Pazar On dördüncü Türk Tarih Kongresi

On dördüncü Türk Tarih Kongresi

15.09.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kuşkusuz, kurumların düzenlediği kongrelerin bilgi alışverişinde payı büyük. Ama artık dünya küçüldü, kongrelerin alternatifleri oluşturuldu

On dördüncü Türk Tarih Kongresi

ama üniversite ve akademik çevreler soğuk kaldılar. Üstelik bu tezi kimse münakaşasız kabul etmedi. Bazılarının sandığının aksine Türkiyenin Grekovu (Stalinin sevgili Rusya tarihçisi) veya Dr. Frankı (Nazi Almanyasının gözde tarihçisi) yoktu. İnsan eğilimi; resmi bilgelik mertebesinde çıkmak isteyenler olmuştu ama hissettirmeden altlarından halıyı çektiler. Reşid Galibin takdim ettiği "Göç Tezi" kongrede öyle kolay kabul görmedi. Tarihi coğrafyanın tartışmasız uzmanı olan Zeki Velidi (Togan); "Tarihi dönemde kuruyan göl yok" dedi... Göl tarihte kurumayınca insanlar da kuruyan gölden kaçmamış demektir. Fuat Bey (Köprülüzade de başta onun gibi karşı çıktı; ama gün görmüş İstanbul ailesinden geliyordu, üslubu kasabalı öğretmen gibi değildi, daha bir hassastı, çekildi. Zeki Velid üsluptan da kaybetti. Reşid Galib onu hırpaladı, gönderdi ama tez ortada kaldı ve ardından gözden düşen Reşid Galible birlikte tezin son savunanı da gitti. Birinci kurultayda Hamid Zübeyrin yönettiği Alacahöyük kazıları takdim ediliyordu. Türkiyede kazılar Osmanlı devrinde başlamıştır; Cumhuriyetin bu döneminde ise milli heyecana dönüşmüştü. Ne yazık ki bu yurdun eskiçağına artık o zamanki heyecanla eğilinmiyor. Saha sadece uzmanların elinde kaldı, onlar da imkansızlıkların kuşatması içindeler. Tahılla geçinen cumhuriyet dünya tarihini öğrenmek için paralar sarf ediyor, kazılar yapıyor, müze kuruyor, dışarı öğrenci gönderiyordu. Tarih Kurumu aslında bu alanda da gene öncülük yapıyor. Ukraynanın Oşakov, Kırgızistanın Tanrıdağı ve Oş bölgesinde kazılar yönetiyor. Eski Çin kaynaklarını bazı genç mülteci uzmanlara çevirttiriyor.Derken hava yumuşadı, daha doğrusu pörsüdü. İsmet Paşa devrinin itidali ama daha çok ağırlığı ve ataleti çökmüştü ortalığa... Sonra "kurultay" adı "kongre"ye dönüştü. Her şeye rağmen bizim gençliğimizde Türkiye arkeolojisinin kendini ifade edebileceği tek alan orasıydı. Arkeologların yanında ilkçağın, Bizansın, Avrupa tarihinin bilinmeyen sayfalarını açan tebliğleri ise boşuna beklerdiniz. Bir çarpık gelişme vardı. Ulusal bilimimiz ve tarihçiliğimiz bu alanlara girememişti. Derken kongrede gürültülü ve zaman zaman adap dışına çıkan üslupla tartışılan bir seksiyon daha -Çağdaş Türkiye Tarihi- ortaya çıktı. Bizim gibi tarihten ve dünyadan bihaber bir toplumda herkes yakın tarih uzmanıdır. Yakın tarihi herkes kendine göre yorumlar ve mutlak doğruyu bilir. Hiç unutmam Azerbaycanlı tarihçi Esmeralda Hasanova Hanım, 1970 yılındaki kongrenin "Yeni Türkiye Seksiyonu"nda Atatürkten "burjuva devrimcisi" diye bahsettiydi (Onun geldiği dünyanın terminolojisinde bu sözün taçlandırıcı bir ilericilik ifade ettiği açık). Ne var ki oturumu izleyen bir uzman "burjuva" lafını sokaktaki sol mitingçilerin sloganlarından tanıdığı için "Atatürke burjuva diyemezsiniz, sözünüzü geri alın" diye kıyameti koparmıştı.Zaman geçti; tarihe ilgi arttı, mali destek odakları bulundu. Yurtiçinde ve yurtdışında kongreler, seminerler arttı. Tarih kongreleri eskisi gibi tarihçilerin tek toplantı mekanı olmaktan çıktı. Ama gene de dört yılda bir Ankarada kongre yapılıyordu. Soğuk Savaşın yasaklı ve vizeli yıllarında Rusyanın, Orta Avrupa ve Balkanların tarihçileriyle tek temas edebildiğimiz yer kongre salonlarıydı.Artık kongrelerin alternatifi var. Dünya küçüldü, hareket arttı. Tarih kongrelerinin alternatifi çoğalınca belki daha başka bir düzenleme gerekiyor. Tarihçilerin örgütlü çalışma ve iletişiminde Tarih Kurumunun ve kurultayların rolü inkar edilemez. Bu hafta Türk Tarih Kongresi toplandı, açılışı gene Cumhurbaşkanımız yaptı. Ne var ki iptal edilen kurumlar kanunu yüzünden Tarih ve Dil kurumlarının üyeleri yoktu ve yeni kanunun çıkışı da belirsiz bir tarihe ertelenmiş görünüyor. Hiç kuşkusuz kurumlar sadece kurultay toplamak için değil, araştırmak ve araştırmaları desteklemek için lazım. Osmanlı tarihini Joseph Hammerın, Türk etimolojik lugatını Andreas Teitzenin kaleme aldığı bir dünyada yaşıyoruz; ama her şeyimizi Avusturyalı bilginlerden bekleyemeyeceğimiz açık... 1932de Tarih kurultaylarının ilki toplandı. Halkevinin (Türkocağı) yarı şark yarı garb üslubu binasında tarihte de güçlü kurama ve çözüme inanan ve ümitlerle bir araya gelen insanlar; kendini göstermek isteyen gençler "hele durun" diyen Maarif Vekaleti ve darülfunun erkanı ve bazı yabancı bilginler bir aradaydı. Tarih yapmış, kendini ispat etmiş bir toplum, kimliğini kendisi çizmek, yani tarihi yazmak istiyordu. Bugün çok başka gözle görülüp değerlendirilen tezlerin o dönemde etrafta nasıl görüldüğünü ve nasıl ortaya atıldığını bilmek gerekir. "Göç yolları ve kurumuş iç deniz" Dr. Reşid Galib ve çevresinin, Gazi Mustafa Kemal Paşa adına "Susun, dikkatli dinleyin" havasında sundukları bir tezdi. Doğrusu bu tezi Gazinin ne kadar benimseyip savunacağı belli değildi. Tez okul kitaplarında yer aldı;