Pazar Ömer Uluç

Ömer Uluç

04.04.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kezban Arca Batıbeki

Ömer Uluç





Şu anda vizyonda olan "İnci Küpeli Kız" filminde ünlü ressam Jan Vermeer'in aynı adı taşıyan portresinin ortaya çıkışının hayali öyküsü anlatılıyor. Colin Firth ve Scarlett Johansson'ın başrolleri paylaştığı, Peter Webber'ın yönettiği filmde portredeki kızla Vermeer'in ilişkisini izliyoruz.
Biz de ressamlarımız Bedri Baykam, Ertuğrul Ateş, Kezban Arca Batıbeki,
Ömer Uluç ve Günseli Kato ile görüştük. Özel bir tablolarını seçtiler ve öykülerini anlattılar.

"Bunu değiştirmemiz mümkün mü? Karım kıskanıyor ve evde istemiyor da"
Eskiden de ünlülerin gecelikleriyle, bikinileriyle güzel pozlar verdikleri dergiler vardı. Kağıt ve baskı kaliteleri şimdikiler gibi değildi. İlginç renk dağılımları olurdu o fotoğraflarda. Ben de o dergilere bakarak birçok resim yapmıştım. Bunlardan biri de Ahu Tuğba'nınkiydi. 1982 yılında, en parlak olduğu dönemlerde yapmıştım. Kanepeye uzanmıştı. Boynundan bir tilki kürkü sarkıyordu. Bu resmi Ahu Tuğba da çok beğendi. Sonra bu resmi bir adam aldı. Ancak bir yıl sonra beni arayıp "Kusura bakmazsanız bu resmi değiştirmemiz mümkün mü?" dedi. Karısı evde bu resmi istemiyormuş, kıskanıyormuş. Aile saadetini bozacak durumlarda değiştirme yapıyorum. "Ahu Tuğba"yı aldım, daha soyut, kıskandırmayacak bir resim verdim.

Bu resmi yaptığım 2002 yılında bir Güney Fransa turuna çıkmıştık. Burada küçük kasabalar birbirine; insanda genellikle tünel etkisi yaratan iki taraflı ağaçlarla sürüp giden yollarla bağlanır. Gündüzleri cennet gibi görünen bu yollar hava karardığı anda bir korku filmi karesine dönüşüverir. Yine bir akşam bir köyden Aix-en-Provence'a dönüyorduk ki yol tıkandı. Bir kamyonla arabanın kaza yaptığını öğrendik. Yaşamdaki rastlantılar, belli coğrafyaların anlık değişimleri hep etkilemiştir beni...
Sergim yaklaşıyordu, döner dönmez çalışmaya başlamak zorundaydım. İlk aklıma gelen görüntü, o yollar ve o kaza oldu. Tuval üzerine siyah-beyaz bir desen yaptım önce. İki tarafı ağaçlı, ortasında kocaman, kırmızı bir "STOP" yazısı olan perspektif bir yol vardı üzerinde. Bu haliyle bırakılsa göze hoş gelen ama sıradan bir resim olacakken ortaya monte ettiğim iki oyuncak araba ve birkaç figürle bir anda resmin boyutu ve niteliği değişiverdi, gerçek yaşamda olduğu gibi...
Bir süre sonra bir arkadaşım atölyeme Fransa'dan gelen misafirini getirdi. O misafirin gözleri bu resmi görür görmez doldu. Erkek arkadaşı Mathieu'yu
Aix-en-Provence'a dönerken aynı yolda geçirdiği bir kazada yitirmişti.

Aşk acısını iki gecede iki resim yaparak atlattı
İkisi birbirinin devamı olan "Kırık Kalp" ve "Kadere İsyan" isimli resimlerim benim için çok önemli. İkisinin de tarihi 1981. Kırık Kalp 25 Şubat'ta, diğeri ise bir gün sonrasında, 26 Şubat'ta yapıldı.
Bunların öyküsü şöyle... 1980 yılında genç bir sanatçı olarak Amerika'ya gittim. Aslında 3-4 aylığına gitmiştim ama bir kıza aşık oldum: Rochelle Capelli. Sonra bu kızla beraber yaşayabilmek için 1980'in aralık ayında tekrar Amerika'ya taşındım. 700 dolarla... Babam "Sana yardım edecek bir lira param yok, ona göre" demişti. O zaman 23-24 yaşındayım. Tenis ve resim dersi vererek yaşamaya başladım.
Rochelle'in İtalyan asıllı babası için de ben Ortadoğu'dan gelen, kızını kaçıracak olan Araptım. Ve çok baskı yapıyordu bize. Arada kızın babasının evine gidiyorduk, film sahnesi gibi olaylar yaşanıyordu. Mesela yemeğin ortasında "Kızım yatakta nasıl?" diye soruyordu. Ben de "Kızınız çok iyi bir aşçı" diyordum. Sonra babasının Rochelle'e baskısı o kadar arttı ki kız beni bir gecede bıraktı. Ben çok sarsıldım. Düşünün bir kıtaya bir kız için, beş parasız taşınıyorsunuz. Orada hiç akrabanız yok, paranız yok, kıtayla da savaş içindesiniz... O gece ağlayarak okulun atölyesine gittim ve "Kırık Kalp"i yaptım. Bir gecede. Acı çeken, kanayan bir kalbin röntgeni. Yani kalbimin o andaki halinin röntgeni. Ağlayarak yaptığım bir resimdi. Ertesi gün de "Kadere İsyan"ı yaptım. Bu bir karikatür resim. Bir yandan "Yeter Allahım! Bir mutluluk veriyorsun bir alıyorsun" deyip isyan ediyorum, bir yandan da ağlıyorum bu resimde. Bu iki resim birbirini tamamlıyor. Bu resimlerle beraber rahatladım.
Bu resimler neden şimdiye kadar satılmadı? Çünkü daha değerliler. Bu boy olan diğer resimlerimden beş-altı kere daha pahalılar. Bu resimler aynı zamanda yeni dışavurumculuk akımının ilk örneklerinden.

"Bu çalışma benim için psikolojik tedavi oldu"
Türkiye'ye dönüş hikayem, "Ben" isimli bu resim. Japonya'da bildiğiniz üzere minyatür, küçük ebatlı resimler yapıyordum. Döndükten sonra bir yıl hiç resim yapmadım. Resim mi yapacağım, bilmiyordum. Kolay bir dönem değildi. Kendimi yabancı bir ülkeye gelmiş gibi hissediyordum. Daha atölyem yoktu. Sonra yatak odamda ufak ufak resim yapmaya başladım. Fakat büyük ebatlı resim yapmak istiyordum. Ben de ufak bir şeyler yapıp birbirine sicimle dikmeye başladım. Resim büyüdükçe güzelleşti. Sonra üzerinde oynamaya başladım. Kendi resmimi yaptım. Döndükten sonraki beni resimledim. Buradaki portremde hem geleceğe yönelik ümit var hem de hüzün, "Ben ne yapacağım?" diye bir şaşkınlık var. Sonra küçük küçük gümüşleri yapıştırmaya başladım. Onlar benim önce saçlarım sonra düşüncelerim oldu. Ve yavaş yavaş düşüncelerimden arınmaya başladım. Yaptıkça iyileştim. İstanbul, deniz, özlemlerim, gözyaşlarım, o dönemdeki zamansızlığım... Hepsi var.
Ben bu resimle üç-dört ay uğraştım. Benim için bir psikolojik tedavi oldu, bana çok iyi geldi. Bir de bu resimden şunu çıkardım: Diyelim hiç atölyeniz yok, bir tek odanız var, yine de sanat yapabilirsiniz. Ben yatak odasında, yatağımın üzerinde yaptım bu resmi. Yatarken yere koyuyordum. Aynı yatağı da paylaşmış oldum. Bu resimle beraber sanata devam etme fikri, geçmişi unutup geleceğe bakma fikri başladı.

"Falımdan komşumuzun güzel kızları çıktı"
Resmimin adı "Üç Kız Kardeş". Şu anda üzerinde çalıştığım resim bu. "Ben nasıl resim yapıyorum"u anlatarak meseleye girmeliyim. Sürrealistlerin ve dadaistlerin iddia ettiği bir durum vardı: Bunlar gerçeğin kendisinden değil onun bıraktığı izden hareket ederek başka bir gerçeğe gitmekteler. Benim hem resim dilimde hem de hayat anlayışımda biraz gerçeküstücülük vardır. Bu konularda araştırmalar yaparken gördüm ki gerçeküstücülükle bizim kültürümüzde örtüşen öğeler var. Bunlardan bir tanesi de kahve falı. Ne yapıyor kahve falı bakan? Oradaki izden, dokudan hareketle hayal gücüyle doğru orantılı bir hikaye örüyor. Bir realiteden bambaşka bir realiteye doğru gidiliyor. Herkes bir kere fal baktırmıştır bu ülkede. Ben de bu kültürel varlığı tuvale taşıdım. Yani tuvalin üzerinde önce aynı kahve falında olduğu gibi dokular oluşturuyorum. O izler, dokular bana bir şeyler hatırlatıyor; çocukluğumla, hayatımla ilgisi oluyor. Sonra ben devam ediyorum resme. Yani ben size falımdan çıkanı anlatabilirim:
Ben İskenderun'da liseyi okudum. 1970'lerin başıydı. İskenderun'da çok demokratik bir ortam vardı. Kız-erkek ilişkileri hiç yadırganmazdı. Orada bizim bir komşumuzun üç tane kızı vardı. Onlarla arkadaştık ama komşu kızları bir yandan da çok çekicidir, yani komşunun tavuğu gibi. Komşunun kızı, hazır orada, tanışıklık da var... Bir de üç tane. Körün istediği bir göz, Allah vermiş üç. Hepsi de birbirinden güzeldi. O zamanki duygum Karacaoğlan'ın türküsündeki gibiydi: "Hangisinden yad edeyim?" diyordum. Çocukluğumun nostaljik göndermesinden yola çıkarak yapıyorum bu resmi yani.