Pazar Latif Mutlu ile hayat bilgisi

Latif Mutlu ile hayat bilgisi

07.03.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Bilgi Üniversitesi kurucularından Latif Mutlu 85 yıllık hayatını “Uygarlığın Peşinde” adlı nehir söyleşide anlattı

Latif Mutlu ile hayat bilgisi

Adı Latif Mutlu. Bu ad, akla ilk Bilgi Üniversitesi’ni getiriyor. Kurucusu sıfatıyla. Ama gerisi ve ilerisi o kadar kalabalık,
o kadar dolu ki... İlk işi olan fırın katipliğinden, demiryollarında istasyon şefliğine, Ankara Petrol Ofisi’nde çeşitli kademelerdeki görevlerden yüksek okulda muhasebe müdürlüğüne, madencilikten üniversite kuruculuğuna kadar birkaç ömre yetecek kadar birbirinden farklı işler yapmış. Hepsini sıfırdan alıp en üst seviyeye kadar taşımış. Aslında bir hayat kaşifi Latif Mutlu. Merak etmiş, keyfetmiş, sonra yeni meraklara doğru ilerlemiş... İşte bu 85 yıllık ömrün hikayesi İş Bankası Yayınları’ndan çıkan “Uygarlığın Peşinde” adlı nehir söyleşi kitabında bir araya getirildi. Beyhan Sunal sordu, Latif Mutlu yanıtladı.
Kitabı konuşmak üzere Büyükçekmece’deki çiftliğinde ziyaret ettik Latif Mutlu’yu... Eğitime adanmış ömrünün karelerini, bir hayat bilgisi lezzetiyle dinledik. Bakmayın tavukları yemlediği “emekli” görüntüsü veren fotoğrafına... Kitapta
kendisinin de söylediği gibi daha yapacak çok işi var...


Borges 85’inde, sizinle aynı yaştayken yazdığı “Anlar” şiirinde “Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama... Kusursuz olmaya çalışmaz sırtüstü yatardım. Daha çok riske girerdim. Daha fazla seyahat ederdim.” diyor. Siz yeniden başlayabilseydiniz..
Yeniden başlasaydım daha çok zamanımı dünyayı değiştirecek fikirler ileri sürmeye ve kabul ettirmeye ayırırdım. Şimdi görüyorum insanlar sanki hiçbir şeyin farkında değil. Gözleri görmeden yaşıyormuş gibi yuvarlanıp gidiyor. İkiyüzlü bir dünya var şu anda. Hiç gerçek yok. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Gerçek bir dünya yaratmak lazım.

“Çin’den öğrenci getirdim”
Kendiniz için ne yapmak isterdiniz? Gezmek dolaşmak, güzel yemekler...
Onlar hiç önemli değil. Niçin geziyoruz? Gezmemizin amacı fikirlerimizi destekleyecek bilgiler ve emareler bulmak. Yoksa gidip bakayım burada ağaç var. Burada da var ağaç. Yedi defa Çin’e gittim. Üç defa Japonya’ya gittim. Bizim Bilgi Üniversitesi’ne Çin’den öğrenci getirdim. Geldiler Türkiye’yi gördüler. Biz gittik onların yaşamlarını gördük. Çok da farklı bir şey yok.Yeni bir şeyler yapmak, daha iyi bir toplumsal düzen sağlamak lazım.

Kitapta çok şey yaptığınız görülüyor zaten. Bunların üzerine çıkacak şeyler mi?
Yılbaşından bu yana fizik alanındaki düşüncelerimi ortaya koyan bir yazı yazdım. TÜBA yayımlayacağız dedi.

Neyle ilgili tam olarak?
Özetle şöyle: 7 buçuk milyon yıldan beri insanlar yeryüzünde yaşıyor. Hep kas gücünü kullanmış. Toprağa yerleşince hayvanların da kas gücünden yararlandığı için üretim artmış. Buna bazı çevreler tarım reformu diyor. Ben diyorum ki hayır; bu bir enerji reformu. Enerji bollaştığı için üretim arttı. 10 bin yıldır da bu sürüyor. 300 yıl önce İngiltere’de Sanayi Devrimi başlıyor. Bu sefer kömür, petrol gibi maddeleri yakarak enerjiyi çoğaltıyorlar, buhar elde ediyorlar. Üretim o kadar çok artıyor ki İngiltere dünyanın en zengin ülkesi olmaya başlıyor. Ama bunun bedeli çok ağır oluyor. Çevreyi kirletiyoruz. Şimdi bilgi çağındayız. Bilgi çağında artık onu da bırakacağız. Petrolü, odunu, kömürü. Hayvanların kas gücünden yararlanmayı da bırakacağız. Maddenin içinde Einstein’ın da gördüğü birçok bilim adamının da gördüğü maddede dört tane kuvvet var.
O kuvvetleri çalıştıracağız.

“Teslimiyetçi olmamak lazım”

Babaannenizin bir sözünü düstur edinmişsiniz: “Kötülüğe kötülükle karşı koyma, incinsen de incitme, hatır kırma, yalan söyleme ki korkusuz yaşayabilesin”. Katları bu felsefe üzerinden çıkmışsınız. Bugün için biraz nahif değil mi?
Bu Türkiye’de dediğiniz doğru. Amerika’da yaşayan bir dostum var, Türk doktor. Doktorluğu bıraktı şimdi Amerika’da Mevlana’yı tanıtıyor. Mevlana konusunda kitaplar yazıyor. Gittim. San Francisco’da beni üniversitedeki sınıfına götürdü. 25 öğrencisi var, beni tanıştırdı. Çok enteresan, dedim ki bunlar neyi merak ediyor; dedi ki toleransı öğreniyorlar. İnsanlara karşı yumuşak olmayı öğreniyorlar. Bu yönde gelişiyor insanlık. Yani Amerika’da babaannem gibi düşünmek yönünde gelişmeler var. Ama Türkiye’de böyle olursak ekmeğimizi elimizden alırlar. Teslimiyetçi olmamak lazım.

Girişimciliğiniz ilkokul yıllarına kadar dayanıyor. İlkokulda farklı bir değirmen modeli denemişsiniz. Sonra 39 yaşında Türkiye’de ilk defa boru hattından akaryakıt nakliyatı yapan kişisiniz. Hayatınızda hep bir keşif var. Nedir bunun kaynağı?
İsrailli Rabi isimli bilim adamına Nobel armağanı verirken soruyorlar, “Sizi kim yetiştirdi? Ailenizden kim yardım etti?”. “Babam değil de annem ederdi” diyor. “Yani anneniz alim miydi?” Rabi’nin cevabı: “Annem sade bir kadındı. Benim ne öğrendiğimi merak etmezdi. Bilmiyordu zaten söylesem de. Sen öğretmenine sual sorabildin mi, ne sordun diyordu.” Annesi bunu önemsiyor.

Güzelmiş bu....
“Eve geldiğimde ne sordum, aklıma ne geldi?’ diye düşünüyor, sorular hazırlıyordum” diyor; “Böylece değiştim”. Sanıyorum bizi de böyle şeyler değiştirdi. Çünkü doğduğum Tunceli’deki Nazımiye çok küçük bir yerdi. Her şeyden mahrumduk ama farkında değildik. Sonra Elazığ’a gideceğimiz ortaya çıkınca başladılar anlatmaya. “Ne var orada?” diyorsun, “Neler yok ki” diyorlar, “Dudağı kırmızı boyalı kızlar, yamalı elbise giymeyen insanlar var...” Nasıl bir yer diye merak etmeye başladım. O heyecan, merak oradan başladı ve bir daha da sönmedi.

Tek bir merakta kalsaydınız ne olurdu?
Hiç mümkün değil kalmam. Onu yaptık, gördük, bitti, çalışıyor; artık daha başında ne durayım? Merak, icat edecek bir şey olsaydı kalırdım. Benim amacım keşfedip, gelebileceği en iyi noktaya getirmekti.

“Amaç zengin olmak değildi”

Her ne iş yaparsanız yapın Nazımiye’den çıktığınız günden bu yana hayatınızda bir şey hiç değişmemiş. O da okuma alışkanlığınız. Edebiyattan, fiziğe, felsefeye çok geniş bir yelpazede okumuşsunuz. Hayatınızdan kitapları çıkarıp alsaydık bugünkü Latif Mutlu olur muydunuz gene?
Bizim kafamızın yapısı okuduğumuz kitapların, ürünüdür. Kapkaranlık bir dünya olurdu o zaman. Onları gördükçe, onları okudukça gelişti her şey. Onun evveliyatı var tabii. İlkokuldaki öğretmenlerimiz çok iyiydi. Temeli onlar attılar.

Eğer isteseydiniz merak edip başladığınız, başarıp bıraktığınız o işlerden birinde kalıp holdingleşebilir, çok da zengin olabilirmişsiniz sanki...
Amaç zengin olmak değildi ki. Bir düşünür “Hayatta az çok para sıkıntısıyla baş edip korkusuz yaşamaktır amaç” diyor. Az çok para sıkıntısıyla baş ediyorum ve korkusuz yaşıyorum. İnsanların korkmaması lazım.

Bütün o birbirinden farklı işler içinde bir eğitim kurumunu sıfırdan alıp bir yere getirmenizin hayatınızda daha ayrı bir yeri var gibi... ‘60’lı yıllardan itibaren tek bırakmadığınız tek iş bu olmuş.
Aynen öyle. Ama zaten hayatın kendisi eğitim. İnsanları eğitmek, ülkenin kalkınması buna bağlı, insanların refahı eğitime bağlı. Herhangi bir makine yapsanız o kadar faydalı olmaz ama eğitimle tüm topluma faydalı olursunuz. Eğitimde yeni konular çok; birbirini kovalıyor. Keşifler bitmiyor.


“Bütün kadınlar aynı, yeniden aşık olmak gereksiz!”
Baba olmak mı, dede olmak mı?
Birçok kişi diyor ki torun çocuktan daha fazla seviliyor. İnanmıyorum buna.
Bizim hanım da “Önce çocuğum” diyor, “Öbürü daha uzak...” O böyle daha açık söylüyor, ben fark etmez diyorum. Baba olmak dede olmaktan daha zor. Çok zor, heyecanlı, hep merak, ne oldu ne olacak, hastalandı mı, ateşi mi çıktı?

Hâlâ merak eder misiniz?
Hanım ediyor, ben etmiyorum artık.

Niye?
Güçlerini anladım ben. Biliyorum ki o benden daha iyi karar verebilecek. Benden daha güçlü diye kabul ediyorum. Benim onları himaye etmeme gerek yok.

Ben 70 yıldan beri ona aşığım diyorsunuz, eşiniz Nebahat hanım için...
Doğru söylemişim.

70 yıl aşk olur mu?
Ciddi söylüyorum. Onu sevmeye, beğenmeye şartlanmışım. Hiç değişmeden... Bir de bu konularda gençken arkadaşlarla konuştuğumuzda bütün kadınlar birbirine benzer diye bir fikir elde etmiştik.
Bir yenilik yok. Yani aşk konusunda yenilik aramak, yeniden aşık olmak falan gereksiz.

Aşk dediğiniz nedir peki?
Onu hoş görmek, beğenmek, onaylamak... Onu sevmeye devam etmek.

“Babam ne derse o olur!”
Bu kadar iş odaklı bir hayat sürerken çocuk yetiştirmek zor olmadı mı?
Hanımla birlikte çok uğraştık; çok kitaplar temin ettik. Çocuk bakımı, çocuk psikolojisi...

Çocuk yetiştirmek için de okudunuz.
Tabii tabii; kitapsız olur mu? Hanım daha fazla meraklıydı. O merakla çok eğildik üzerlerine küçükken.
O zaman diyordum ki ne zaman büyüyecekler acaba? Şimdi aynı durumu torunlarımda, torunumun çocuğunda da yaşıyorum.
Aynı diyorum. O büyüdü, bu büyüdü, biri daha büyüyor. +Biz halen burada çalışmaya devam ediyoruz.

Zaman zaman “Zafer Mutlu’nun babası” olarak da anıldığınızı söylüyorsunuz kitapta. Baba oğul rekabeti oldu mu hiç aranızda?
Hiç olmadı. İkisi de son derece saygılı. Küçük oğlum Serdar üniversitede çalışıyor. Kolejimiz var. Çeşitli işler... Bazen şöyle mi yapalım, böyle mi yapalım diye karar veremediğimizde Serdar “Peki ağabeyime soralım, üç kişiyiz onun fikrine göre karar verelim. Demokrasi var” diyor: “Çoğunluk kimdeyse onun dediği olsun”. Sorar sormaz Zafer, konunun tamamını anlamadan diyor ki “Babam ne derse o olur”.

Gerçekten demokratik bir düzen... Ama belli ki son sözü siz söylüyorsunuz.
Yok aslında öyle değil. Anlıyorum ben çocuklarımın daha ilerici olduklarını. İkisinin de eğitimleri mükemmel. Ayrıca arada 50-60 yıl fark var. Bizim zamanın görgüsü bilgisiyle şimdiki aynı değil.


“Altı ay sonra çıkacak romanım bir felsefecinin hikayesi...”
Yayımlanmış yedi kitabınız var dört tane de yeni kitap projesi var. Felsefe öğretmeninin romanı çok ilginç. Onu anlatır mısınız biraz?
İki yıl önce bir gazete haberi okumuştum. İki amca çocuğu var. Biri okumuş, felsefe öğretmeni olmuş, diğeri okuyamamış, hayvan yetiştiriyormuş. Felsefe okuyan göreve tayinini bekliyor. Köyüne geliyor. O sırada trafik kazasında ölüyor. Diğeri onun yerine geçip Milli Eğitim Müdür Muavinliğine kadar yükseliyor. Sonra ortaya çıkıyor durumu. Gittim o müdürlerle konuştum, arkadaşlarıyla... Bunlar dosya halinde duruyor. Birçok gazetede çıktı. Hepsini toparladım.

“İnsanlara meslek öğretmek lazım”
Bunu okuduktan sonra mı karar verdiniz romana?
Evet. Gidip hocanın kendisiyle de konuştum. Dört yıl hapis vermişler. E şimdi buna ceza mı vermek lazım? Yoksa takdir mi etmek lazım? Romanda hakimle tartıştıracağım öğretmeni. Başladım, epeyce yazdım. Altı ay kadar sonra çıkar sanıyorum.

Bütün bu 85 yılda hayat en çok ne öğretti size?
Hayat bize öğretti ki, okulda öğretilenler başka hayat başka. Okulda hayatı öğretmiyorlar.
Okulda ideal bir şey gösteriyorlar, hayatta bambaşka şeyler.

Bunu hayatını eğitime adamış birinin söylemesi enteresan...
Okulda hayatı öğretmiyorlar, hazır bilgileri empoze ediyorlar. Ezberletiyorlar. Bir faydası yok. İşte o yüzden iyi bir eğitim sistemi düşünmek lazım. Okulda öğretilenlerin de hayata benzediği bir eğitim sistemi kurmak. Hayatta geçerli olabilecek bir eğitim. Daha Türkçesi meslek öğretmek lazım insanlara. Aldığı diploma ile iş bulabilsin, çalışabilsin, Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde.

Haberin Devamı

Latif Mutlu ile hayat bilgisi