Pazar “Sabahattin Ali’nin hikayesi peşinizi bırakmayacak”

“Sabahattin Ali’nin hikayesi peşinizi bırakmayacak”

08.12.2019 - 07:52 | Son Güncellenme:

“Aldırma Gönül” şarkıcı Ferhat Göçer ve yönetmen Ezel Akay’ın yeni projesi. Akay ve Göçer Sabahattin Ali’nin son derece dramatik olan hikayesinden o kadar etkilenmiş ki; seyircinin de oyunun etkisinden çıkamayacağını düşünüyor ve “Hikaye peşinizi bırakmayacak” diyor.

“Sabahattin Ali’nin hikayesi peşinizi bırakmayacak”

Ferhat Göçer ve yönetmen Ezel Akay şarkılı oyun “Aldırma Gönül” için buluştu. Göçer bu oyunda ünlü yazar Sabahattin Ali’yi canlandırıyor aynı zamanda da eserlerini yorumluyor. “Leylim Ley”den “Geçmiyor Günler”e bildiğimiz ve sevdiğimiz birçok şarkının yanı sıra oyunda Ferhat Göçer’in besteleri de var. Göçer ve Akay’la 11 Aralık’ta ilk kez sahneye koyacakları oyun öncesi bir araya geldik. Sabahattin Ali’yi çok seven biri olarak Ferhat Göçer ve Ezel Akay’ı heyecanla dinledim. Anladım ki bu şarkılı oyun Sabahattin Ali’yi çok daha iyi tanımamızı sağlayacak.

Haberin Devamı

“Aldırma Gönül” şarkılı oyun bir anlamda ikinizin de ilk denemesi. Kolay oldu mu birlikte çalışmak?

Ferhat Göçer: Öncesinde de hayran olduğum bir yönetmen. Bir kere “Neredesin Firuze” benim açımdan ölümsüz bir film. Böyle olunca ben balıklama atladım Ezel’le çalışma fikrine. Sonra da eğer kabul ederse dostluğumuz, arkadaşlığımız o hayranlığımın paralelinde gelişiyor. Ben çok mutluyum onunla çalışmaktan.

Ezel Akay: Ferhat çok samimi ve olağanüstü kompleksiz bir sanatçı. Bu çok az bulunur bir şey sanatçılarda. Herhangi bir duvarı olmadan; iyi ve kötü tarafıyla yapmaya çalıştığımız işi masaya yatırmayı başardık. İlk prova gününden bugüne en ufak bir arızayla karşılaşmadan çalıştık. Benim için çok yumuşak, tatlı geçti.

Haberin Devamı

Oyunda en çok etkilendiğiniz yerler neler?

Ferhat G.: 17 yaşından 41 yaşına kadar geçen süreci 10 şarkıdan 10 ana hikayeyle anlatıyoruz. Dolayısıyla bu 10 hikayenin hepsi beni çok etkiliyor. Öğretmenlik okulundan çıkıp Yozgat’a ilk gidişi başka, 20 yaşında öğretmenlik yaparken hissettikleri, arkasından Almanya’ya gidişi. Maria Puder’le tanışması, fikirlerinin değişimi, büyük düşünürleri orada okumaya başlaması, yabancı dil öğrenmeye başlaması. Almanya’dan ayrılış şekli de çok dramatik. Döndükten sonra başlayan bireysel olgunlaşma süreci. Sürekli sürülmesi, tayin edilmesi. Beni en çok etkileyen tabii ki finali. Çok çarpıcı. Yumruk gibi geliyor yüzünüze. Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz’la olan diyalogları… O kadar dolu ki. Okuduğunuz her cümle size bambaşka bir pencere açacak. Ayrılırken Sabahattin Ali’yi daha da merak edeceksiniz. Hikaye sizin peşinizi bırakmayacak. Şahsen ben bunu bizzat yaşıyorum. Bu projedeki amacım kendi popülaritem ya da şöhretim değil. Sabahattin Ali’nin popülaritesini daha da çok artırabilmek için şehir şehir dolaşmak.

Ezel A.: Ben stratejik olarak her şeyi “Bunun filmi yapılsın” dedirtebilmek için yaptım. Finali seyrederken de çok etkileniyorum. Sonundaki şiir Sabahattin Ali’nin oradan bize bakıp “Bu şiiri mi koydunuz oraya, inanamıyorum ben sonumu görmüşüm” diyeceği bir şiir. O şarkı ve o an oyunun en güzel anlarından biri. Bir de “Geçmiyor Günler” en beğendiğim şarkılardan; onun yorumu da çok güzel. Ama esas itibariyle duygulara çok hitap eden bir oyun. Dışarı çıkınca peşinize takılacak bir hikaye.

Haberin Devamı

Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’nin oyunla ilgili yorumu nasıl?

Ferhat G.: 11 Aralık’taki ilk gösterime Filiz Ali de gelecek. Oyunun bitiminde ifadesi nasıl olacak onu çok merak ediyorum.

Ezel A.: Hepimiz onu merak ediyoruz. Filiz hanım beklemede, nötr.

Ferhat G.: Hatta biraz ön yargılı. Çok ince eleyip sık dokuyan bir kadın. Görüştüğümde bir sınava tabi tutuldum. “Bu çocuk geldi ama bir ölü yiyici midir hakiki midir?” diye beni çaktırmadan bir sınava soktu. En zor yerlerden sordu. Bildiğim yerlerdendi Allah’tan. Orada bir rahatladı.

Ferhat Göçer: “İçimde Sabahattin Ali yeşermeye başladı”

“Aldırma Gönül” projesi nasıl başladı?

1.5 yıl kadar önce prodüktör arkadaşlar bana bir Sabahattin Ali albümü hazırladıklarını, şarkıların tamamını benim söyleyip, söyleyemeyeceğimi sordular. Stüdyoda şarkıları hazırlarken Sabahattin Ali’yi daha yakından tanımaya gayret ediyordum. Bir yazar olarak benim kendisiyle kurduğum bağ, hepimizin bildiği kült eseri “Kürk Mantolu Madonna”ydı. Bir de yıllardır sahnelerde şarkılarını söylüyordum. Diğer roman ve hikayelerini okumaya başladım. “Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”, “Sırça Köşk”, “Böbrek”, “Dekolman” derken bütün öyküleri, yazıları, şiir kitapları, mektupları, onun hakkında yazılmış kitapları ve yazıları ve kızı Filiz Ali’nin babasıyla ilgili yazdığı “Filiz Hiç Üzülmesin”i okudum. Osman Balcıgil’in “Yeşil Mürekkep” isimli yine onun hayat hikayesini anlattığı kitabı da okuyunca çok etkilendim.

Haberin Devamı

Ezel Akay’la yollarınız bu şarkılı oyunda nasıl kesişti?

Albüm teklifi geldikten sonra Sabahattin Ali’yi daha yakından tanımaya başlayınca olayın sadece bir albüm ve konser boyutunda kalmaması gerektiğini düşündüm. Basın danışmanım ve tiyatrocu arkadaşım Bircan ve İpek “Bunu neden bir tiyatro oyununa çevirmiyorsun, sen de bunu aktarabilirsin” dediler. Bunun için tabii ki başta yönetmen olmak üzere bir ekibe ihtiyacımız vardı. Sahne tasarımında Naz Erayda var. Haldun Çubukçu da senaryoyu yazdı. Her ikisi de kendi alanlarında çok önemli insanlar. Naz uluslararası platformlarda ödül almış biri. Birçok yönetmen ismi üzerinde konuşurken “Ezel Akay yapar mı acaba?” diye düşündük. İpek’in dostluğu vardı Ezel’le. Aradı Ezel’i, Ezel’le buluştuğumuz gün de kabul etti kendisi sağ olsun. Benim ilk oyunculuk denemem. Bu oyunla kesişti yollarımız.

Haberin Devamı

Sabahattin Ali’nin hayat hikayesi sizi nasıl etkiledi?

Çok dramatik bir yaşamı var. Türkiye’nin hatta dünyanın en önemli edebiyatçılarından biri ve çok genç yaşta aramızdan ayrılmış. Eserleri ben çok etkiledi. Ve çok ilginç bir bağ oluşmaya başladı onunla aramda, bu projeye başlayalı beri kendimde de bazı önemli değişimler hissettirecek kadar.

Ne gibi değişimler?

Daha büyük bir farkındalığım oldu. Ayna tutuyor. Coğrafya kaderdir cümlesini o kadar güzel sana anlatıyor ki. Fakirlik, yoksulluk, savaştan çıkmış olan halkın mücadelesi, Anadolu’nun sosyal durumu. Onu al 2000’li yıllara getir koy, neredeyse birbirine çok yakın. Hapiste tanıştığı insanlardan esinlendiği hikayelerin kahramanlarını tanımaya başlamak da ilginç bir farkındalık yaratıyor. Sakinleşiyorsunuz her şeyden önce. Bu 1.5 yılda içimde küçük bir Sabahattin Ali yeşermeye başladı.

Nasıl biri Sabahattin Ali araştırdığınız kadarıyla?

Bir kere çok şık ve çok modern zihniyetli. 1930’larda Türkçeyi o kadar güzel kullanıyor, Türkçeye o kadar hakim ki… Çok zeki, çok güler yüzlü bir insan; en kötü, en dar zamanlarında bile öyle. Hayatının son 6 ayındaki artık tamamen izole edilmiş, işsiz, parasız kaldığı ve sürekli davalarla uğraştığı o dönemin haricinde hiçbir zaman umudunu kaybetmemiş. Pratik zekalı, insanlarla sürekli şakalaşıyor hatta karşısındakiyle dalga geçtiğinin fark edilemeyeceği düzeyde espriler yapan biri. Girdiği her yerde dikkatleri rahatlıkla üzerine çekebilen, sohbetiyle de insanları etki altında bırakabilen bir yapıya sahip. Ama susmuyor. Aslında hiçbir örgütün üyesi değil. Sosyalist bir düşünce yapısı var ama herhangi bir şekilde örgüt mensubu asla değil. Rejim karşıtı ama tek başına bir adam aslında. Asla bir eyleme katılmamış, sadece muhalif. Zulme karşı bir kere; haksızlığa ve zulme dayanamayan bir adam.

Aramızdan ayrılışı da çok acı.

Zaten olayı dramatikleştiren o. Zulme karşıtlığı, muhalif duruşu, beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrılması hikayeyi daha da büyüten ve daha da trajik hale getiren bir unsur. Bunu sahnede insanlara aktarırken yükünüzü de arttırıyor doğal olarak. Olayı çok büyütüyor.

Oyunda yer alacak eserlerin hepsi bildiğimiz eserler mi?

4 eseri ben besteledim kendi şiirlerinden. Sadece bu oyun için özel bir tema müziği yaptım. Ve yanında Zülfü Livaneli’nin, Ahmet Kaya’nın, Sezen Aksu’nun bestelerini seslendiriyoruz. Tema müziği de dahil olmak üzere 11 parçadan oluşuyor. Yazarımızın ölmeden önceki son gününü sahneye koyuyoruz.

Siz anlatıcı mısınız yoksa yazarın kendisini mi canlandıracaksınız?

Sabahattin Ali’yi oynuyorum.

“Sabahattin Ali’nin hikayesi peşinizi bırakmayacak”

Ezel Akay: “Sabahattin Ali büyük bir romantik”

Ezel bey siz daha önce tiyatro yönettiniz mi?

Asırlar önce…

Ferhat Bey’in içinde bir Sabahattin Ali çıkmış onu nasıl başardınız?

Biz bu işi 4 aydan beri yapıyoruz ve bugüne kadar herkesin aslında Ferhat’ın Sabahattin Ali’yi oynayacak olmasına şaşırdığını gördüm. “Bir şarkıcı nasıl oynar, iyi olmaz herhalde?” gibi yorumlar duydum. Benim içinse ilk karşılaştığımız, ilk okuma provalarına başladığımız günden itibaren karşımda fıstık gibi bir oyuncu var, istediğimiz her şeyi yapabiliyor, dersine çok çalışıyor. Bu can sıkıcı bir önyargı çünkü benim gördüğümle piyasanın algısı arasında fark var.
Kendisini müzikle tanıdığımız bir insanın sahneye çıkmasına hemen bir burun kıvırmalar, meraklar, kıskançlıklar ve nefis dedikodular doğuruyor. Benim karşımda komut alabilen yani yönetmenle ilişkiye girip ona göre oyununu dönüştüren bir oyuncu vardı. Üstüne üstlük bir de çok iyi şarkı söyleyen bir oyuncu.

Neden şarkılı oyun dediniz?

Müzikal değil bu çünkü var olan şarkılardan yapılıyor. Müzikalde bir sahne gösterisi için özel olarak yazılmış sözler ve besteler gerektirir. Bu öyle değil var olan şarkıları ve şiirleri kullanıyoruz. Bir oyun ve şarkılar var. Doğru adlandırma bu. Müzikli oyun da diyebilirdik ama bu bir şarkı gösterisi.

Şarkılı oyun deyince daha önce izlenmemiş bir şey izleyeceğini düşündürtüyor insana.

Aynen öyle format olarak daha önce izlenmişlere benzemiyor. Fakat bu formatın anlattığımız hikayeye çok yakıştığını düşünüyorum. Bunu bir konser olmaktan çıkaran bir sürü şey ekledik. Hatta doğurduk diyeyim. Zaten içinde var olan bir şeyi doğurduk. Yaptığımız en önemli dramaturjik fark şu; her şarkı akmakta olan metnin, anlattığımız hikayenin bir parçasına dönüştü. Aynı bir müzikaldeki gibi. Mana değiştirdi, daha doğrusu bir manası açıldı. Sabahattin Ali’nin hayatının bir evresinde söylenmiş ya da düşünülmüş sözler gibi. Şiirlerin yazılış tarihleri bizim sıralamamızdan daha farklı ama tam bu noktada bu zihniyette bir şiir doğmuş haline getirdik biz.

Mesela?

Dağlar Dağlar” mesela. Kaz Dağları’nda yaptığı bir geziye oturdu “Hasan Boğuldu”yu yazmasıyla sonuçlanan. Artık bu gösteriden sonra izleyici Kaz Dağları’nı hatırlayacak. Ayrıca hem müzik hem metin sadece Sabahattin Ali’nin hayatını anlatıyor olmanın bir adım ötesine de geçiyor. Sabahattin Ali hapse atılmış, savunmaya çıkmış. “Bir savundum, bir savundum, harika bir savunma yaptım. Cezam 14 aya çıktı sonra” diyor. Biz bunu söylediğimiz anda bir şey fark ettik. O fark ettiğimizin duygusunu yarattık. Seyirci de bunun hangi dünya için söylendiğini ve bunun ne kadar çok tekrar edildiğini görecek.

Siz bu oyun için çok romantik bir oyun diyorsunuz neden?

En büyük nedeni Sabahattin Ali’nin çok büyük bir romantik oluşu. Romantizmden saçma salak aşk, çiçek, böcekleri anlamayalım. Daha kuzey romantizmi, İskandinav romantizmi gibi bir şey. Hem siyasal bir romantik bir sosyalist hem de insan denen şeye büyük merak ve dehşetle bakan ve onu seven bir yazar. Romantizmden sadece ağlamayı aklınıza getirmeyin ama o kadar acıklı bir hikayesi var ki; tabii ki insanın gözlerinin dolmadan izleyemediği anlar var oyunda.

Ferhat beyin içinde küçük bir Sabahattin Ali yeşermiş. Sabahattin Ali’yle sizin nasıl bir bağınız oldu?

Seslenen kitap türünde dijital kitaplar var, orada “Kuyucaklı Yusuf”un okumalarını yapmıştım. Onun için bir yakınlık hissediyordum zaten ama ben de Ferhat’la beraber öğrendim aslında detayları. Kızı Filiz Ali hanımla konuşmalarımızdan çıktı birçok şey. Zaten ne kadar bilseniz de dramatize etmeye karar verdiğiniz zaman çok daha derin bilgilere ihtiyaç duyuyorsunuz. Oturup okuyorsunuz, araştırıyorsunuz. Tabii yazarımız Haldun Çubukcu’yla yaptığım çalışmanın da faydası oldu. Zaten bir edebiyatçı, roman yazarı. Edebiyatçıların biyografilerine çok hakim. Damarına girmeden böyle bir hikaye anlatmak kolay değil. Bu sene aslında 2 tane daha oyun yönettim. “Hunililer” ve Songül Öden’in oynadığı “Lal Hayal”. Ben Amerika’da tiyatro masterı yaptım aslında. Zaten bir oyuncu ve yönetmen olarak eğitildim. Aslında bu projelerin bana denk gelmesinin nedeni de son 2 yıldır müthiş bir yükselişe girmiş olan Türkiye tiyatrosudur.

Neden tiyatro bu kadar yükselişte sizce?

Bunun nedenini ciddi olarak sosyologların analiz etmesi gerekir. Bu kadar ciddi bir vakadır bu. Seyirci olmadan gelişecek bir durum değil, seyirciye bir şey oldu. Tiyatro bilet fiyatları sinemadan çok daha fazla. Sinemanın bir parça seyirci sayısı düşerken geometrik olarak arttı tiyatro seyircisi. Sadece seyirci sayısı değil tiyatro salonu sayısı da arttı. Bu hiç beklenmedik bir şeydi Türkiye’de.

Biraz daha haraketli ve teknolojik manada çağa yakın bir hale büründü tiyatro.

Tiyatro oyuncuları, yazarları ve yönetmenleri bir kere dünyayı tamamen takip ediyorlar. Sinemada da öyle aslında ama tiyatro bir soluk. Ben Kadir Has Üniversitesinde yüksek lisans bölümünde öğretim görevliliği yapıyorum. Orada fark ettim ki, her sene mutlaka sadece bizim bölüme 5-10 kişi dramatik yazarlık yüksek lisansı yapmak için geliyor. Ve çok iyi yazarlar. Teknolojinin gelişmesiyle salon teknikleri çok gelişti. Bu da çok önemli çünkü ışık yapabiliyorsunuz. Işık sanatçılarının sayısı arttı. Bu da görsel bir eğlence yaratıyor. Daha da ilginci şu bizim oyunumuz da öyle sinemaya oranla son derece derin konular işleniyor tiyatroda. Tiyatroya giden seyirciye Türkiye’nin en entelektüel seyircisi diye bakmak lazım. Yüzde 80’i son derece derin metinler, entelektüel, sofistike hikayelerden oluşuyor. Bir de sadece gençler değil, orta yaşlıların oranı neredeyse aynı. 10 bin gösteri yapılmış 1 yılda sadece İstanbul’da. Halkımız yer altı faaliyeti yapıyor.