Pazar Ruhu olmayan bankalar

Ruhu olmayan bankalar

22.09.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ruhu olmayan bankalar

Ruhu olmayan bankalar





Nicole çok zengin bir kadındı. Arsalara, binalara, antika mobilyalara, paha biçilemeyecek tablolara, halılara, altın ve gümüşlere sahipti. Öylesine zengindi ki, sahip olduklarının farkında bile değildi. Ailesinin şirketleri üretmeye devam ediyor, o ise kazanılan parayı -inanılmaz ama- harcayamıyordu bile.
Belki de bu yüzden başka şeylerle hiç ilgilenmiyordu. Onu tek ilgilendiren kendi hatıralarıydı.
Hiç tükenmeyen, hatta zamanla daha da artan hatıralar...
Nicole her akşam onları özenle hatırlıyor, sıraya koyuyor, seviyor ve yaşıyordu. Kesinlikle bir tanesini bile kaybetmeye dayanamazdı!
Her seyahate çıkmak üzere hazırlanışında hatıralarını yanında götürmek zor olduğundan, en büyük endişesi onları nerede saklayacağı oluyordu. Bazıları öylesine yoğundu ki... Ya seyahat sırasında birini kaybederse ne olacaktı? Hayır, kesinlikle riske atamazdı!
Ve böylece ne aradığını bilmediği o uzak ülkeye doğru yola çıkmadan önce hatıralarını güvenilir bir bankaya götürmeye ve dönünceye kadar orada saklamaya karar verdi.
Bu güvenliği bir İsviçre bankasından başka hangi banka sağlayabilirdi ki?
Böylece "hazinesiyle" birlikte Zürih'e gidip her şeyi unutarak, kendine "hatıra" isimli bir hesap açtırdı.
Upuzun ve heyecan dolu seyahati, planladığından çok daha uzun sürdü ve tam yedi ay sonra döndü.
Özlemle bankasına koştu, hatıralarına kavuşmak için... Bir an durdu. Bıraktığı hatıralar arasında kendinin sahip olmadığına inandığı mutluluk anlarının farkına vardı şaşkınlıkla. Yaşamadığı süprizler, hatta bilmediği büyük bir aşk hikayesi! Hemen açıklama istedi ama banka memuru ifadesiz ve donuk bir tavırla müşterileri tarafından kazanılan faizlerin hesaba aktarılmasının banka olarak yükümlülükleri olduğunu vurguladı.
Zavallı Nicole böylece istemeden de olsa kendisinin olmayan bir geçmişe sahip oluyordu!
İtalyan bir bankacı arkadaşımın bana anlattığı bu masaldan çok etkilenip kendi "masal"ımı anlatmaya karar verdim.
Bir zamanlar küçük, küçücük bir banka hesabı vardı. Hep borçlu, sahibinin (ben) gelip kendisini arada bir beslemesini sabırla bekliyordu. En azından bankaya rezil olmamak lazımdı!
Ama ülkeyi yeniden çaresizliğe sürükleyen kriz sırasında o güzel ve eski banka kapanmıştı ve küçük borçlu hesap oradan oraya sürüklendi, sevgisizce ıskartalar arasına atıldı, unutuldu.
Hesabın sahibi (ben) merakından hesabını aramaya başladı. Ödemesi var mıydı, yok muydu, belki alacaklıydı. Ama o bir sürü bankanın boşluğa sürüklenmesine sebep olan fırtına tüm memurları da şaşkın, işsiz, çaresiz bıraktığından kimse bir şey bilmiyordu.
Banka ve memurlarla birlikte sanki hesap ve borç da ortadan yok olmuştu.
Haber, uyarı, tehdit beklerken... Yavaş yavaş unutuldu!
Fırtınanın duruluşuyla birlikte yeni başka bankalar doğdu. Bazıları isim değiştirdi ve yeni memurlar yeni müşterileri kapmak için acele etmeye başladılar.
Zavallı hesapçık yeniden hayata dönebilmek için sabırsızca kendisiyle ilgilenilmesini bekliyordu. Tam yedi ay beklemek zorunda kaldı. Ta ki hassas bir memur ortaya çıkıp hesap yapmaya başlayana kadar... O küçük borç tabii ki bankanın kapanışıyla yerinde durmamış, faizlerle birlikte büyük önem kazanmıştı. İşte o zaman memur, hesabın sahibine ulaşmaya karar vererek müşteriyi aradı ve ifadesiz bir yüzle borcu büyüyen hesabı bildirdi.
Hesabın sahibi (ben) açıklamaya, anlatmaya, çözüm bulmaya çalıştım ama nafile. İsviçre bankasında olduğu gibi, görevine sadık bankacı kesinlikle ödün veremezdi ve kendisinin "hak ettiği, kazandığı, namuslu faizleri" istedi.
Bu iki masaldan çıkaracağımız sonuç:
Ne diyeyim, bankalarda gerçekten ruhtan eser yok!