Pazar Özlemin dayanılmaz yumuşaklığı

Özlemin dayanılmaz yumuşaklığı

05.08.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Niye Donatella, niye? Neden sen Napoliye gitmiyorsun? Neden ben Parise gitmiyorum? Ne arıyoruz İstanbulda biz?

Özlemin dayanılmaz yumuşaklığı

Cara Donatella, Seninle konuşacak ne çok şeyimiz varmış. Hiç susmadık o havuz başında, farkında mısın? Uzaktan bakanlar, ne düşünüyorlardı acaba? Çıtı pıtı bir sarışın ve ufak tefek zararsız bir kumral, biri yağlı, biri yağsız ama ikisi de diyet havalı, bikinili takunyalı ve güneşe yayılı ne konuşurlar ki "normal"de? Çerez olarak manikür, pedikür ve saç bakımı; ara sıcakta "erkek"leri, ana mönüde selülit garnitürlü kadın budu yerler, üstüne de dedikodu şerbeti içip günü kapatırlar elbette! Oysa sen ve ben, herhalde ve kısmen, normal değiliz Donatella. Bir kez, sen üç böbrekli doğmuşsun, bu bir ayrıcalık. Benim de amiyane tabiriyle, prostatlı bir kadın olduğum söyleniyor sağda solda. Gün boyu baş başa verip Türkiyeyi kurtarmaya çalıştık. Tabii sıcak başımıza vurmuştu, biraz da Bloody Marylerin etkisi vardı, özellikle bizim tarafımızdan kurtarılamazdı Türkiye, dolayısıyla başaramadık. Derken basına el attık. İlerini tutarını bulamadık, elimizde kaldı, "Amaan, bize ne?" diye bıraktık. Ama bak, ara sıcakları atlamadık! Ne kadar çekiştirdik erkekleri, fakat ne kadar çok seviyoruz onlarsız olmayan aşkı... Şimdi düşünüyorum da, gerçekten çok acımasızız. İkimiz de. Hele hele, uzak yakın çevremizde aşktan meşkten ilgisiz arkadaşlar arasında bile, hepi topu İKİ erkeğe "geçer" not verdiğimizi düşündükçe, cadı cadı gülüyorum hala. Oysa...Oysa bu denli "ender" bulunduklarına bakılırsa, biz "cinsi latif"iz evet, ama bizim beğendiğimiz erkekler de "cinsi lütuf" galiba, Donatella!Ekonomik kriz, beyin erozyonu, erkek deflasyonu, kadın enflasyonu, aşırı sıcaklar ve hava kirliliğine rağmen yine dönüp dolaşıp, iki Avrupalı olarak geldik mi sana bir yaz daha bu ülkeye? Niye Donatella, niye? Sen niye gitmiyorsun Napoline, Caprine, Sicilya, hatta Portofinona? Niye ben gitmiyorum Saint Tropeze, Cannesa, Biarritze, hatta Costa Brava kumsallarına? Deli miyiz biz acaba? Paraysa sorun, bütün bu saydığım cennetler daha ucuz aslında İstanbuldan, Türkiyeden. Ne arıyoruz burada biz ve ne buluyoruz?Ne aradığımızı bilmiyorum ama, ne bulduğumuzu galiba anladım Donatella. Sana anlatmaya fırsat olmadı, dinle: İstanbula geldiğim gece, Cihangirdeki küçük sokağımıza saptığımda saatler 11.00i falan gösteriyordu. Taksi kapının önünde durdu, Umut marketçimiz Mehmet Ali Bey henüz dükkanı kapatmamıştı, gavur ölüsü gibi bavullarımı çıkarmama yardım etti, kan ter içinde vardım bizim kata. Daha içeri adımımı henüz atmıştım ki, kapı çaldı. Allah Allah. Kimse geldiğimi bilmiyordu, tüm dostlar henüz habersizdi. Kim ola diye ünledim korka korka, apartmanın tepesinden, pencereden. "Mancaa!" diye bir ses geldi. Coşkun Sokakın köşesinde nefis bir lokanta var. Ev yemekleri lezizdir, hanelere de servis yapar, Manca. "Yanlışınız var, ben bir şey ısmarlamadım!" diye bağırdım. Kat kat aşağıdan "Yanlış yok!" yanıtı geldi, bir türlü anlaşamadık. Gecenin bir yarısı sokağı ayağa kaldırmamak için tartışmaya son verdim ve yemek getiren delikanlıya yanıldığını anlatmak üzere bastım otomatiğin düğmesine. Birkaç dakika sonra kapımın önündeydi. Bir tepsi uzattı: "Barbaros Bey size gönderdi, yoldan geldi, acıkmıştır dedi!" dedi, Donatella. Barbaros, Mancayı işleten tatlı çetenin reisi. Şaşırdım. Şaşırmak ne kelime, küçük dilimi yutuyordum. Meğer köşeden görmüşler taksiden indiğimi. Ya da sevgili marketçimiz söylemiş. Anında bir tepsi hazırlanmış, kırmızı biber ve patlıcan salatası, sevdiğimi bildikleri etli yaprak dolması, sıcacık; zeytinyağlı taze fasulye ve yanında ekmek dilimleri özenle sarılmış. Telefon ettim hemen, teşekkür için. Barbaros, "Teşekkür etmeyin," dedi bana. "Yazın. Yeter ki yazın siz, cesaret nedir diye yazın, öğretin. Sizi seviyoruz..." İnanır mısın Donatella, ağladım. Ve birden, dönüp dolaşıp niye hep İstanbula, Türkiyeye geldiğimi anladım. Çünkü Barbaroslar ve onların çocukları yalnız buradan yetişiyorlar. Dostluğun ve özlemin dayanılmaz yumuşaklığı, ancak bu topraklarda var. Ciao bella, bir dahaki sevinç gözyaşlarına kadar. Biliyorum ki bugün sen, birkaç sayfa ötede birlikte yaşadığımız o harikulade havuz sefasını anlatıyorsun, ben de sana bu mektubu yayımlıyorum. Saygın editörümüz ve sevgili arkadaşımız Deniz Alphan, aslında bu durumu garip karşılayacak, hatta nasıl yapsam da bizim kızlara bu köşelerin babalarının gayrımenkulü olmadığını gücendirmeden anlatsam, diye kıvranacaktır. Ancak Denizin içi rahat olsun. Kendisinin ve belki senin de bilmediğin bir gerçeği artık daha fazla geciktirmeden, şak diye burada açıklıyorum: Sana ne zaman mektup yayınlasam Donatella, reyting patlaması yapıyorum. Evet. Bu sözlerim sahi ve gerçek. Okurlarımız, seni ve beni bir araya getiren olaylara, öykülere bayılıyorlar. Artık seni mi benim kalemimden okumayı seviyorlar, yoksa tersi mi bilemem. Seni tek başına seviyorlar, beni tek başıma seviyorlar, ama ikimizi birlikte daha çok seviyorlar. Sanırım Türklerin arkadaşlığa, dostluğa verdikleri değerden ileri geliyor bu ilgi. Ne güzel!