Pazar Okyanus kıyısında

Okyanus kıyısında

09.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Saint-Malo, Brötanya'nın en güzel kenti. Kumsalı da, sanırım, yörede benzeri az bulunan cinsten. Çok büyük ve geniş, surlarla çevrili eski kentin hemen dibinden başlayıp kıyı boyunca alabildiğine uzanıyor

Okyanus kıyısında

Nâzım Hikmet bir şiirinde "düşman memleketi" der otel odasından söz ederken. Saint-Malo'daki otelimin odasında yabancı hissetmiyorum kendimi, artık bu göçebe hayata alıştım. Brötanya'nın iklimine, eşsiz manzaralarına, hatta okyanusun git-geline alıştığım gibi. Oysa buraya ilk geldiğimde suların limanda demirli tekneleri bırakıp gitmesini, geride kalan tortunun kumsalın yüzeyine yavaşça, halka halka yayılışını, uzun çizmeli adamların balçığa bata çıka istiridye toplayışlarını nasıl da yadırgamıştım. Eskidendi, galiba çok eskiden. Akdeniz kıyısında büyümüş, deniz deyince aklına turkuvaz mavisi gelen o çocuğun Fransa'ya demir atmadığı, henüz dünyayı tanımadığı yıllarda. Uzak ülkelere gitmenin yalnızca bir hayal olduğu, geceleyin yatakhanede okyanus aşırı yolculukların düşlendiği yatılı okul yıllarında.Saint-Malo, bana sorarsanız, Brötanya'nın en güzel kenti, kumsalı da, sanırım, yörede benzeri az bulunan cinsten. Bir kere çok büyük ve geniş, surlarla çevrili eski kentin hemen dibinden başlayıp kıyı boyunca alabildiğine uzanıyor. Halka da açık elbette, bizdeki gibi çek-senet mafyasının eline düşüp ucuza kapatılmamış. Kumu ise elekten geçirilmiş gibi incecik, üzerinde her zaman beyaz, lâcivert, mor, günbatımında erguvan rengi bulutlar salınıyor. Martı çığlıklarıyla uyanmak; beyaz, geniş kanatlı deniz kuşlarının havada daireler çizdikten sonra denize, açıkta, neredeyse ufuk çizgisine yakın kayaların ortasında çakan fenere, okyanusun milyonlarca yıldır gelip gittiği kumsala, evlerin granit kiremitli, yosun tutmuş çatılarına konduklarını hayal ederek. Daha önceden de yazmıştım, Brötanya'da gökyüzü, eğer hava kapalı değilse, rüzgar bulutları okyanusun üzerinden toplayıp kıyıya doğru sürüklemişse, güneş bir görünüp bir kayboluyorsa, evet burada gökyüzü dünyanın en güzel tiyatro dekorlarından birini oluşturuyor. Ufuk çizgisi alabildiğine uzak bir defa, okyanusun bittiği yerden başlıyor; ama sular alçalıp yükseldikçe, bulutlar renkten renge, biçimden biçime girdikçe, sanki yer değiştiriyor. Sonsuzluk duygusu veren okyanusun böyle uçsuz bucaksız, ufuk çizgisine doğru uzanışı değil, hayır. Gökyüzünün derinliği. Bulutlar ordu ordu biriktikçe, üst üste yığıldıkça, kenetlenip ayrıldıkça, yukarda bir başka dünya olduğunun farkına varıyor insan.Bütün Brötanya kentlerinde olduğu gibi Saint-Malo'da da mimari dokuya taş egemen; evler, resmi yapılar, eski kenti çepeçevre saran surlar ve dar sokaklar, bölgenin simgesi granit taşından. Sanki insanlar da biraz öyle, taş yontular gibi soğuk, mesafeli. Neyse ki Türkler buraya, Avrupa'nın batısındaki bu uç noktaya kadar gelmişler, dönerci dükkanlarını açıp "krepçi"lerle rekabete başlamışlar.Şimdilik krep kazanmış durumda ama zamanla ne olur, rekabet kızıştıkça kim öne geçer, bilemem. Yine de, deniz ürünleriyle birlikte Brötanya mutfağının vazgeçilmez yemeği krep, tuzlu ve tatlı yufkalardan hazırlanan çok çeşitli spesiyaliteleriyle büyük ilgi görüyor. Zaten eski kentin sokaklarında lokantadan geçilmiyor. Saint-Malo gerçekte, kitle turizminin her gün biraz daha bozduğu bir lokanta-kent görünümünde. Bir lokanta-kent görünümünde Kumsalın az ilersinde küçük bir ada var, sular çekildiğinde yürüyerek gidilebilen bir kaya parçası. Uzun süre korsanlara yataklık etmiş kalenin burçlarında, bugün de, Fransız değil, beyaz samur armalı Brötanya bayrağı dalgalanıyor. Ve kentin "medar-ı iftihar"ı, romantizmin öncüsü Chateaubriand'ın mezarı da burada. Kent yazarıyla belki biraz fazla övünüyor, her yer onun adını taşıyan sokaklar, oteller, kahvelerle dolu. Elbette, okyanusa karşı granit bir haçtan ibaret anıt mezarın yanı sıra bir de heykeli var.İnsan sormadan edemiyor? Peki neden İstanbul'da bir Yahya Kemal, Bursa'da Nâzım Hikmet, Adana'da Yaşar Kemal oteli yok? Ya da Pierre Loti kahvesinin olduğu Eyüp'te "Haliç" adlı kitabın şairi Dağlarca'nın da adını taşıyan bir kahve, bir lokanta, bir sokak yok?Chateaubriand başyapıtı olarak kabul edilen "Mezar Ötesinden Anılar" adlı kitabında çocukluğunun geçtiği Sait-Malo'yu şöyle anlatıyor:"Açık denize karşı geniş kumsalda, kaleyle şatonun gölgesinde toplanırdık; dalgalarla rüzgar en yakın arkadaşlarımızdı. Tattığım ilk zevklerden biri fırtınalarla tanışmak oldu."Fırtınalarıyla da ünlü Sait-Malo'da her sabah martı çığlıklarıyla uyandım, kahvemi surlara, yosunlu çatılara, gelen geçene bakarak eski kentin güneşli teraslarında içtim. Hava nefis, gökyüzü her sabah biraz daha mavi, daha derindi. Rüzgar akşama doğru okyanusun üzerinden topladığı bulutları önüne katıp getirdi ama hiç yağmur getirmedi. Biraz da bu nedenle sevdim Saint-Malo'yu, yalnızca konumuna değil, iklimine de hayran oldum. n İklimine de hayran oldum