Pazar Nisyan günlerinde çocuklar

Nisyan günlerinde çocuklar

05.01.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu ülkenin elinde avcunda kalan makbul çocuklar "zararsız" olanlardır. Büyük aptallaştırma operasyonun hasat vakti geldi. Buyurun afiyetle yiyin şimdi: Bunlar dalından yeni kopmuş "laylon" çocuklardır!

Nisyan günlerinde çocuklar

1. Boyalı şekere batırılmış organizmalar olarak tarif edebileceğimiz, fazla gelişmiş 23 nisan çocukları gibi ezberini unuttukça şirinlik yapıp durumu kurtarmaya çalışan DJ, VJ camiası...2. Karnı sırtına yapışık, raşitik kız çocukları gibi yaşamak zorunda olan mankenler. Hayatın kenar süsü olarak kullanılırken, ölü balıklar gibi dudakları aralık duran, basma kalıp kadınlık jestlerini tekrarlayarak "kişiliğimsi" bir şey geliştirmeye çalışan kız çocukları...3. Yeşil saha meydan muharebelerinin dev zaferleri ve dev yenilgileri altında eciş bücüş olan, siyasetin bile üzerinde olan kulüpler arası iktidar savaşlarının paralı askerleri futbolcular... Yirmi yıl önce başlatılan büyük lümpenleşme operasyonunun hasat vaktidir şimdi! Buyurun afiyetle yiyin; bunlar dalından yeni kopmuş "laylon" çocuklardır! Haşarı" çocuklarını bir kuşak boyunca öldüren, sonraki kuşakta da böyle çocukların hiç olmaması için aklın tüm olanaklarını tamamen boğuncaya kadar boğazını sıkan bir ülkenin elinde kalanlar "zararsız" çocuklardır şimdi. Elde avuçta kalan, makbul sayılan çocuk mevcudunun dökümü şöyledir: Nisyan günlerinin üç atlısı Türkiye, "ailenin gençlerinin" belden aşağı veya belden yukarı esprilerine gülmenin "emniyetini" sevmiştir.Genç insanların, gitgide daha fazla "çocuklaşmasının", hiç değilse bunun makbul olmasının sebebi de budur. Rivayet olunur ki, bundan 30-40 yıl önce her düzeydeki karar sürecine katılan, sözü ciddiye alınan gençler yerine artık neşe dolu marifetlerini sergileyerek ortamı şenlendiren "hınzırlar" gelmiştir. Politika ile uğraşan, biraz daha ele gelir bir şeylerden bahseden çocuklar, sonunda gözaltına alınıp, yakın zamanda olduğu gibi gözaltında öleceği (!) ya da ölüm orucuyla bütün oturma odasının keyfini kaçıracağı için "esas" çocuklar değillerdir. Onlar, bu oturma odası huzurunu ve nisyan (unutuş) günlerinin emniyetini tehdit etmektedirler. Cem Yılmaz, Beyazıt Öztürk ve Yılmaz Erdoğanın bu kadar candan kucaklanması, bu kadar çok baş üstüne çıkarılmasının nedeni de budur. Büyük ve kasvetli bir oturma odasına dönüşen Türkiyede onlar, bu sıkıntılı havayı dağıtabilen "ailenin delikanlısı" olarak bağra basılmışlardır. Oğlunu arayan ülke Şimdi herkes, krizle birlikte içinde yeni yeni kıpırdanan "Biz bir yerde yanlış yaptık" hissini yaşıyor. Hayatın temel kurgusunda bir hata olduğunun hemen herkes ufak tefek farkına varmaya başladı. Duvarları yanlış çattık, çatı kapanmıyor gibisinden bir durum çıktı ortaya. Başı açıkta kalmış büyük ailenin şimdi şöyle dalyan boylu, bileği kuvvetli, akıllı, delifişek bir delikanlıya ihtiyaç var. Türkiye yeni oğlunu arıyor! Hiç değilse çok yakın zamanda aramaya başlayacak. Solculukla falan ilgisi yok bunun, iyi hayaller kuran, iyi insanlar olmakla ilgisi var: Deniz Gezmiş ve onun gibileri tırpanlayarak bir ahlakı, bir insan modelini yok eden bir ülke şimdi elinde son derece zararsız, zararsız olduğu kadar da işe yaramaz bir genç insan modeliyle kala kalmış durumda. Bu yüzden işte rol modellerini kaybetmiş gençler bunlar, dolayısıyla oynayacak önemli rolleri kalmamış olan. Tiyatro terminolojisiyle söyleyecek olursak, "arkada bayrak tutan"... Olacak olan nedir? ecetem@hotmail.com Bu sadece bir sezgi, ama sanki nisyan günleri bitiyor. "Bize hiçbir şey olmaz" başlıklı o derin ve engin denizin sonu geldi. Herkesin içine, kendi hayatından başlayarak toplamda ülkenin hayatı için bir şeyler yapmak gerektiğinin "kurdu düştü", kıpırdanıyor. Yakında görebilirsiniz, sakın şaşırmayın: Geveledikleri Türkçeleriyle nasıl kaset çıkardığını anlatan gençler yerine, köy öğretmenliğinin ne iyi olduğunu anlatan genç insanlar sokulabilir tedavüle. Başka ve daha iyi bir hayatın mümkün olduğunu söyleyerek yalnızlaşan insanlar birden o kadar da yalnız olmadıklarının farkına varabilirler mesela. Böyle derinden, küçük küçük bir hissiyat büyüyor insanların içinde. Bu hayattan ikrah getirenler, krizle birlikte çuvallayan mevcut ahlaki değerlerin yok olmasıyla birlikte kendi değerlerini seslendirebilecek bir alan bulabilirler. Bir sezgi bu, sadece bir sezgi, ama her şey hakikaten daha iyi olabilir...