Pazar "Olaylı hayatım yüzünden ilk kitabım 30 yıl gecikti"

"Olaylı hayatım yüzünden ilk kitabım 30 yıl gecikti"

08.04.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Aşiretin iki kolu arasında kan davası vardı. Onlarca kişi öldü. Ben nasıl olduysa hayatta kaldım"

Olaylı hayatım yüzünden ilk kitabım 30 yıl gecikti

Bucak aşireti üyesi, arazi mafyasının hedefi yazar Osman Necmi Gürmen: 30 yıldır Fransa'da yaşayan, kitaplarını Fransızca ve Türkçe yazan, ikinci kitabı "Kılıç Uykuda Vurulur"un önsözünü ünlü Yunanlı yazar Vassili Vassilikos'un yazdığı ve Fransa'da özellikle edebiyat çevrelerinde en çok tanınan Türk yazarlardan biri olan Gürmen'in hayat madalyonunun diğer yüzünde ise kan davaları, Susurluk kazası ve Sedat Bucak gibi olay ve kişilerle yakından tanıdığımız bir aşiret var: Bucak aşireti. Gürmen, Bucak aşireti reisi Osman Paşa'nın öz torunu, yani bir anlamda Siverekli Bucak aşiretinin veliahtı. 1927'de İstanbul'da doğan, daha sonra babası tarafından Fransa'ya okumaya gönderilen, Türkiye'de daha çok annesinin yaşamından esinlenerek yazdığı "Rana" ve mart ayında Kanat Yayınları'ndan çıkan "Mühtedi" adlı tarihi romanlarıyla bilinen Osman Necmi Gürmen'in hayatı film gibi. Gürmen bu renkli hayatını, yazarlık serüvenini ve kitaplarını anlattı. Fransa'nın ünlü Le Nouvel Observateur dergisi, 30'uncu yaşı için dünyadan yaklaşık 200 yazardan "dünyada bir günü" anlatmalarını istediğinde; Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk'un dışında Türkiye'den seçtikleri üçüncü bir yazar vardı: Osman Necmi Gürmen. Baba tarafım Siverekli, anne tarafım zaten çok eski İstanbullu. O zaman bizim aşiretin adı Bucak değil, Hacı'an'dı. Soyadı kanunundan sonra Bucak oldu. Bucak aşireti çok kalabalık ama aşiret reisi aslında benim dedem, yani Osman Ağa. Sonradan adı Osman Paşa oluyor. 1905'te Osman Ağa, Abdülhamid tarafından İstanbul'a davet ediliyor, o da "Ödüllendirileceğim" diye koşa koşa geliyor. Halbuki o zaman onun düşmanı olan, Hamidiye Alayları'nın paşası İbrahim Paşa, Abdülhamid'in adamı. Dedeme "İbrahim Paşa evladım nasıl?" diye sorunca dedemin eli ayağı buz kesiyor, o zaman İstanbul'a ödüllendirilmeye değil, sürgüne geldiğini anlıyor. Abdülhamid dedeme konak ve Şehremini azalığını veriyor. Babam Halil Fahri, 1934'teki soyadı kanunuyla birlikte Gürmen soyadını, ailenin Siverek'teki kolu da Bucak soyadını alıyor. Aileniz nasıl olup da İstanbul'a gelmiş, anlatır mısınız? Kronolojik olarak bakılırsa öyle. Ama o dönem babamın tarafı İstanbul'da sürgünde olduğu için Bucak aşiretinin başına diğer kol geçmiş, zor zamanlarında aşireti onlar idare etmiş. Yani siz aşiretin veliahtlarından birisiniz. "Paris'teki günlerimde aç kaldım" Ben üç-dört yaşındayken babam Feneryolu'nda bir köşk aldı, orada oturuyorduk. İlkokulu Göztepe Taş Mektebi'nde okudum ama üç yaşından beri mürebbiyeden Fransızca dersi aldım. Ortaokul ve liseyi Saint Joseph Lisesi'nde okudum, 1946'da mezun olunca babam beni okumak için Fransa'ya gönderdi. Nasıl bir çocukluğunuz oldu, nasıl bir eğitim aldınız? Fransa'ya ilk gittiğimde Paris'te savaş sonrası yılları olduğundan açlık ve sefalet hüküm sürüyordu. Orada o kadar aç kaldım ki sonunda dönmeye karar verdim. Fakat o zamanki Başkonsolos Halil Ali Ramazanoğlu babamın arkadaşıydı, gideceğimi öğrenince bana "Akşama yemeğe bizde kal" dedi. Kalış o kalış. 1952'ye kadar Fransa'daydım. O dönemde orkestrada davulculuktan şoförlüğe kadar geçinmek için yapmadığım iş kalmadı. Paris yıllarınız nasıldı? Babamın ekonomik durumu çok sarsılmıştı. O yüzden Siverek'e dönüp çiftçilikle uğraşmaya başladı. Tahminim onun dönüşünden sonra aşiretin diğer kolundakiler biraz gocundular ama kan davaları o zaman yoktu, sonradan başladı. 1951'de bana "Durumum ağırlaştı, dönsen iyi olur" diye bir telgraf çekti. Bunun üzerine o zamanki kız arkadaşım ve daha sonra ilk eşim olan Marie Le Roux ile Türkiye'ye döndüm. Sonra Türkiye'ye neden döndünüz? "Can havliyle politikacı oldum" Evet. O dönemde Siverek'te ne elektrik var ne de telefon, Hz. İsa devri gibi insanlar mum ışığında oturuyor. Babam 1958'de öldü, ben 1966'ya kadar 10 yıl Siverek'te aşiretin arasında kaldım. Çok zor senelerdi. Bizim aşiretin iki kolu arasında kan davası vardı. Onlarca kişi öldü. Ben nasıl olduysa hayatta kaldım. n Nasıl hayatta kaldınız?Kan davasında siz istediğiniz kadar bulaşmayın, onlar size bulaşır. Ama benim herhalde o dönem talihim yaver gitti, bir şey olmadı. Kan davasının sebebini arasanız bir incir çekirdeğini doldurmaz. Aşiret reisliği meselesinden boş yere insanlar öldü. Çarpışmalar gırla gidiyor, sapır sapır insan ölüyordu, elimde hiç olmazsa siyasi bir kuvvet olması için can havliyle politikaya atıldım, Adalet Partisi'nin Siverek ilçe başkanı oldum. Siz de Siverek'e mi döndünüz? "Olaylar irademi aştı" Kan davasının sonunda artık barış olur gibi oldu, karşılıklı kız alınıp verildi, nihayet "Her iki koldan da aşiretin başında görünen kişiler Siverek'ten çıkıp gidecek" denildi. Diğer taraftan bir amcazade, bizim taraftan da ben Siverek'i terk ettik. Biz gidince öldürecek kimse kalmadı. Sonra neden Siverek'ten ayrıldınız? 13-14 yaşındayken bile "Yazar olmak istiyorum" derdim. Olaylar irademi aştı. Bütün amacım yazar olmaktı ama hadiseli bir hayat yüzünden ilk kitabımı 30 yıl gecikmeli olarak 48 yaşında yazabildim. Bu kadar değişik bir hayat yaşadıktan sonra kitap yazmaya nasıl karar verdiniz? "Erol Simavi askerlik arkadaşım" Erol Simavi'yle biz askerlik arkadaşıydık, bayağı da sevişirdik. O da benim gibi Saint Joseph'liydi ama biz asıl askerden tanışırdık. İstanbul'daki yedek subay okulunda aynı taburdaydık, sivil hayatta da beraber olduk. Fransa'ya geldiğinde sık sık görüşürdük. Simavi sayesinde sekiz yıl kadar Hürriyet'in Paris muhabirliğini yaptım. Fransa'da bir de gazetecilik maceranız var... Arkamda edebiyat ajanları yok, o yolları hiç bilmem. Birazcık da ara vererek yazdığım için ismim zaman zaman daha çok duyuldu, zaman zaman daha az. Bir de Türkiye'de hâlâ aleyhimde dava açılmadı, birisi dava açsın diye bekliyorum! Edebiyatın Fransa'da daha kalıcı bir etkisi var, bizdeki etkisi daha güncel. Fransa'da Türkiye'de olduğundan daha fazla tanınıyorsunuz, bunun nedeni nedir? "Mühtedi" önce Fransızca basıldı. Sonra çevirisi istediğim gibi olmadı. Ben de oturdum aynı kitabın Türkçesini yeni baştan yazdım. "Mühtedi"de tarihe mal olmuş ve dinini değiştirmiş bir insanın iç alemi nasıldır, bunu irdelemeye çalıştım. Yani vaftiz olmuş, çocukluk yıllarında kiliseye gitmiş bir insan, bunları tamamen unutabildi mi, yoksa içinin bir kenarında kaldı mı? Kılıç Ali Paşa Barbaros'tan sonra Osmanlı donanması için en büyük diyebileceğimiz bir kaptan-ı derya, o yüzden onu araştırdım. Martta yeni kitabınız "Mühtedi" çıktı, burada Kılıç Ali Paşa'yı anlatıyorsunuz... "Bodrum'daki ilk oteli kurdum" Daha önce hiç gitmemiştim, bilmiyordum. Kafamı dinlemeye gittim ve Bodrum'un ilk oteli olan Halikarnas'ı kurdum. Şimdiki adı Halikarnas Disko. Oteli 10 yıl çalıştırdım, ilk yabancı turist kafilelerini ben getirdim. O dönem Bedri Rahmi Eyüboğlu arkadaşlarıyla Marmaris'ten çıkıyor, tek tek koyları dolaşıyordu. Buna mavi yolculuk adını onlar koymuştu. Ama Mersin'den tekne alıp profesyonel amaçla turistlere yönelik mavi yolculukları başlatan benim. Bodrum'a nasıl yerleştiniz? Bodrum'un koylarında birkaç arsa satın almıştım. Sonra mafya geldi çöktü, en iyi arazileri almak için ellerinden geleni yapıyor, tehdit ediyorlar. Arazimin bulunduğu yarımada için "Burası ancak Hazine'nin olabilir" diye iddia edip dava açtırdılar, yedi yıl mahkemelerde süründüm. Sonunda işin içine aşiret ve silah girdi, anladılar ki bu adama dokunulmaz, yedi yılın sonunda peşimi ancak öyle bıraktılar. Ama artık bıkmıştım, arazilerin hepsini sattım. Bodrum'dan neden ayrıldınız? Evet, ilk kitabımı 1975'te Fransızca yazdım. 1976'da Bodrum'dan ayrılıp Fransa'ya gidip yerleştim ve "L'echarpe d'Iris" adlı ilk romanım burada Gallimard Yayınevi tarafından basıldı. O dönemde Gallimard en tanınmış yayıneviydi. Gazete ve dergilerde o kitapla ilgili çok yazı çıktı. Yazmaya da bu yıllarda başladınız sanırım...