk (mesela Çetin Altan) portresi çizer, onun karşısında özel sektörcü bir Atatürk, Avrupalı Atatürk, Asyalı Atatürk tartışmaları alır başını giderdi. Atatürk döneminin ünlü yazarları Falih Rıfkı ve Yakup Kadri'nin ve o dönemde yaşamış ve devlette önemli görevleri olmuş Şevket Süreyya Aydemir'in 1960'lı yıllardaki Atatürk çizimleri akıldadır. Taha Akyol "Ama Hangi Atatürk" (Doğan Kitap) adlı eserinde diyor ki; bunların hiçbiri doğru değil, zira yaklaşım yanlış. Taha Akyol'un yaklaşımı da yeni değil belki ama doğrusu bu yaklaşımı sergilediği malzeme çok zengin.Atatürk hızla değişen, daha doğrusu altüst olan bir Avrupa'da ortaya çıktı, Avrupa'nın dışındaki Avrupalı devlet Britanya büyük imparatorluk olarak birinci büyük harbe girdi. Harpten çıktığı zaman hem siyasi hem iktisadi konumu sarsılan bir savaş galibiydi. Büyük depremin altüst ettiği Avrupa'nın doğusundaki Osmanlı İmparatorluğu'nun genç asker ve aydınları itidal ve üslubun önemini her şey bittiği an kavradılar ve anayurdu kurtaranlar askerlik kadar diplomasinin, savaş taktikleri kadar üslubun önemli olduğunu anlamış olmalıydılar. Hangi Atatürk? Olayların gelişimine göre saltanatı kurtarmak, İslam alemi adına mücadele gibi sloganlar illüzyonistlik değil, günün gerçeğine cevap vermekten ileri geliyordu. Ankara'da mücadeleye başlayanlar Hindistan altkıtasındaki dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuyla da iç içeydi. Tek müttefikimiz Sovyet Rusya'ydı, bu da bir politik üslup getirdi. Ama Atatürk cumhuriyetçiydi; içindeki bu kararı da mücadele içinde yavaş yavaş uygulamaya koyduğu anlaşılıyor. Her şey dört yılın içinde değişti ve hızla gelişti. Bir mareşalin stratejisi kadar, yükselen bir devlet adamının siyasi ve diplomatik üslubu da paralel gelişmektedir. Bu gelişmeleri aksettirmek için her şeyden evvel çok kaynak kullanmak ve okumak icap eder. Taha bey bu sonu olmayan işi hiç değilse yöntem bakımından doğru yapan biridir. Taha Akyol'un rahat okunan bir kitapta bu görevi büyük ölçüde yerine getirdiğini söylemek mümkündür. Yöntemi doğru