Pazar ‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

11.11.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Mısır Çarşısı’nın Eminönü meydanına bakan ana kapısından içeri girip başınızı sola çevirin, ışıklı harflerle yazılmış Pandeli Restaurant yazısını göreceksiniz...

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

Işıklı yazının altındaki kapıdan içeri girip sizi üst kattaki restorana ulaştıracak olan merdivenlerin başına geldiğinizde insana “Neredeyim, hangi çağdayım, nereye gidiyorum ben?” dedirten, şaşırtıcı bir sürprizle karşılaşıyorsunuz, turkuaz renkte çinilerle kaplı duvarlar arasından geçerek çıkıyorsunuz yukarı. Pandeli’nin şimdiki işletmecisi Naşit Bey, lokantanın iç mekanını da süsleyen muhteşem İznik çinilerinin otantik olduğunu söylüyor. Yemekli sohbetimiz için Pandeli’yi seçen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’le bu çinilerin çevrelediği ortamda, 17. yüzyılın izlerini taşıyan bir mekanda yemek yiyip sohbet edeceğiz.

Haberin Devamı

Mısır Çarşısı 1665 yılında, Yeni Cami külliyesiyle birlikte inşa edilmiş. 1940’da büyük bir yangın geçiren çarşı, kapsamlı bir restorasyondan sonra 1943’te yeniden açılmış. 1926 yılında Eminönü Yağ İskelesi’nde faaliyete geçen ve benzersiz yemekleriyle ünlenen Pandeli lokantasının Mısır Çarşısı’na taşınmasının hikayesi ise yakın tarihimizin karanlık sayfalarından birine geri götürüyor bizi. Naşit Bey’in anlattığına göre, Niğdeli bir Rum ailenin çocuğu olan Pandeli Çobanoğlu’nun lokantası 6-7 Eylül 1955 olaylarında yerle bir edilince o tarihte 70 yaşlarında olan Pandeli Usta işi bırakmaya karar veriyor. Bu karar, Pandeli’nin müdavimi olan dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in çok canını sıkıyor ve Menderes, Mısır Çarşısı’nın girişindeki bu mekanın Pandeli’ye tahsis edilmesini sağlayarak onu yeni bir restoran açmaya ikna ediyor. Bizimki gibi bir çelişkiler ülkesinde yaşanabiliyor böyle olaylar, böyle ilişkiler.
Ben bütün bunları ve bu anlatılanların Ümit Boyner ile yapacağımız sohbetle ne kadar ilintili olduğunu düşünürken Ümit Hanım beliriyor kapıda. Yıllar önce, onu ilk gördüğüm anda dikkatimi çeken, kendine özgü bir ışıltı var bakışlarında. Ciddiye alınacak bir insan izlenimi veriyor bana. Abartısız şıklığı ve duruşu da bu izlenimimi pekiştiriyor.

Neden Pandeli?
Bize ayrılan masaya geçtiğimizde ona ilk olarak neden Pandeli’yi seçtiğini soruyorum.
“Burası çocukluğumdan beri geldiğim bir
yer. Babamla gelirdik buraya, onu kaybedeli
35 sene oldu. Yozlaşmamış olduğu için, otantik olduğu için, karakterini koruduğu için seviyorum Pandeli’yi. Ben karakterini muhafaza eden, özellikle de yerleşik kültürü taşıyan ortamları
çok seviyorum” diyor.
Hemen sonraki soru geliyor dilimin ucuna ama önce yemeklerimizi ısmarlamamız gerekiyor. Pandeli klasiklerinden biri olan beğendili döner kebabı tavsiye ediliyor. Balıkları sorduğumda kağıtta levreği öneriyor Naşit Bey, “Hakiki deniz levreği” diyor. Zeytinyağlı taze enginar ve patlıcan salatası da önerilenler arasında. Ümit Hanım enginar ve beğendili döneri tercih ediyor. Ben, halen gösterimde olan James Bond filminin İstanbul’daki çekimleri sırasında Pandeli’de yemek yiyen “Bond kızları”nın da çok beğendiği patlıcan salatası ile kağıtta levrek yemeyi düşünüyorum bir an için, sonra vazgeçip Ümit Hanım gibi beğendili dönerde karar kılıyorum. Yemekli sohbetin kurallarına göre içki içmemize izin var ama her ikimiz de suyu tercih ediyoruz. Aklımız yemekte, içmekte değil sohbette galiba.

Hayat sorumluluktur
Ümit Hanım’ın ilk soruma verdiği cevabın aklıma getirdiği soruyu soruyorum yemekleri beklerken: Size “Kendinizi nasıl tanımlarsınız” desem ne dersiniz? Mesela akılcı yönünüz mü öne çıkar, duygusal yönünüz mü?
Çok kısa süren bir düşünce anı sonrasında cevap geliyor: “Aslında ikisi arasında çok gidip gelirim. Kendimi duygusal veya akılcı biri olarak tarif etmem çok kolay değil. Ben kalbimden gelen
sese kulak veren bir insanım. Duygularıma çok güvenirim ama kararlarımı gerçekçilik boyutunda veririm. O açıdan karar vermem çok uzun sürebilir bazen, karar verince de kararımın arkasında dururum.”
İlk yemeğimiz gelmeden bir soru daha:
“Hayatta öncelikleriniz neler? Kişisel tatmin,
iş ya da meslek hayatında başarı, aile hayatı,
ülkeye-topluma katkı gibi...”
Sorumu cevaplarken sanki bir hayat muhasebesi yapıyor Ümit Hanım: “Seneye 50 yaşında oluyorum. Baktığınızda insan zamanla çok evriliyor, değişiyor. Ben ‘7’sinde neyse 70’inde de o’ lafına inanmıyorum. Hangi ortamdaysam katkı sağlayabilmek ve sorumlulukla hareket etmek çok önemli benim için. Zannediyorum ‘Hayat nedir?’ diye sorulsa bana ‘Hayat sorumluluktur’ derim. Benim için hayatı tarif eden şey kendime karşı, aileme karşı, topluma karşı sorumluluklarımı yerine getirmektir. Bunu bir yük olarak görmüyorum, insana bahşedilen hayatı bir sorumluluk olarak gördüğüm için söylüyorum, bu dünyaya boşu boşuna gelmiyoruz diye düşünüyorum...”
Biz konuşurken ilk yemeklerimiz önümüze konmuş bile. Sohbete ara verip yemeklerin tadına bakıyoruz. Ümit Hanım enginarını beğendiğini söylüyor, benim tercih ettiğim, “Bond kızları”nın tarifini istediği patlıcan salatası da özlediğim bir doğallıkta.

Orta yaş bunalımı mı?
Ana yemeklerimizi beklerken, Ümit Hanım’a 2013’de TÜSİAD başkanlığını devredeceğini ve
50 yaşına geleceğini hatırlatarak soruyorum: “Hayatınızda yeni bir dönemin, yeni bir evrenin başında gibi hissediyor musunuz kendinizi?”
Gülümseyerek cevaplıyor sorumu: “Hayatımda çok şey yaşadım, 50 seneye sığmış çok şey var ama son üç sene çok yoğundu. Onun için ‘TÜSİAD Başkanlığı bitiyor, ne yapacaksın, boşluğa düşemeyecek misin?’ sorusu çok soruluyor son zamanlarda. Hatta eşim Cem (Boyner) bile zaman zaman şakayla karışık, ‘Orta yaşa da geldin, kendine yeni bir şey bulamazsan orta yaş bunalımına girebilirsin’ diyor bana. Çok da uzun boylu düşünmedim şimdi ne yapacağım diye, önce bir süre dinlenmek istiyorum. Sonra tabii ki iş hayatına döneceğim ama yeni bir yolun başında olduğumu da düşünüyorum aslında...”
“Siyasete girmeye niyetiniz var mı?”, sorusu çok soruldu Ümit Boyner’e. Enver Aysever’in “Başbakan’dan korkuyor musunuz?” sorusuna “Hayır korkmuyorum” cevabını verdiğinden beri Ümit Hanım’ı siyasete yakıştıranların sayısı daha da arttı. Hatta CHP’nin Cumhurbaşkanlığı için kendisini aday gösterebileceği bile ileri sürüldü. Siyasete girmeye niyetli olmadığını defalarca belirten Ümit Hanım’a bu soruyu tekrar sormayacağım ama siyasete neden sıcak bakmadığını soracağım. Türkiye’nin siyasi yapısıyla ve demokrasinin sorunlarıyla ilgili bir sürü soru var kafamda.

İletişimsizlik sorunu
Ana yemeklerimizi beklerken ben bu sohbetin “ana yemeğinin”, yani ana konusunun TÜSİAD ile değil siyasetle ilgili olacağını hissediyorum. Türkiye’de insanlar arasında gerçek anlamda iletişim kurulamamasından yakınan Ümit Boyner şöyle diyor: “Toplumumuzdaki en büyük sorunlardan biri bu bence. İletişim kurmayı bilmiyoruz. Diyalogdan çok monologlar var, bağrışanlar var, ötekileştirenler var ve bunları yapanların arkasında kümeleşen gruplar var. Yani tek adamlık, tek adamın arkasından gitmek, kurtarıcı beklemek. ‘Bize bir Atatürk lazım’ söylemi var ya, yani biz bir liderin peşinden gidelim, o bizim için her şeyi çözsün, biz de onun arkasında kümeleşelim. Bugün de öyle bir siyaset anlayışı var Türkiye’de. Zaman zaman bunu kırmaya çalışan sivil toplum kuruluşları çıkıyor ama tabanda çok ciddi bir destek aldıkları söylenemez. Herhangi bir STK, siyaseti ilgilendiren bir konuda fikir beyan ettiği zaman siyasetçiden tepki görüyor, ‘siyasete karışacaksan git, siyasete gir’ deniyor.”
Sohbetin koyulaştığı noktadayız ama tam bu sırada beğendili döner tabakları geliyor önümüze. Kaldığımız noktadan devam etmek üzere sohbeti kesip yemeğe odaklanıyoruz. Patlıcan beğendi, özenle kesilmiş döner dilimlerinin altına gizlenmiş. Ümit Hanım, özlediği bir tadı yeniden bulmanın keyfiyle dönerle beğendinin uyumunu vurguluyor. Ben de ilk bakışta bana dolu gibi görünen tabağımın bir anda boşalmış olduğunu biraz da hayretle fark ediyorum. “Annem böyle öğretmemişti bana” diyorum içimden ama
yapacak bir şey yok artık.
Paylaşacağımız bir tatlı tabağı ısmarlayıp Pandeli’nin tatlılarının tadına bakmak sanırım ikimizin de aklından geçiyor ama Ümit Hanım’ın sade kahveyle yetinme konusundaki kararlılığını görünce ben de ona katılıyorum. Kahveyle birlikte eşi Cem Boyner’in çok sevdiği tatlı kurabiyelerden istiyor Ümit Hanım. Kahvelerimiz gelince yemek faslını geride bırakmış olarak siyaset ve demokrasi konusuna odaklanacağız.

Haberin Devamı

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

Haberin Devamı

Osman Ulagay: “Yıllar önce, onu ilk gördüğüm anda dikkatimi çeken, kendine özgü bir ışıltı var bakışlarında. Ciddiye alınacak bir insan izlenimi veriyor bana. Abartısız şıklığı ve duruşu da bu izlenimimi pekiştiriyor.”

Haberin Devamı

Ümit Boyner: * “Hayat nedir?’ diye sorulsa bana ‘Hayat sorumluluktur’, derim. Benim için hayatı tarif eden şey kendime
karşı, aileme karşı, topluma karşı sorumluluklarımı yerine getirmektir.”
* “Kendimi duygusal veya akılcı biri olarak tarif etmem çok kolay değil. Ben kalbimden gelen sese kulak veren bir insanım. Duygularıma çok güvenirim ama kararlarımı gerçekçilik boyutunda veririm.
O açıdan karar vermem çok uzun sürebilir bazen, karar verince de kararımın arkasında dururum.”

Haberin Devamı

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

“Denildi ki askeri devreden çıkartırsak demokrasi kendi kendine gelir. Öyle bir şey olmuyor, olmayacağını da gördük”

Yemeğimiz bitti, acı kahvelerimizi içerken Türkiye’de siyasetin ve demokrasinin sorunlarına odaklanıyoruz Ümit Boyner ile. Cem Boyner’in eşi olması nedeniyle Yeni Demokrasi Hareketi’ni (YDH) hatırlatıyorum ona. “Ak Parti’nin bugün
bu noktaya gelmesiyle YDH serüveninin yarıda kalmış olması arasında bir bağ kurulabilir mi?”
diye soruyorum.

Boyner soyadını almadan önce kendini bu konuların içinde bulduğunu söyleyen Ümit Hanım samimi bir cevap veriyor soruma: “YDH’nın ilk toplantılarına katılmaya başladığım zaman Cem (Boyner) ile henüz evli değildim. Açıkça itiraf edeyim 10-12 kişinin katıldığı o toplantılarda konuşulanları dinlerken Türkiye’de bu konuları düşünüp konuşabilen insanlar da varmış meğer diyerek biraz hayrete düşmüştüm. Bugün de gündemde olan pek çok sorun, birey-devlet ilişkileri, Kürt meselesi, terör konusu, düşünce özgürlüğü sorunu o gün de tartışılıyordu YDH içinde ama beklenen toplumsal destek sağlanamayınca ve seçimlerde binde beş oy
alınınca Cem küstü ve ‘Ben bu maratonu koşamayacağım’ deyip bıraktı.”
Ümit Hanım, bugün de siyasete girip sistemi değiştirmeye çalışmanın, partilerde lider hegemonyasını kırmanın çok zor olduğunu belirtiyor. Bu noktada ABD’de siyaset bilimi dalında yüksek öğrenim yaparken 2009’da CHP’de sekiz ay staj yapmış olan oğlu Sinan’ın izlenimlerini soruyorum annesine. Şöyle cevaplıyor sorumu: “Vallahi açık yüreklilikle söyleyeyim, aslında oğlum da benim geldiğim noktaya geldi bu stajdan sonra. Yani ortada bir sistem problemi olduğunu gördü. Bu anlamda baktığınız zaman partilerin ya da liderlerin birbirinden çok farkı yok. Çok uzun zamandır Türkiye’de kavramları, prensipleri, olguları değil kişileri ve tarafları tartışır hale geldik. Türkiye’nin nereden nereye geldiğini ve nereye gittiğini sağlıklı biçimde konuşamaz hale geldik.”

12 Eylül Türkiye’yi mahvetti
“Pekiyi sizce bu noktaya nasıl geldik?” diye soruyorum. İlk kez yüzü asılıyor, geçmişteki bir acıyı hatırlayarak konuşuyor sanki: “Kendi gençlik günlerimi hatırlıyorum. 12 Eylül Türkiye’yi mahvetti gerçekten. Türkiye’deki toplumsal duyarlılığı, düşünce üretmeyi, farklı olma isteğini köreltti. Üniversiteleri, sendikaları, düşünce üretecek, bilim ve araştırma yapacak, fark yaratacak her türlü mekanizmayı iğdiş etti. 12 Eylül’ün bizim toplumsal DNA’mıza verdiği zararı ben şimdi çok daha net görüyorum. Türkiye’nin bundan sıyrılması kolay olmayacak.”
TÜSİAD’ın şimdiki başkanı Ümit Boyner’i dinlerken, 12 Mart askeri müdahalesinden üç hafta sonra kurulan TÜSİAD’ın 12 Eylül askeri yönetimiyle hayli uyum içinde olduğunu hatırlıyorum ve “Nereden nereye?” diye düşünmeden edemiyorum.
Ümit Hanım Türkiye’de askerin siyasete karışmasının demokratikleşmenin önünde ciddi bir engel oluşturmuş olduğuna inanıyor ama şimdi askerin devre dışı kalmasıyla otomatikman demokrasiye geçildiğini düşünmüyor. İktidarı serbest seçimle belirlemenin demokrasinin şartlarından yalnızca biri olduğunu vurgulayan Ümit Hanım son dönemde yaşananlara tepkili: “Denildi ki askeri devreden çıkartırsak demokrasi kendi kendine gelir. Öyle bir şey olmuyor, olmayacağını da gördük. Bence birçok aydınımızın yanılgısı buradaydı. Evet, asker devreden çıkmalıydı, bu çok önemli bir adımdı ama asker devreden çıkınca ne geldi? Çoğunlukçuluk geldi. Şimdi de bu kez bir çoğunluğun tahakkümü altında uygulanan ve gene tam katılımcı olmayan bir sistemle; azınlıkta kalanların haklarını hesaba katmayan, özgürlüklerin korunmasını önemsemeyen bir demokrasi anlayışıyla karşı karşıyayız.”
Daha konuşacak çok şey var ama bir yemek sohbetini de tadında bırakmak lazım. Milliyet adına hesabı ödüyorum ve çinilerle bezeli duvarlar arasından geçip Mısır Çarşısı’na iniyoruz. Geçmişi geleceğe bağlayan bu sohbet için teşekkür ediyorum kendisine, o da ışıltılı bakışıyla bana ve bize bu olanağı sağlayan Milliyet’e teşekkür ediyor.

Ümit Boyner: “Seneye 50 yaşında oluyorum. Baktığınızda insan zamanla çok değişiyor. Ben ‘7’sinde neyse 70’inde de o’ lafına inanmıyorum.”

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

Pandeli lokantası Mısır Çarşısı’nın girişinde yer alıyor. Aşçı kadrosu 45 yıldır aynı. Yemekler hâlâ bakır kazanlarda, odun ve kömür ateşinde pişiyor.

‘Kurtarıcı beklemekten kurtulmalıyız’

Turkuvaz çinileri Pandeli’nin en çarpıcı özelliği.

“Buraya babamla gelirdik”

Pandeli Ümit Boyner’in çocukluğunda babasıyla geldiği bir yer: “Yozlaşmamış olduğu için, otantik olduğu için, karakterini koruduğu için seviyorum Pandeli’yi. Ben karakterini muhafaza eden, özellikle de yerleşik kültürü taşıyan ortamları çok seviyorum.” diyor.