Pazar Meslek mızmızları

Meslek mızmızları

12.10.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiyede aileler çocuklarının baba mesleklerini seçmelerini istemiyor. Oysa Bulgaristan ve Yugoslavyadan göçler olmasaydı şimdi yeterli sayıda elektrikçimiz bile yoktu

Meslek mızmızları

Ama insanlarımızın işsiz ve ekmeksiz kalamayacaklarına, birisinin onları zaten besleyeceğine dair çocukça bir inançları var. 1940-50li yıllarda aynı güven ve "git başımdan" tafrası mahalle bakkallarında dahi vardı. "Elhamdülillah kimsenin cavcavını çekemeyeceklerini" her halleriyle gösterirlerdi. Süpermarketlerle bu güven sarsıldı; bakkallar kapanmaya başladı. Tekelleşmenin bazı sorunları acı bir biçimde çözmesini istemeyiz tabii; nitekim eski bakkalları özlüyoruz; ama iş disiplini ve işine saygının Türkiyede çalışanların tümünde; sadece işçiler değil, işverenlerde de eksik olduğunu kabul etmemiz gerekir.Görev ciddiyeti ve işini sevmek, Batılı toplumlarda orta sınıfın başlıca özelliğidir. Batılı orta sınıflar ananeyi yaşatır, meslek edinir ve meslek ciddiyetine sahiptir. Buna sahip olamadıkları ölçüde işlerini yitirmiş, tezgah ve mülklerini kaybetmişler ve lonca ustasıyken işçileşmiş ve dükkancıyken tezgahtar olmuşlardır; ayakta kalabilenler muhafazakar, işine sahip ve mesleğini sevenlerdir. Avrupa kasabasının ve kentinin butik ve terzisi, elan iş görebilen kasap ve peynirci, çiçekçi bunlardandır. Yaptığı işi bilmeyen, öğrenmeyen, üstelik çok zengin olacağına inanan esnaf ve toplumsal yerini bir nesil içinde değiştirebileceğine inanan orta sınıf mensupları, ancak üçüncü dünya ülkelerinde görülür. Bu gibi ülkelerde sınıfsal hareketliliğin öbürlerine göre göze batar ölçüde fazla olduğu gerçek; ama aldanmamak gerekir. Bizim gibi ülkelerde de insanların sırf statü değiştirmesi sanıldığı kadar kolay değil; bu nedenle insanlarımızın işlerine ve yapabildikleri mesleklerine saygıyla ve dört elle sarılmaları gerekir. Daha beteri iktisadi krizler zincirinin kapıda olduğu bir ortamda, kimse daha rahat işlere kayarım diye ümit etmesin. Batı toplumlarının bütün dünya görüşünü ve ahlaki normlarını sarsan (yani yerine oturtan veya çürüten) iktisadi buhranları, kitlesel işsizlikleri Türkiye dediğim gibi yaşamadı. Buhranlar mevzii idi; aile, sülale, mahalle ilişkileri içinde atlatıldı. Birey toplumun kurbanı olmadı, olmasını da istemeyiz. Ama bu olumlu geçmiş, nankör ve sorumsuz insan tipini de yan ürün olarak yarattı. Sendikacılığımız, işçinin işini ve emeğini korumasından, siyaset yapmasını sağlamak ve öğretmekten çok; memur sıfatlı beyaz yakalı proleterlere göre daha kolay ve fazla ücret elde etmelerine yaradı. Ama aynı sendikalar işçinin emeklilik zamlarını bürokrasinin insafına bıraktılar. İnsanlarımız çocukları için baba mesleğini düşünmüyor. Yeteneğine ve eğilimine bakmadan çocuğuna statü sağlayacağını düşündüğü bir eğitim vermeye çabalıyor. Türkiyede sosyolog, politolog, arkeolog sayısını bir hesaplayalım ve doğru dürüst elektrik tesisatçısı ihtiyacımızı ancak Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ve Yugoslavyadan göçler sayesinde kısmen sağlayabildiğimizi düşünelim.Sadece daha iyi yaşam şartları ve tüketimi değil, daha yüksek mevkileri hemen isteyen bir toplumuz. Oysa toplumun bireyleri kendi konumuna sahip çıktıkça daha saygın ve haklarını takip edebilen insanlar olurlar. Bu kadercilik değil; Batılı toplumda bireysel iltimas yolu aranmaktan çok yurttaşlık haklarına sahip çıkılır ve saygı talep edilir. Seçkinlik belirli mesleklerin değil, her mesleğin iyilerinin oluşturduğu bir kesimin adıdır.Batı medeniyeti her mesleğin toplumda kendini gösterdiği, göstermek için törenlere de başvurduğu bir ortamdır. Bizim eski toplumumuzdaki esnaf alayları, kalfalığa terfi edenlere yapılan peştemal kuşatma (üniversite doçentlerinin de akademik biniş giymesi) gibi adetler tarihe karıştı. Oysa bunlar şeref payeleri ve dengeyi getiren unsurlardır. Herkes genel müdür ve başsavcı olamaz, olması da gerekmez; ama aşçının iyisinin de toplumda benzer yeri olmalıdır. Bir toplumun gelenekleri ve ritüeli bu havaya yer verdiği ölçüde dengeli insanların sayısı artar. Akşam saatinin hayhuyu içinde Beşiktaş iskelesinden bir taksiye biniyorum. "Şişliye" dediğim anda şoförün zembereği boşalıyor. Yol boyu iki "nalet olsun" çekiyor, yani "lanet olsun" demek istiyor. Kalabalıktan illallah demiş; vicdan azabından ezilmemek için ne yapacağımı bilemiyorum. Sonunda çenesinden kurtulmak için münasebetsiz teklifini kabul edip -yol pek kalabalıkmış da, mazereti bu- evime bir kilometre kala elimde paketlerle iniyorum. Adamı zorla zincire vurmuşlar, zinciri de direksiyona bağlamışlar sanki... 13 milyonluk Moskovanın yolları tamamen tıkanmış vaziyette... 1,8 milyonluk Viyana da İstanbuldan daha iyi değil... Ama taksi şoförlerinin bu kadar feryat ettiğini duymazsınız. Aslında verilecek bir cevap var; "Beğenmeyen kontağı kapatsın, sizi zorla çalıştırmıyoruz..." Türkiye insanı büyük ve yıkıcı işsizlik dalgalarını tanımıyor. "İnşallah tanırlar" diyecek halimiz yok tabii.